23 Nisan 2013 Salı

Karadeniz Tiron Vadisi'nde Yoldan Çıkmak!


Her şey önce sevmekle başlar, kanınınız bir kez kaynarsa bir daha  görmeden edemezsiniz, kah gezgin olur kah peşine düşer ve her yerde onu ararsınız. Benimkisi  önce görevdi, anlatıp dönecektim, tıpkı diğer yerler gibi!  Bir daha kim bilir ne zaman dönerdim buralara Allah bilir? Ama suyundan içmişim bir kez, okşamışım kadife gibi çay bahçelerini, oturup bir türkü atmışım deli delişmen şelalesine  bakıp, düşler kurmuş, "sevdaluk" etmişim, horon tepmişim, buğular yükselen kaplıcalarında yıkanmışım üstümde yağmurun çisesi! Avcumu yaban mersinleriyle doldurmuş, ağaç köprülerinden geçip,  vargelesine bir salkım karayemiş bırakmışım ve ayrılırken de birdamla gözyaşı dökmüşüm komar yapraklarına…
Gönlümü tez kaptırdım bu sefer, tanıdıkça başkalaştım ama  İkizdere Alpin çayırları başka kırsal bitki topluklarına benzemez daha verici ve göz doldurucudur. Nehir kenarları ve dereyataklarını alabildiğince çeşniler saçarak kuşatır. Kah bir taş oluktan kah kayalıkların ördüğü pınar bentlerinden coşkunca fışkırarak taşkınlaşır. Zaten denizden kurtulup da İkizdereye kadar gelmişseniz size yoldaşlık eden çamlık deresini seyrederken ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Her şey önce usulca kımıldanır iç döngülerinde nehir yanı yerleşkelerde !
Bu Karadeniz kültürünün bir adabıdır. Herşeyi bi çırpıda vermez sevdalasına arayıp bulmanız gerekecektir, elbette emek ve zamanla lezzetlenecektir yolculuğunuzun tüm istasyonları! Ama en kötüsü olduğunuz yere yorgunluktan  yığılıp kalmak olacaktır bunu baştan söyleyim; çünkü hep elindekiyle yetinenlerin sınırladığı bir düş algısıdır zaman, film şeridinin koptuğu andır, yani uyanma zamanıdır artık bu serüvenden...


Biz ise şanslıyız, çünkü uykumuz bayağı ağır olacak bu gezimizde. Onun uyanışı filizlerin patlaması, dağ pınarlarının kaynamasıdır. Her tarafı mis gibi püren ve likapalar (yaban mersini) sarmalar. Çiğ kokusuyla içiniz ipilenir ve gündoğumuna benzer ferah bir algıyla dinçleşirsiniz. Kemiklerinize güç veren  bir dirençle devam etmeniz gerektiği hissi sizi doğanın en büyük süprizleriyle tanıştıracaktır, hazır olun. Algı gözeneklerinizi açmaya bakın, demiştim Yavaş yavaş uyanır İkizdere, bu ilk gördüğünüz Alpin Çayırlar değildir artık, her taraf ormangülleri ve buz gibi nehir kokar!



Loş  ve serin bir rutubet başınızı gölgeler, vücudunuza kapaklanarak oturur yumuşakca. Soluğunuzu yumuşatan ve içinizi dinlendiren, latif bir tabiat salgısı hormanlarınızı okşayıverir kadife gibi... Bazen de kızıl çam olur salar köklerini gebeş toprağa, cevaz bir ana saçı olur saçar avuçlarını Tiron’un bağbozumu yabansı  ayaklarına lütüfkar... Dağlardan sızarak akan incecik şelalecekler burgu burgu helezonlarla nehir yatağına köpürerek sakince dökülür.



Tiron Vadisi
sakindir, ağırbaşlıdır  ve de alışkındır karşısında şaşkın yabancılar görmeğe, o yüzden  efendi efendi güler acemiliğinize,"insanlık halidir olur böyle şeyler" der, ve geçer. Çekilir beyfendice dağ zirvesine çömelip oturur garip garip bakarak, ki bazen atmaca olur gerer ulu kanatlarını bazen şimşir ağacı Tiron Vadisi yan parelelindeki Çağırankaya Vadisi  ile birlikte ikiz kardeş gibi güzel güzel geçinirler. Her ne kadar yeni tüneller yapılarak burada yollar açılsada, bu iki rüzgarkıran vadiler özbir kardeştir. Başımı arkaya çevirip bakıyorum, onlarca insan peşimden bu yalımlı doğal çağlayanı görmek için yürüyorlar.
Eğer gözünüzü kapatabilseydim, açmak için Komes(Şimşirli)  Köyü'nü seçerdim; çünkü çay bahçelerinin  doldurduğu sarp yamaçlarda doğanın  sayısız güzellikleriyle buluşurken kanınıza karışan sevinç yüreğinizi mutlulukla dolduracaktır.

Bir tarafınızda lahana , fasulye ve mısır bahceleri karşınızda muz ve kivi ağaçları ile tam bir naturel kültür bahcesinde bulacaksınız kendinizi! Ama zenginliklerden istifade ederken aceleci olmayın, bırakın ruhunuzda  başka güzelikleri takdir etmeye yetecek yer kalsın!

Durmuyor içimdeki akış, daha fazlasını istiyor. Minübüslerimizi önce Manle Şelalesi'ne ardından da Balıklı Şelale'ye çeviriyoruz. Her yer gümbür gümbür, sağnak sağnak akıyor burada! Söyleyecek sözleriniz biterse kendinizi fazla zorlamamanızı tavsiye ederim sizlere! Sessizce izleyerek tadını alın her zerrenin.



Eğer buradaki işimizi bitirdiysek, Hadi devam edelim, sizi Cimile götürmek istiyorum.  Yol boyu size Cimil Deresi eşlik etsin birazda...


Geniş yapraklı kırsal bitki katmanları sizinle yükseklere çıktıkça vedalışır yerini doldizgin iğne yapraklı bitki formasonlarına bırakır. Kulaklarınızda sevimli bir yükseklik basıncı, kulağınızda ince ince bir  Cimil Horonu… Yer yer kestane, gürgen ,meşe ,kayın, kızılçamlarla örtülü bir kartpostal  ve önünüzde yüksek dağların hakimi küçük köyler! Süprizler için acele etmeyin daha görecekleriniz bitmedi. Birden karşınıza rengarenk giyisiler içinde "Cimilli kadınlar" çıkacak, kah kırmızı-siyah, kah pembe ve mor puşilerden utangaç utangaç size bakacaklar! Üzerlerinde, makaslı peştamelleri, Çayeli dolaylığı ve kokneçleri görmezseniz çok şaşırmayın, çünkü burası tamamen kendine özgü orijinal bir kültür atmosferidir.

Dışarıya her ne kadar kapalı bir dünya olarak bilinsede , şimdi yeni dünyayla yeni bağlar kurmaya başladığını söyleyebiliriz. Her şeyi güzel buranın, peynirinden tereyağına, balından ekmeğine... Farkında mısınız bilmem ama hatırlatmadan geçemeyeceğim rakım olarak artık 2000 m civarındasınız. O yüzden solumanız yüksek oksijen yoğunluğu nedeniyle kesik kesik teklemeye  başladı. Bırakın bu temiz hava ciğerinizi iyice doldursun, eve döndüğünüzde en çok bu havayı arayacaksınız.

Görecek üç köyümüz var: Başköy ,Yetim Hoca ve Orta köy! Belki inanmıyacaksınız ama bu Cimilde Şeytan Tüyü var! O kadar Profesör çıkarmış bir yer ki burası ister istemez dehanın doğadan gelen bir iç kıvılcımı olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Minübüsümüzle geçerken köy evlerinin önünde dinlenen yaşlı amcalar görüyorsunuz, efendice sizi selamlıyorlar!

Aklıma Doğanın Gizemli Öğretilerinden haberdar olup olmadığını sormak geliyor! Herkes bu soruya kendine özgü ve mütavazi yaşma biçimiyle ustaca bir cevap verir , Bu sevimli dedeler ise sinelerinde vahşi tabiatın doygun halvetiyle, tüm öğretlerin ete ve kemiğe bürünmüş  timsali olup efendice size tebessüm edip , susarak size ağzınızın payını  edeplice veriyorlar.
İnsan neden gelir İkizdereye? Neyin arayışıyıdır bizi buralara sürükleyen? Biliyor musunuz  aslında genel olarak,  Varoluşculuğun akıllara gelmedik en tuhaf  en aykırı usavuruş şeklidir gezmek! Bir adım bir adım daha derken akıl denklemlerinin sezgide  çıkmaz sokağa girdiği yeni bir boyuttur seyahat etmek.


 

Gittikçe kendinize yaklaşırsınız, iç odağınıza kadar sürüklenecektir vuslatınız, bir kelebeği şaşkınca süzmeniz bundandır, bir kardelen bu yüzden çabucak aklınızı başınızdan  alıverir! Yol boyu dağ böğürtlenleri toplarken kızıla kesmiş avuçlarınıza bu yüzden  pek aldırmazsınız!


