Bu kabilenin yaşam alanına adım atar atmaz dikkatimi kadınların diğer kabilelerde görmediğim kadar gösteriş ve cazibezi çekiyor. Saç örgüleri ve üzerine sürdükleri kızıl karışımla artan bu cazibeye boncuklar ile yaptıkları değişik tarzdaki süslemeleri de ayrı bir değer katıyor.
Kısa ve bakır rengindeki saçlarıyla üzerlerine ilgi çekmeyi hak ediyorlar. Saçlarına kırmızı kil, reçine, tereyağı ve su karışımı içeren bir krem sürüyorlar. Saçın kalıp halinde kalmasını sağlamak için de düzenli olarak tereyağı sürüyorlarmış. Bu uygulamayı diğer kabilelerde görmedik. Ancak Namibya’ya gittiğimde bu işlemin aynısını Himba kabilesinde görmüştüm.
Güneşin batarken değişen renklerindeki coşkunun yansıması, kadınlar üzerinde etkin bir görüntü yaratıyor. Bu güzelliklerinin farkındalığı ile yüzlerine kondurdukları samimi ve içten gülücükleri ile etrafa ışık saçıyorlar. Renkli boncuklardan yapılmış dizlerine kadar inen boncuklu süslemeleri ile daha da albenileri yüksek.
Bazı kadınların boyunlarındaki demir halkalar dikkatimi çekiyor. Esente diye adlandırılan bu halkaları yalnızca bir erkeğin ilk karısı takabiliyor. Bir erkek dört kadınla evlenebiliyor ama diğerleri bu halkayı takamıyor. Bu da ilk eşe kabile içerisinde bir ayrıcalık ve sosyal statü sağlıyor.
Hamer kadın ve kızları, keçi derisi üzerine rengârenk boncuklarla ve deniz kabukları ile süsledikleri çok değişik bir üstlük giymekteler. Daha şık ve güzel görünmenin daha ılımlı ve akılcı bir yolu. Kırbaçlanmaktan çok daha iyi.
Kızların vücutları üzerindeki kırbaç izlerinin kendi rızası ile babasına ya da erkek kardeşine kendilerini kırbaçlatırmalarının sonucu olduğunu öğreniyorum. Kızların üzerinde ne yara izi var ise, acıya olan dayanıklılığı nedeniyle, erkekler tarafından tercih edilme nedeni oluyor ve bu da evlenmelerini kolaylaştırıyor.
Çitlerle çevrili sazlardan yapılmış kulübelerinin etrafı ter temiz. Köy geniş bir alanı kapladığından evler sık şekilde inşa edilmemiş ve birbirlerinden oldukça mesafeliler. Köyün rahat bir konumu var. Bu da, köye bir başka güzel görüntü veriyor.
En önemli geçim kaynakları hayvancılık ve arıcılık olan 50.000 nüfuslu Hamerler mevsimine göre değişen doğa şartlarına uygun olarak yarı göçebe bir hayat sürüyorlar.
Yalnızca kadınları değil erkekleri de kendilerine bakıyorlar. Giyim olarak sadece toga benzeri bir kumaş parçasına sarıp bedenlerin çok miktarda süslü takılar ve metaller takmayı ihmal etmiyorlar.
Hamer kabilesinde değişik ve çok eskiye dayanan eğlenceli bir gelenek var. Bu gelenek, erkek çocukların yetişkinliğe geçişi için yapılan "Boğa Atlama Töreni"dir. Belirli bir yaşa gelen erkek çocukların evlenmek ve statü elde etmeleri için düzenlenen bu törene, kadınların geleneksel şarkıları ve dansları eşliğinde boynuzdan yapılan bir boru öttürülerek başlanır.
Bu törene katılacak ergenliğe gelmiş gençler, Maza olarak adlandırılan kişiler tararfından sadece başının ortasında bir demet saç kalacak şekilde traş edilir ve günahlarını yıkamak için de kumla ovulur.
Şimdi geldi törenin en önemli bölümüne, yani boğaların üzerinden atlamaya. Ergen, kabile erkekleri tarafından tutulan yan yana dizili en az 5 adet boğanın üzerinden yürüyüp dört kez hatasız bir şekilde bunu yapmalıdır.
Başarılı olursa, ailesinin kendisi için seçtiği bir kızla evlenmeye, çocuklara ve sığırlara sahip olmaya hak kazanır. Gelinler için ödenen başlıklar genellikle oldukça yüksektir.
Peki ergen başaramaz ise ne olur?. Bir sonraki törene, yani seneye kadar bekler.
Hiç geçemez ise ne olacak? Bu konuda bir bilgim yok. Ancak insanoğlu bir kolayını bulmuştur diye düşünüyorum.
İşin ilginç tarafı ergenin anne, baba ve kardeşleri de kırbaçlanır. Köyün kızları da kendi istekleri ile kırbaçlanmaya katılırlar. Öyle ya vücutta ne kadar kırbaç yarası o kadar itibar.
Etiyopya gezimin sonu geldim. Bundan sonra dönüş başlıyor.
Burada kaldığımız süre içerisinde araçlarla 2.500 kilometreden fazla yol yaptık. Bu yaptığımız uzun yolculuk tamamen zamanda yapılmış bir yolculuk gibi idi. 21.yüzyıldan çok ama çok gerilerek giderek insanların bu günde o günleri yaşadığını canlı olarak izleme fırsatın bulduk.
İçinde yaşadığımız çağa bilisayar, nükleer, uzay ya da bilgi çağı gibi adlar verilirken hala bir kısım insanlar bu ülkede bu çağın dışında ve çok ama çok gerisinde yaşıyorlar.
Bir çok gezdim. Gelişmişini, gelişmekte olanını ya da geri kalmışını; ama böylesini görmedim. Böyle bir toplumun dünyada var olduğunu hayal bile edemezdim. Gördüklerim yüzüme inen bir tokat gibiydi. Ama gerçekti. Oraları görmeden bu yazdıklarımı anlamak çok zor. Ancak giderek ve görerek anlayabilirsiniz.
Sonunda Etiyopya gezisini tamamladık. Gördüklerimizi özetlersek; Etiyopya,
Homo Sapiens’in yani atalarımızın, 90 bin yıl önce ortaya çıktıkları ve buradan dünyaya yayıldıkları bir ülke,
1974 yılında Etiyopya Afar bölgesinde bulunan, öldüğünde 18-25 yaş aralığında olduğu belirlenen ve 3,2 milyon yaşındaki ünlü insanımsı (hominid) fosili Lucy'nin iskeletine ev sahipliği yapan ülke,
5000 yıl öncesine giden tarihi ile kadim bir ülke, aynı zamanda alfabesi olan birkaç ülkeden birisi,
Hristiyanlık için de son derece önemli bir ülke,
Afrika’da sömürgeleştirilememiş tek ülke.
Kahvenin ana vatanı.
Bana göre dünyanın en lezzetli ekmeği, Etiyopya’da yapılıyor.
Topraklarında bizim ilkel dediğimiz şartlarda yaşayan kabilelerin bol olduğu bir ülke.
Sizlere tüm gördüklerimi ve yaşadıklarımı yalnız bu yazılarımla anlatabilmem çok zor. İyisi mi siz kendiniz gidip görün oraları. Görünce bana hak vereceksiniz.
Hoşça kalın.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/
Fotoğraf Galerisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder