Bir Kasım günü Kurban
Bayramında Dubrovnik’teydik. Hırvatistan henüz Avrupa Birliği’ne
girmemişti, ama gireceği kesindi. Biz de vize çilesi çekmeden soluğu
Dubrovnik’te aldık. Amaç gezmek fotoğraf çekmek olunca mevsim Sonbaharda düştük
yollara ve hiç pişman olmadık.
Dubrovnik ya da eski adıyla
Ragusa, Hırvatistan'ın Adriyatik Denizi
sahilinde bulunan, Orta Çağdan kalma
tarihi eserleri ile ünlü şehridir.
Hırvatistan 'ın 1991'de Yugoslavya'dan
ayrılışı sırasında çıkan iç savaşta, Sırp
saldırıları nedeniyle şehirdeki tarihi
eserler önemli ölçüde zarar görmüş veUNESCO'nun
başlattığı restorasyon çalışmaları ile de 2005 yılı itibariyle eski görünümünü büyük ölçüde kazanmıştır.
Yeni şehir de Lapad bölgesinde
deniz kıyısında güzel bir otel de konaklayıp araç girmeyen Eski Şehir de
yürüdük, fotoğraflar çektik.
Eski Şehir yani Stari Grad uzun
ve yüksek sur duvarları ile çevrili. Bu sur duvarlarının Avrupa’nın en güçlüsü
olduğu ve hatta Çin Seddi’nden sonra uzun süredir ayakta kalabilen 2. Şehir
duvarı olduğu söyleniyor. Girişlerde sur duvarları üzerinde şehri koruduğuna
inanılan azizlerin kabartma heykelleri var. Azizleri bilmiyorum ama
Dubrovniklilerin yıllardır Stari Grad’ı özenle korudukları kesin.
Pile kapısından girince iki
yönlü merdivenlerle yeni bir kapıya çıkılıyor ve bu kapıdan sonra karşınıza çıkan cadde limana kadar uzanıyor.
Burası Stari Grad’ın Stradun veya Placa denilen ana caddesi. Kapıdan girince caddenin başında solda şehir
duvarlarına çıkan bir merdiven göze çarpıyor ve hemen onun yanında Saint
Saviour kilisesi. Kilise kapalı olsa içeri girilemese de kapı üstündeki özgün detaylar dikkat çekici.
Girişte sağdaki büyükçe bir çeşme var. Daha
doğrusu çeşme kompleksi denilebilir. Etrafında bir sürü çeşmeler olan güzel bir
eser. Adı Onofrio Çeşmesi. Halk Çeşmesi de
deniliyor.
Taş döşeli ana cadde yağmur
yağdığında ışıl ışıl görünüyor. Çok yüründüğü çok aşındığı belli. Caddenin iki
yanında ark gibi meyilli küçük kanaletler, yağmur sularının akması için
düşünülmüş. Ama öyle bir meyil vermişler ki belli belirsiz.
Ana cadde sağlı sollu birbirine
benzeyen 3 katlı eski binalarla dolu. Bu binalarda balkon olmadığı dikkat
çekiyor. Büyük bir depremde caddeden geçenlerin üzerine balkonlardan parçalar
düşünce şehir yöneticileri düşünmüş taşınmış ve binaların ön cephelerine balkon
yapılmasını yasaklamışlar. Böylece depremlerde balkonlardan düşecek parçalardan
halkın zarar görmesi engellenmek istenmiş.
Binaların ilk katlarında
dükkanlar yer almakta. Bu dükkanlar da aradığınız herşey var. Ama turistik
yerlerde olduğu gibi daha çok hediyelik eşyalar tabi.
Binaların orta katları yaşam
alanları, en üst katları ise mutfaktan
oluşmakta. Eski dönemlerde şehirde yangınlar genelde mutfaktaki ateşten
çıktığından ve ve üst katlara yayıldığından
yine böyle ağır bir yangın zararından sonra şehir yöneticileri ve ileri
gelenleri mutfakların en üst kata
yapılmasına karar vermişler. Böylece örneğin geceleri çıkabilecek yangınlarda
evde yaşayanlara canlarını kurtarmaları için zaman kazandırmak istenmiş.
Yine eski zamanlar da zanaat ve
zanaatçıları kontrol etmek için de her bir zanaat için ayrı sokaklar tahsis
edilmiş. Avrupa’nın diğer yerlerinden sürülen küçük bir zanaat grubu için de
ayrı bir sokak ayrılmış.
Ana caddeye sağdan paralel bir
diğer sokak ta ilerlerken karşınıza denizcilerin kilisesi çıkıyor. Stari
Grad’da bunun gibi daha pek çok kilise bulunmakta. Buradan soldan devam edip
tekrar ana caddeye daha doğrusu caddenin bittiği meydana çıkıyorsunuz. Artık
eski Dubrovnik’in yönetim merkezindesiniz. Meydan da Rektor’un Sarayı var Bugün
Memorial Room olarak kullanılıyor yani savaşı unutturmamayı ve savaştaki
kayıpları hatırlatmaya hizmet veriyor. Kayıpların fotoğraflarıyla dolu. Hüzünlü
tabi. Hepsi o kadar genç ki…
Rektorun Sarayı’nın yanından
deniz kıyısına çıkılıyor. Burada kırmızı fenerin dibin de banka oturup
yorgunluk atılabilir ve manzaranın tadı çıkarılabilir ya da kısa bir yürüyüşle
kayalıklara çıkılabilir ya da kayalıklara çıkmadan daha sağdan bir başka
kapıdan şehre girip ok işaretlerini takip edilerek Akvaryuma çıkılabilir. Bu
küçük ama güzel Akvaryumu gezdikten sonra aynı yoldan aynı deniz kapısından
meydana dönün. Hemen bu kapının yanında yükselen Çan Kulesi’nde 4 ayrı çan var.