Varoluşculuğun bu  ilk dersinde kendinizi fark etmenin tadına doyulmaz lezzetleriyle tanışın.Bu farkındalık ilk önce size kazandıracaktır, daha çok kavramanın bilinmez bir formülüdür seyahat etmek! Ve siz  bu formüle başlamak için en elverişli ve  en baştan çıkarıcı rotalardan birindesiniz.Unutmayın ki  tüm dünyayı güzellik kurtaracaktır, yeter ki  o güzelliğin kendi içimizde var olduğunu keşfedelim. İşte budur!  Naturel  Varoluşun sihirli anahtarı ve Cimil'in tansık felsefi öğretisi!!!


YAZI: REHBER CENGİZ ÖZTÜRK / FOTOĞRAFLAR: TEMPO ARŞİV& ARİF ÇAKIR 

Ankara'da "Turist Gibi" Gezmek!


Tempo Tur uzun zamandır "Yürüyerek Eski Ankara Turu" organize ediyor. Üstelik, bu programında katılımcılardan rehberlik hizmet bedeli alınmıyor. Buna karşın, organizasyon her zamanki gibi profesyonel ve başarılı, tur için seçilen rehberler de alışılageldiği gibi konularında yetkin kişiler. Bu programı ile Tempotur Ankara'da kent bilincinin kazanılmasına ciddi bir katkı sağlıyor.


Her ne kadar ortaokul yıllarımdan beri "Eski Ankara"yı gezmek benim için bir alışkanlık da olsa, tur ilanını ilk gördüğümde; doğduğum ve yaşadığım şehri rehber anlatımlarıyla "turist gibi gezme" fikri çok hoşuma gitmişti. Üstelik yürüyerek, hiçbir araca binmeden dolaşmak da trafikte araç içinde beklemeyi sevmeyen biri olarak benim açımdan rahatlatıcı bir öneriydi.


Hepimiz bir şekilde Ankara Kalesi'ni, İtfaiye Meydanı'nı, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni, Etnografya Müzesi'ni görmüşüzdür. Fakat kaçımız Ankara'da bir de "Antik Ankara" olduğunu bilir? Roma Hamamı'nı, Augustus Tapınağı'nı kaçımız görmüştür? Ya Roma Dönemi'nden kalan Amfitiyatroyu? Peki ya Julianus Sütunu'nu? Ankara'daki Roma Yolu'nu bilir misiniz? Öğrencilik zamanlarında sınıfça gittiğimiz müze gezileri dışında acaba kaçımız daha sonra Ankara'yı böyle gezmiştir? Kaçımızın Ankara'nın tarihi yerlerinde "turistik fotoğraf"ı vardır? Kaçımız buralarla ilgili enteresan hikayeleri bilir? Sanırım çok az.


Çeşitli zamanlarda katıldığım bu geziler Ankara konusundaki bilgilerimi artırdı, bakış açımı zenginleştirdi. Daha önce sık sık gittiğim Ankara Kalesi'ni dahi bir rehberle gezmek, daha önce dikkat etmediğim detayları görme ve anlama imkanı sağladı. Örneğin, daha önce Kale duvarlarında yer alan Roma Dönemi'nden kalan heykelleri fark etmiş miydiniz? Fark etmiş olsanız da, heykellerin duvar taşı olarak kullanılmasının sebebini biliyor musunuz?


Çıktığım bu geziler, yeni okumalara da vesile oldu. "Kadın Öykülerinde Ankara" ile başlayan kitap yolculuğum, geçen gün keşfettiğim "Başka Kent Ankara" isimli bir başkasıyla devam etti. Okuma listemde Ankara ile ilgili diğer kitaplar da sırada beklemekte...

Böyle bir geziye başlamadan önce, özellikle yukarıda bahsettiğim"Başka Kent Ankara"ya* bir göz atmanızı tavsiye ederim. Ankara'nın tarihiyle ilgili kısa ve ilginç hikayeleri okudukça gezi öncesinde bahsi geçen yerleri görmek için meraklanmaya başlayacaksınız. Fikrimce, her yaştan okuyucuya hitap edebilecek bir anlatımla, Ankara tarihine sıkılmadan bir giriş yapmak için ideal bir başlangıç.

Anlayacağınız; dönüp dolaşıp geri geldiğim kürkçü dükkanı Ankara'da yaşamaya devam ettikçe, burayı daha iyi tanımak ve sevdiklerime de tanıtmak istemeye karar verdim. Vakit buldukça ailem, yakın arkadaşlarım ve evime gelen yabancı konuklarımı Eski Ankara'da gezdirmeye çalışıyorum. Her gezide, Ankara'nın ne kadar çok değişmekte olduğunun farkındalığıyla Ankara'da yaşayan sizleri de arada bir "Ankara'da turist gibi gezmeye" davet ediyorum :)

Tempo Tur,  yaklaşık 10 yıldır ilkbahar ve sonbahar aylarında, profesyonel rehber eşliğinde, "Ücretsiz Antik Ankara Turları" düzenliyor.  Detaylı bilgi ve tur tarihleri için aşağıdaki linke gözatabilirsiniz.



YAZI: H. İDİL SELÇUK

*Bkz. Feridun Büyükyıldız, Başka Kent Ankara, Phoenix Yayınevi, 2. Baskı Kasım 2009, Ankara.

12 Nisan 2013 Cuma

Doğa, Kültür ve Şarap: KALECİK


Kalecik, Ankara’ya 70 kilometre uzaklıkta bulunan, kısa bir süre önce büyükşehir belediyesine bağlanan küçük bir ilçe. Ankara’nın hemen yanıbaşında olmasına rağmen pek uğranılmayan 12 bin nüfuslu bir yer.


Kısaca Tarih
Çeşitli veriler Kalecik ve civarının 5000-6000 yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya koymakta. Yörenin Hititler tarafından iskan edildiği, daha sonra Frigyalıların egemenliğine girdiği bilinmekte.

Şimdi, yüzyılları atlayarak yakın zamanlara gelelim:


Bir zamanlar Çankırı’nın ilçesi olan Kalecik, Mart 1891’de Ankara’ya bağlanmış. Düyun-u Umumiye görevlisi Vital Cuinet tarafından kaleme alınan La Turquie d’Asie adlı eserde 1890’larda ilçe merkezinin nüfusunun yedi bine yaklaştığı, bunun 574’ünün Gregoryen Ermenilerden oluştuğu belirtilmekte. Cuinet’e göre 1890’larda ilçede 55 cami, 1 Ermeni kilisesi, 4 medrese, 2 han, çarşı içinde 200 dükkan, 2 hamam, 75 çeşme bulunmaktadır. Yine aynı kaynak ilçe ekonomisinin tarıma dayalı olduğunu belirtmekte, buğday ve arpa üretiminin önemli olduğunu vurgulamaktadır.
1907 tarihli Ankara Salnamesi [Yıllığı]’nde de Kalecik’in “mamûr” olduğu belirtilmekte, kentin kalenin eteklerinde yer alan “akropol” biçiminde büyük bir yerleşim yeri olduğu kaydedilmekte. Bu tarihte de nüfusun yüzde on kadarı gayrı müslimlerden oluşmaktadır. Bu kaynaktaki dikkati çekici bir husus Kalecik’in önemli ihraç malları arasında “kuru üzüm’ün sayılmasıdır. Ayrıca “kabak elması”nın meşhur olduğu da belirtilmektedir.


XX. yüzyılın başlarında yöre ekonomik açıdan büyük önem taşımaktaymış. Söz gelimi, Ziraat Bankası Anadolu’daki ilk şubelerinden birini Kalecik’te açmış.

Gezilecek Yerler
Kanımca Kalecik’i gezmeye kaleden başlamak gerekli. Rivayet olunur ki, bütün ovaya hakim vaziyette bulunan kale, bir zamanlar Bursa tekfuru tarafından kızına çeyiz olarak yaptırılmış. Küçük bir kale olduğu için de “kalecik” olarak adlandırılmış ve günümüzdeki yerleşim yerine adını vermiş. Kente adını veren yapı yakın zamanlarda restore edilmiş ve ne bileyim, Çamlıhemşin’deki Zir Kale gibi yeniden inşa edilmiş!


Şu anda görülen kalenin özgün yapı ile hiçbir ilgisi yok; sadece birkaç yerde geçmişteki sur kalıntılarından küçük parçalar ve bir sarnıç  kalıntısı görülmekte. 


Burada bir küçük not düşelim: Mustafa Kemal’in Kalecik’te bir kahve içimi kaldığı Şükrü Ağa’nın Konağı halen ayakta. Günümüzde ikametgâh olarak kullanılan ve harap vaziyette bulunan bu evin kapısında yakın zamanlara kadar küçük bir plaket varmış, ama nedense yakın zamanlarda kaldırılmış!


Kaleden yürüyerek kent merkezine doğru ilerlerseniz, muhtemelen Selçuklular zamanından kalma bir çeşmenin başında yün tokaçlayan kadınları görebilirsiniz. Hemen yakınlarda da hiçbir özgün yanı kalmayan Kale Cami’ni ziyaret edebilirsiniz.


Biraz daha aşağıda Tabakhane Cami bulunmakta. Cami, II. Abdülhamit’in saltanatının son dönemi olan 1909 tarihini taşımakta. Caminin adından hareket ederek yaklaşık yüz yıl önce çevrede dericilik işlerinin önemli olduğunu ileri sürmek mümkün. Anlatıldığına göre, Kalecik’in ortasından geçen Keçideresi yakınlarında meyilli bir arazi üzerine kurulan cami, üç Ermeni usta tarafından yapılmış.


 Ustalar, inşaatı kubbeye kadar yaptıktan sonra işe ara vermiş  ve “biz gelinceye kadar yapıyı ellemeyin” demiş. Ermeni ustalar, kubbenin yapılmasından önce, inşaatın yerleşmesi için bir sürenin geçmesi gerektiğini düşünüyorlarmış. Ama,  onlar ara verince, cemat-i müslimin “inatla” kubbeyi tamamlamaya çalışmış; ama yaptıkları kubbe kısa bir süre sonra çökmüş. Bu durum üzerine de kubbe yerine düz bir çatı yapılmış.

Bu düz çatı halen mevcudiyetini sürdürmekte! Bu hikayeden çıkan sonuç; demek ki, “ince” hesaplarla kubbe yapmaya kalkanlara değil, “adam” gibi cami inşa eden Ermeni ustaya inanacaksın!!! Bu caminin andezit taşından yapılmış minber ve mihrabında aralarında çiçek ve üzüm salkımı gibi ilginç motifler de bulunmakta.

Şehir merkezinde bulunan, tamamıyla kesme taştan inşa edilen, iki katlı Adalet Sarayı gösterişli bir bina. XX. yüzyılın başlarında yine Ermeni ustalar tarafından yapılmış.


Kalecik’in girişinde Kağnı pazarı mevkiinde bulunan ve üç evden oluşan muhteşem bir konak neredeyse yıkılmak üzere. Bu yapının restore edilerek bir kültür merkezine dönüştürülmesi sanırım Kalecik için büyük bir kazanç olur. Tabakhane mahallesinde bahçeler arasında yer alan ve Ermeni ustaların bir diğer eseri olan Devranların Konağı da gerçekten görülmesi gereken bir sivil mimari örneğini oluşturmakta. Anlatıldığına göre bu ev Kurtuluş Savaşı sırasında askeri depo ve kışla olarak kullanılmış.

Kalecik yakınlarındaki bir diğer önemli eser de Develioğlu Köprüsü. Halk tarafından “Yedigözlü” olarak adlandırılan Kızılırmak üzerindeki köprünün ne zaman yapıldığına dair bir kayıt bulunmamakta.


Ancak, mimari üslubundan hareket edilerek XIII. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmekte. Zamanın tahribatına uğrayan köprü yüzelli yıl kadar önce Dikmek köyünün ağası olan “Develioğlu” tarafından tamir edilmiş; bunun sonucu olarak da onun adıyla anılmaya başlanmış. Birkaç gözü kumla kapanmış olan 136 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğindeki köprü halen kullanılmakta.

Kalecik Karası
Kalecik’ten söz ederken şüphesiz ki sadece bu yörede üretilebilen “Kalecik karası üzümü” ne de değinmek gerekir.


Kaybolmaya yüz tutan bu üzüm türü, 1950’lerde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin gayretleri ile yeniden canlandırılmış ve Türkiye’nin en iyi kırmızı şarap üretilen üzümleri arasında yer almış.


Sofralık olmayan bu üzüm, halen 6 fabrika tarafından işlenmekte. Yolunuz düşerse, bu fabrikalardan birini ziyaret ederek üzümün şaraba dönüşmesi süreci hakkında bilgi alabilirsiniz.


Ne Alınır?


Kalecik’te öyle çok özel, “anı” değeri olabilecek eserler bulunmamakta. Ancak, Kalecik ayvası gerçekten çok güzel. Eğer kışa doğru giderseniz almanızı öneririm. Kalecik’in domatesi de gerçekten son derece lezzetli. Ancak, raf ömrü pek uzun olmadığı için iç piyasada satılamıyor. Uygun bir mevsimde yolunuz düşerse birkaç günlük tüketiminizi karşılayabilirsiniz. Cevizli börek ve ekşi mayadan yapılan ekmek de Kalecik’ten alınabilecek ürünler arasında bulunmakta. Özellikle ekmeğin çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim.


Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...
YAZI: M.Bülent Varlık FOTOĞRAFLAR: Tempo Tur Arşiv