25 Aralık 2016 Pazar

CANLARIN RAKSI

Bütün Bilgilere Sahip Olmak, Bilgeleşmek, 
Bize Ne Kadar da Tuhaf Geliyor değil mi? Ben her şeyim dediğinde ise aşkı tanımış oluyorsun, yine eskilere göre tüm varlıkların toplamısın; Kuşlar, böcekler, yapraklar, rüzgâr, tüm doğa.. sanki böylesi sanki daha anlaşılır. 
Zaire’nin Tanganika bölgesinde  yaşayan Tabva insanı da böyle düşünür; Çıplak sırtlarına V şeklinde çizilen iyinin ve kötünün haritasıyla yaşarlar,  ve sadece birini seçerler...  
Eski Mayalar Selamlaşırken “Lak’ech ala k’in” Derdi.
Yani “Ben, Senim” Demek!
Mevlana ise Buna Kestirmeden  Biz Diyor 
 Sanırım Bu Daha Sevimli...
Çatalhöyük İnsanı Atalarıyla Birlikte Olmak İçin
Mezarlarını Yaşadıkları Eve Gömerlerdi.
Yamyamlarsa Ölülerini, Kendi Vücutlarında  Yaşasın Diye Yiyorlardı.
Birlikte Olabilmenin Birçok Yolu Var ; Ama En Zoru Aşık Olmak



Pir Yolu &Vuslat Kapısı!

Pir Kapısının önü  ekmek kırıntılarını kapışan serçeler gibi cıvıl cıvıl insan dolu! O esnada arkamdan güvenlik beni çeviriyor, kimlik lütfen diyor.Aksilik işte bir türlü bulamıyorum, aralarında konuşuyorlar ,sonra beni aradıktan sonra buyurun beyefendi diyorlar, hayretler içinde Pir kapıya doğru yürüyorum. Buraya Küstehan Kapısı da derler, dervişlikleri kabul görmeyenler bu kapıdan terk ederlermiş dergahı.Varınca  boynum bükülüyor, derin bir mahcubiyet sarıyor  içimi..Yavaş yavaş ilerliyorum huzura.Hemen karşımda Gül suyu ve Demir Hindi şerbeti ikram ediyorlar Dervişan  Kapısı önünde,Allah kabul etsin diyorum aç karnına demeyip dikiyorum şerbeti bir dikişte.Daha önceden de içmiştim fakat bu seferki acı geldi, sanırım tarçını çok koymuşlar.İçinde zencefil havlucan ve karanfil tadı alıyorum.


Başımı döndürüyor bian şadırvanın yanına geçip oturuyorum.Bir süre sonra etrafa bir göz atıyorum, çevredeki kalabalık sanki azalmış ve  tören için mevlevi kıyafeti giymiş birkaç kişi geziniyor etrafta.Baygın halimi görünce bir yanıma geliyor,  yorgunluktandır diyor.Buyurun  diyor vekaretle.Sanırım müze görevlisi  diye düşünüp peşine takılıyorum sessizce.Pardon isim neydi diye soruyorum , bana  Naim derler, girişte kimliğini kaybeden siz miydiniz diye soruyor, sonrada cevabımı beklemeden ,biraz acemiyim kelamda kusur edersek ..deyip içeri giriyoruz. İçimden ona rehberim kendim de gezebilirim demek geliyor ama edeple susuyorum.

Zira  bu vakur halet  sizi konuşturmaz yalnızca dinlemeyi öğrenirsiniz burada. Çünkü yalnızca anlatmayı bilenlerin çok şey öğrenebileceği bir yer burası.Gözleriniz kapalıyken yalnızca kafanızın içini görmeyi deneyin  ;çünkü aklından geçenleri dize getiren ,gönlüyle düşünmeyi de başarabilirler; çünkü yüreğiniz  kafanızın için henüz dar sayılır.Bir değil onsekiz kapıdan geçseniz bile!
Mevlana'nın Mesnevi'si on sekiz beyitle başlar. Mevlevi dervişi olmak için tekkede on sekiz gün hizmet edilirdi. Sonra on sekiz mumlu hücrede on sekiz gün daha çile çekilirdi. Mahabarata on sekiz kitaptır. Besmele on sekiz harf. Kuzey mitoslarının birinci Tanrısı Odin, on sekiz şey biliyordu.Ve aşkın bedende filizlendiği en güzel yaş ,onsekiz hümetine! İşte başlıyoruz!