Bu 4 ayrı çan şehirdekilere farklı alarmlar vermekte kullanılıyormuş. Biri
yangını, biri şehre yapılan bir saldırıyı bir diğeri şehirdeki önemli sosyal
olayları haber vermekte kullanılıyormuş.
Bu meydan da bir çeşme var. Ama
bu Kraliyet Çeşmesi. Ayrıca Treasury Kilisesi ve hemen yanında bir başka kilise
daha dikkat çekmektedir. Pek çok kaynakta Eski şehir de toplam 17 adet kilise
olduğu da söylenmektedir. Kiliselerin yanında bu meydan da sağlı sollu nereye
bakılırsa gotik Rönesans tarihi yapılarla doludur.
Bu tarihi yapılardan biri
Kültürel Tarih Müzesi olarak düzenlenmiştir. Müzeden kombine bilet alarak diğer
müzeler de gezilebilir. Örneğin 3’lü kombine bilet alarak hem Kültürel Tarih
Müzesi hem Denizcilik Müzesi hem de Etnografya Müzesi gezilebilir. Her üç müze
de küçük ama çok başarılı bir şekilde düzenlenmiştir. Sergilenen eserler ve
düzenlemelerde kullanılan materyallerle son derece özgündür. Dubrovniklilerin
eskiden beri denizci oldukları düşünülürse özellikle Akvaryum’un üzerinde yer
alan Denizcilik Müzesi’nin kaçırılmaması
gereken bir fırsat olduğu hemen anlaşılır. Dubrovnik 19. Yüzyılın başında
dünyanın dört bir yanına giden gemileri olan bir şirkete sahipti . Denizci
zengin aileler ve genç sahiplerinin ve başarılı kaptanlarının resimleri ile
dolu müze. Özellikle birinin kadın olması dikkat çekici. Çeşit çeşit gemilerin
maketleri de kesinlikle incelenmeye değer.
Bu arada Çan Kulesi’ndeki
çanları çalan ve Maro ile Baro adı verilen yeşil demir adamların hikayesi de
Kültürel Tarih Müzesinden öğrenilebilir ve şehir duvarlarına çıkarak üzerinden
Maro ile Baro’nun fotoğrafları çekilebilir. Ama şehir duvarlarına çıkmak için
küçük bir ücret ödemek gerekli ki kesinlikle
buna değer. Duvarlar da yürümek ve güzel manzaranın tadını çıkarmak
lazım. Şehir duvarlarından inip kaybolmaktan korkmadan ara sokaklara da dalmak
lazım. Her yer de kediler, sanki şehrin hakimi onlarmış gibi.
Sokaklarda yürüyüp fotoğraflar
çekerken istenirse yine ana cadde üzerindeki Françeskan kilisesi ve içindeki
eski eczane de gezilebilir. Bilinen en eski eczane olduğu söyleniyor.
Daha sonra tekrar meydana dönüp
meydanda ve ya meydana açılan ara sokaklardaki kafe restaurantlarda ünlü lezzet
ustası ve gezgin Mehmet Yaşin’in deyimiyle deniz ürünleriyle damak
çatlatılabilir. Piyano sesleri eşliğinde kahve içerek yorgunluk atılabilir.
Mideniz ve ruhunuz gerçek anlamda bayram edebilir.
Dubrovnik Stari Gradı hem özgün
dokusunu koruyabilmiş hem de modern hayata ayak uydurabilmiş yaşayan nadir
yerlerden biridir. Uzun şehir duvarları, tarihi binaları, müzeleri, kiliseleri,
dar sokakları ve benzerlerine Mardin’de rastlanabilecek evlerin altından geçen
kısa tünel sokakları, hala yaşanılan eski taş evleri ile etkileyici bir
taşkentir Stari Grad.Taşın sanatla dansı da güzeldir ve pek çok sanat galerisine sahiptir Dubrovnik. Şehir surlarının dışında ama hemen yakınındaki
Modern Sanatlar Müzesi de kesinlikle gezilmeye değer bir müzedir.
Sadece gündüzü değil gecesi de
etkileyicidir Eski Şehrin. Özellikle de 18 Kasım’da fener ve kandillerle
donatılmıştı sokaklar. Eskinin Rektorun Sarayı şimdinin Memorial Room‘unun önünde
ellerinde cam fanus içinde mumlar olan çocuklar sıralanmışlardı. O gün Bukovar
katliamının yıldönümüymüş meğer. Diliyoruz ki bu güzel çocuklar aynı acıları
yaşamazlar bir daha. Gezelim başka başka yerleri tanıyalım başka toplumları
başka kültürleri… Başkalıkları görmek tahammül etmek için…Barış içinde yaşamak
için…Bu dünya kimseye kalmaz…
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: SULTAN SARI
Gezmek insanda ruh zenginliği yaratıyor gerçekten. Gönül gözünle gezince, içindeki sınırlar kalkıyor, daha sevecen, daha anlayışlı oluyorsun hayata karşı. Fotoğraf gösterin de çok güzeldi. Yazın da bilgilendirici olmuş Sultan. Gezerken gördüklerini paylaşan yüreğine sağlık.
YanıtlaSil