14 Eylül 2012 Cuma

Tarihin Başkenti: NİKSAR-1


Bu yazımızda az bilinen bir yöreye Niksar’a gideceğiz. Niksar, Tokat’a bağlı 33 bin nüfuslu bir ilçe. Ekonomisi bazı küçük sanayi kuruluşları olsa da ağırlıklı olarak tarıma dayanıyor. Son yıllarda ilçenin turizme kazandırılması için “Tarihin Başkenti: Niksar/Görmeyen Kalmasın” sloganı esas alınarak bazı çalışmalar yapılmaya başlanmış.

-Biraz Tarih-
Önce kısaca da olsa Niksar’ın tarihinden söz edelim. Karadeniz’i güney topraklarına bağlayan yol üzerinde bulunan Niksar’da Hititler, Persler, Pontuslular, Romalılar, Bizanslılar, Danişmendler, Selçuklular ve Osmanlılar hüküm sürmüş.

Kent, Pontus Krallığı döneminde “Caberia” adıyla anılmış. Romalılar döneminde ise “Diopolis”, “Sebaste” ve “Neocaeserea” adları kullanılmış. Evliya Çelebi’ye dayanılarak kentin adının “Nik Hisar” yani “iyi hisar” sözcüğünden türediği de rivayet olunmakta.

1890’larda Duyun-u Umumiye İdaresi’nin görevlisi olarak Niksar’a gelen Vital Cuinet La Turquie d’Asie adlı eserinde toplam nüfusun 21 bine yaklaştığını, kentte Müslümanların yanı sıra Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler ile Ortodoks Rumların da bulunduğunu kaydeder; kentte 10 cami ile birer Ermeni ve Rum ve kilisesi bulunduğunu, eğitimin 6 okulda sürdürüldüğünü belirtir.

-Nereleri Gezmeli?-
Olağanüstü güzellikte ve büyüklükte bir kalenin eteklerinde, tabanından Çanakçı Çayı’nın aktığı bir vadide kurulmuş olan Niksar’da günümüzde görülebilen eserlerin en eskileri Romalılar döneminden kalma. Daha sonra Danişmentliler, Selçuklular ve Osmanlılardan kalma eserler gelmekte.
  
Niksar gezilmesi oldukça kolay bir kent. Görülecek eserlerin önemli bir bölümü birbirine yakın konumda. Bu nedenle kent merkezindeki eserleri yürüyerek görmek mümkün.

Çöreğibüyük Cami adını portalin iki köşesinde yer alan ve Niksar’ın cevizli çöreğine benzetilen rozetlerden almış. Muhtemelen XIV. yüzyılda yapılan ve uzun süre dergah olarak kullanılan cami, 1939 Erzincan ve 1942 depremlerinde tamamen yıkılmış, sadece portalı ayakta kalmış, 1957’de de ihya edilmiş.


Portal kısmında en dikkati çeken nokta kitabe yerinin üstünde bulunan ön ayaklarını kıvırarak oturmuş, başını geriye çevirmiş bir geyik figürünün olması. Kapının hemen üstünde de ünlü İranlı şair Firdevsi’nin iki dizesi yer almakta. Bu veriler kanımızca Anadolu’nun kültürel geçmişinde rol alan unsurları son derece somut bir şekilde sergilemekte.


Caminin hemen yanı başında çok ilginç bir çeşme bulunmakta. Günümüzde Lülecizade Kardeşler Çeşmesi olarak bilinen eser 1920’lerde Harmancık Tepesi’ndeki nekropol alanından getirilen bir Roma lahdi ile yapılmış. Lahit kapağının iki yanında bulunan rölyeflerin birinde sürüsünü otlatan bir çoban, diğerinde ise inek sağan kadın tasvir edilmiş. Yeri gelmişken küçük bir hatırlatma yapalım: Lahitten bozularak yapılan bir diğer çeşmenin Seyit Battalgazi külliyesinde bulunduğunu yıllar önce yazmıştık.


Biraz ileride büyükçe bir meydana hakim konumda görkemli bir yapı olan Taş Bina yer almakta. Bina kısa bir süre önce restore edilmiş. Şimdilik gezme imkânının olmadığı konağın özellikle tavanlarının son derece dikkati çekici olduğu söylenmekte.


Hemen yakınlarda ise Hükümet Konağı bulunmakta. 1905-1907 arasında yaptırılan konak gerçekten çok gösterişli bir yapı. Bir zamanlar kütüphane olarak da kullanılmış. Birkaç yıl önce, yola hakim mermer bir çeşmenin iki yanından yükselen merdivenler ile ulaşılan konağın restorasyonuna başlanmış. Binanın çalışmalar bitince belediye başkanlığı ve kent müzesi olarak kullanılması planlanmakta.


Bu konağın bitişiğinde ise Taş Mektep yer almakta. Kitabesi olmadığı için yapım yılı bilinmeyen, ancak XIX. yüzyıl eseri olduğu tahmin edilen bu küçük yapı vaktiyle okul olarak kullanılıyormuş. Yapı halen Prof. Dr. Metin Sözen Kültür Evi olarak hizmet vermekte.


Devam ediyoruz. Biraz ileride muhtemelen XII. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş olan bir kümbetle karşılaşılmakta: Kırkkızlar Kümbeti. İki katlı olan kümbetin en önemli özelliği Anadolu’da az görülen tuğla işçiliğine sahip olması. Kapı ve pencere üstlerinde vaktiyle firuze çiniler varmış, ama şimdi birkaç yerde izleri sezilebiliyor.

Şimdi “böylesine özgün bir yapının mutlaka bir hikayesi vardır” diye düşündüğünüzü sanıyorum. Evet, tabii ki var. Hem de bir değil iki tane! Anlatmaya çalışalım:

Hikaye bu ya; vaktiyle zalim bir hükümdar varmış, halktan vergi üstüne vergi toplarmış. Bu duruma üzülen hükümdarın kızı 39 arkadaşıyla birlikte, toplanan vergileri bir şekilde hazineden çıkarıp halka iade edermiş. Bir gün durum öğrenilmiş. Bunun üzerine çok kızan zalim hükümdar kızını ve arkadaşlarını kümbetin olduğu yerde öldürtmüş. Ve halk da onların anısına bu tuğladan kümbeti yaptırmış.


Şimdi gelelim ikinci hikayeye. Artık ne zamansa, Türk askerleri Niksar kalesini muhasara altına almış. Uzun süren muhasara sırasında 40 kız, askerlere sevdalanmış ve onları kaleye almak için plan yapmış. Bu “ihanet” öğrenilince kızlar öldürülmüş. Yıllar sonra da Selçuklular yöreye hakim olunca kırk kızın anısına kümbeti yaptırmış! Burada da bir not ekleyelim: Selçuklu dönemi tuğla mimarisinin bir diğer güzel örneğini de Konya’da bulunan İplikçi Camii oluşturmakta.

Kırkızlar Kümbeti’den sonra hafif eğimli bir yoldan devam ederseniz Niksar kalesinin dış surlarının bazı bölümlerini görebilirsiniz. Burada kısa bir süre önce bir tünel bulunmuş. Henüz çok az bir kısmı temizlenebilen tünelin yukarıda kaleye doğru uzandığı, aşağıda ise Çanakçı çayına kadar indiği tahmin edilmekte. Daha sonra da yazacağız, Niksar’da her an bu tür sürprizlerle karşılaşmak mümkün.

Yürüyüşümüz sırasında tepelere doğru yaklaştık, şimdi aşağılara doğru inelim:

Anlatılan odur ki, yıllar yıllar önce çocuklar bir bahçede misket oynarken, birinin misketi yuvarlanıp bir çukura düşmüş. Misketi çıkarmak için toprağı eşelemeye başlamışlar. İşi biraz ilerletince karşılarına bir yapı çıkmış: Büyük Hamam! Günümüzde üzerinde apartmanların bulunduğu hamamın en az 500 yıllık bir geçmişinin olduğu tahmin edilmekte. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri olan hamam çok yakın bir zamana kadar faaliyetteymiş.


Öyle ki eğer gezme imkânınız olursa son kullanılan peştamalları bile görebilirsiniz! Şimdi kapanmış. Moloz taştan yapılan hamamın en dikkati çeken yanı, üç halvet hücresinde yer alan kurnalar. Sakın şaşırmayın hamamın yekpare taştan oyulan kurnaları Roma döneminden kalma! Bazalttan yapılmış kurnaların her birinin üzerinde son derece zarif rölyefler bulunmakta. Kurnaların birinin ön yüzünde üst tarafı çıplak peştamallı bir insan resmedilmiş. Kurnanın yan yüzlerinin birinde yırtıcı bir kuşun bir ördeği avlaması, diğer yüzünde ise kâse üzerinde profilden iki tavus kuşu görülmekte.


Niksar, bu aylık bu kadar. Kentte daha gezilecek çok yer, anlatılacak çok hikaye, tadına bakılacak yiyecekler, hediye olarak alınabilecekler var. Onlar da bir sonraki yazıda!

Bir başka rotada birlikte olmak dileğiyle...

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.Bülent Varlık /mbvarlik@gmail.com

1 yorum:

  1. bir solukt aokudum emeği geçen lere sonsuz müteşekkirim

    YanıtlaSil