"Vakt-i şerif hayrola!  Kulûb-ı âşıkân küşâd ola!!…

"Derviştik zordur. Çileyi Kırmak ise hiç iyi değildir. Dervişlik ateşten gömlek, demirden leblebidir. Aç kalmak, haksız yere söz işitmek vardır. Kısacası Dervişlik Ölmeden önce ölmektir. Bunlara tahammül edebileceksen çileye soyun, yoksa yol yakınken çekip git. İkrardan dönenin mahşer günü yüzü kara olur"  diyorlardı dervişlik için dergah kapısına gelenlere. Buna rağmen Nev-niyâz üç günün sonunda 1001 gün çileye soyunmak istediğini beyan ederse, yani ikrar verirse, Nev-niyâz'a Can denilir ve 1001 gün sürecek çile  böylece başlardı diye anlatıyor Naim, sonrada dergahtaki günlük hayat hakkında epeyce konuşuyoruz.

Canların Vuslatı
Naim bana içeriyi gezdiriyor.Bildiklerimden ve bana anlatılanlardan aklımda kaldığı kadarıyla Dergahtaki içtimai yaşantı şöyle oluyor:

Dergaha girmenin ilk şartı  bahsettiğimiz kurallara uymak.Madem ki şartları kabul edip dergaha alınız o halde sıradaki aşama olan çile çıkarmayı bilmemiz gerekiyor.Tarikate girmek isteyenler "Çile" yi âsitânede çıkarırlardı. Farsça'dan dilimize geçen "Âsitân" kelimesi, " Padişahların dergahı; Nebilerin, velilerin kabirleri; gibi anlamlara geliyor. Ayrıca tarikat liderinin kabrinin bulunduğu yapı.Bu sebeble Âsitâneye "Huzur-u Pir" , "Pir Evi" de denilmiş.

Dergâh" ise Farsça "Kapı, kapı mahalli, eşik, tekke, toplanılacak yer," gibi anlam geliyor. Daha geniş anlamlara ve mahiyete sahip.Asitane dergahta bulunur ve içeriğinde bir çok manevi unsur bandırır.Naim bana dergahın 7 kapısı olduğunu söylüyor.
Her daim Kur’an okunan tilavet kapısından girildiğinde Huzur-u Pir (Mevlananın makamı)’e gidildiğini,  ve çerağ kapıdan çıkıldığını söylüyor.Burada Horosan Erleri, Kibâbü'l-Aktâb (Üç büyük Mevlevi )  makamı,Gümüş eşik , mescid ve  Sema'hâne görüyoruz.Çıkışta ise  Matbah-ı Şerif , Meydân-ı Şerif Odası, Derviş Hücreleri , Türbeler, Niyaz Penceresi , Hamüşan ,Neyzenler Mezarlığı , Şeb-i Arus Havuzu , Şadırvan ,Selsebili sırasıyla görüyoruz.
Mevlevi Mezar Taşları ve türbeleri ziyaret ediyoruz. Âsitânedeki Dört avluyu dolaşıyoruz. Birincisi 'Hadîkatu'l Ervah' (Ruhlar Bahçesi) İkincisi 'Hâmuşân; diğerleri ise   Kuzey ve Doğu Avlular diyor  Naim ve devam ediyor,
Dergahın çevresinde hücrelerce gelince bu hücreler 1001 gün çilesini tamamlayan dedelere verilirmiş ve kendilerine "Hücre nişin" ve "Dede" denilirmiş. Bunlar çileyi aşka dönüştüren gönül erbaplarıymış diyor Naim  huşu içinde. Ama en çok Şeb-i Arusu merak ediyorum.Elimdeki kent rehberinden okuduğum kadarıyla, Şeb-i Arus; 
                                            
Şeb-i Arûs Nedir?
Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü”müş.Çünkü  Mevlânâ ölümünü “Şeb-i Arûs” “Sevgiliye kavuşma” günü olarak kabullenmişti. Şeb-i Arûs; Mevlânâ’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. Şeb, Farsça; Leyle, Arapça “gece” demek olduğu için tabirlerin ikisi de aynı manâya delâlet ediyor.

Vuslat, Od , Ağu ve Çile…

Biraz önce Dergaha kabulun ön şartı olan çileden bahsetmiştik.Şimdi ise  gel gelelim çile çekmekten muradın ne olduğuna; Naim çileyi şöyle tanımlıyor:
Çile çekmek nefis terbiyesinin önemli şartlarından biri ;fakat çileyle birlikte eğitilen nefsin kıvama geldiğini en iyi raksederek görebilirsiniz, tıpkı pervanenin ateşin etrafındaki dönüşü gibi.Bu dönüşün kendine has bir adab-ı muaşeratı bulunurdu.Bu adabın en rakkase yansıması Sema yapmaktı. Naimden dayanamayıp birazda sema hakkında bilgi istiyorum. Tebessüm ederek hay hay diyor.

Sem’a
Semâ’, lügatte işitmek anlamına geliyormuş Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmek kastediliyor. Sema’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifâde ediyormuş. Tabi Sema’nın öncesinde sıkı bir eğitimden geçmek şartmış.Naim diyor ki  diyor ki; Öncelikle Semâ talimine yeni başlayan Can, çıplak ayakla "Semâ talim çivisi"nin veya "Semâ meşk tahtası"nın yanına gelir, baş keser, sonra sol dizini yere koyar, sağ dizini bükerek çökerdi. Çivi ile görüştükten (çiviyi öptükten) sonra, bir miktar tuzu, parmaklarının arasını pişirsin ve yara olmasını önlesin diye, destur çekerek çivinin bulunduğu yere dökerdi. Sonra ayağa kalkar, sol ayağının baş parmağı ile, yanındaki parmağının arasına talim çivisini yerleştirirdi. Dökülen tuz, sol ayağının dönüş sırasında rahat kakmasını da sağlamış olurdu.Semâzenin sol ayağına "direk", sağ ayağına ise "çark' denilirdi. Direk denilen sol ayak yerinden hiç kaldırılmaz ve diz hiç bükülmezdi. Çark direğin etrafında , çivi merkez olmak üzere, sağ ayağını, sol dizinin hizasına kadar kaldırdıktan sonra, sol ayağı merkezde kalmak üzere, vücudunu 360 derece döndürür ve sağ ayağını yine kaldırdığı aynı yere gelmek üzere yere basardı. Böylece vücut, kendi ekseni etrafında bir tur atmış olurdu ki buna, "Çark atmak" denilirdi. Bu hareket 180 derecelik dönüşlerle de yapılırdı ki, buna "Yarım Çark" denilirdi. Semaya başlayanlara önce yarım çark atmak öğretilir, sonra tam çark atmaya geçilirdi. Bu alıştırma, semâzenler çivisiz devir yapmayı öğreninceye kadar devam ederdi. Direği, yerde sürümeden sabit tutarak çark atmaya, "direk tutma" denilirdi.
Artık eğitim hakkında bilgi aldığımıza göre şimdi de Sema’nın icra edildiği törenden de biraz  bahsetmekte yarar var.
Sema’ Töreni, “Nâ’t-ı Şerîf’le başlarmış. Nâ’t-ı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi Hz.Muhammed’i öven, Hz.Mevlânâ’nın bir şiiriymiş.
Na’t’i, kudüm darbları izler. Bu Yüce Yaratıcı’nın kâinata “ol” emridir. İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir.
Na’’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder.
Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakkamını temsil edermiş Böylece Allah’ın birliğine şehadet edermiş.
Semâzenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema’a başlarlarmış.
Sema’, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir. Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizâmı temin edermiş.
5 Selam& 7 Kapı
I.Selâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesi
II.Selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde edişi
III.Selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesi
IV.Selâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yani kulluğa dönüşü gibi anlamlara geliyormuş.. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur.
 IV.Selâm’ın başlaması ile “postnişîn” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer. Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Semâ’ı” denir.En sonunda da  Kur’an-ı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerîf” okunur. Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer..Ancak sema burada bahsettiğimiz kadar kolay bir hüner değil.Sema ya katılacak  canlar önce sıkı bir eğitimden geçirilirmiş.

Semanın içinde   zikire dair bazı detaylar olsa bile zikir aslında başlı başına geniş bir konu, bu konunun inceliklerini  de yine  Naimden dinleyelim.
Zikir, Allah'ın isminin veya isimlerinden birkaçının tekrarlanması demek. Sabah namazlarından sonra, ihya geceleri denilen pazar ve perşembe geceleri ile, kandillerde yatsı namazından sonra yapılır. Zikirler eğer zikir tesbihleri ile yapılırsa "Halkaya girmek" denilirmiş. 
Zikir yapılacağı zamanlarda Şeyh mihrabın önüne serilen kırmızı postun üzerine sırtı mihraba, yüzü cemaata dönük olarak otururdu. Dervişler ise daire şeklinde (Halka halinde) yere diz çökerek otururlardı. Oturma işlemi bitince, bir derviş zikir tesbihini getirir, imamesini öperek Şeyh'e verir, sonra da diğer tesbih tanelerini halka halinde yere sererdi. Dervişler kendi önlerinde olan tesbih tanesini öperek ellerine alırlardı.
Zikir Tesbihi daha çok abanoz, ceviz veya ıhlamur ağacından yapılırdı. Teşbihlerin taneleri iri, adedi ise 1001 olurdu. Tesbihin imamesi ve durakları "Mevlevi Sikkesi" şeklinde yapılırdı.
Zikir Şeyh'in Besmele çektikten sonra, yüksek sesle "Allah" demesiyle başlardı. Dervişler her Allah dedikten sonra, ellerindeki tesbih tanesini sağa doğru yürüterek, kendi sağında oturan dervişe devrederdi.
Mukaddes Kitapta kalplerin ancak Allah'ı anmakla tatmin olacağından bahsediyor.Zaten Yaşamın eksik bıraktıkları değil midir bize düş gördüren? Bunalımlı  insanları alışveriş mağzalarında daha sık görürüz kadınların alışverişi bırakamama nedeni de sanırım bu olsa gerek , kalplerini gerçek bir yaşam kaynağıyla doldurmadıkları müddetçe, ihtiyaçlarının parlak vitrinlerde satıldığını düşünmeye devam edecekler...nedeni kendilerine karşı yabancı olmalarından kaynaklanır.Çağımızdaki yüzeysel insanların kronik hastalığıdır tekdüzelik, derinde ve yükseklikten korkma olarak başlar ve kapalı mekan fobisine kadar izimizi sürer!
Dergahta Sıradan Bir Gün: 
Dergahta Mevlevi dervişlerinin sosyal yaşam alanı olarak genelde Meydan-ı Şerif kullanılıyormuş.Günlük ödevler yerine getirilip de nefis söz dinlemeye başlayınca  bu sefer kısa bir mola için Meydan-ı Şerif tercih edilirmiş.
Mesela , Meydân-ı Şerife girenler yerlerine yerleşince, dışarı meydancısı, üstünde bir lokmalık ekmek parçalarının olduğu bir tepsi ile içeriye girerlermiş. Tepsideki ekmek parçalarını önce tarikatçı başına, sonra sağ tarafta oturanlara, daha sonra ise sol tarafta oturanlara yere diz çökerek sunarmış. Sunulan bu kuru ekmek parçalarına "çörek" denilir ve  çörek istemeyen dedeler şahadet parmağı ile tepsiye dokunup, parmağını biraz öne eğerek öpermiş. Dışarı meydancı "çörek" denilen bu ekmek parçalarından alanlara, Meydân-ı Şerifin hemen girişinde bulunan kahve ocağından sade kahve getirirmiş.
Meydân-ı Şerifte çörekler yenilir, kahveler içilir, idari meseleler görüşülürdü. Suçlu olanlara verilecek cezalar ile, yükseleceklere verilecek makam ve mevkiler burada tebliğ edilirdi. Mevlânâ'nın ölüm yıldönümlerinde havanın iyi olmadığı zamanlarda ise, "Şeb-i Arüs" töreni burada yapılırmış.
Çörekler yenilip, kahveler içildikten ve fincanlar toplandıktan sonra kalplerini boşaltırlar, ellerinin parmakları biraz açık halde, bellerine dayarlar, gözlerini yumarlar ve "Murakebe"ye dalarlardı. Bir müddet sonra tarikatçı Eüzü Besmeleyle Nasr Sûresini  okur, "Fatiha" der
Fatiha okunduktan sona şu gülbânk çekilirdi;
"Vakt-i şerif hayrola, hayırlar fethola, şerler defola, kulûb-ı âşıkân küşâd ola, demler safâlar ziyâde ola, sahibü'l hayratın rûh-ı revânları şâd ü handan ola, dem-i Hazret-i Mevtana sırr-ı Şems-i Tebrizî, Kerem-i İmâm-i Ali Hû diyelim"
Gülbânktan sonra uzatılarak "hûûû" denir, hep beraber yer öpülerek kalkılırdı, önce tarikatçı başı kapıya kadar gelir, Meydân-ı Şerife dönerek baş keserdi (selam verirdi). Meydân-ı Şerîf odasında bulunanlarda, onunla birlikte baş keserlerdi. Sonra tek tek odadan, odaya arkalarını dönmeden çıkarlardı.
Meydan-ı Şerif üstlendiği özel konumu gereği olarak nasıl önemli bir rol oynuyorsa , Dergah mutfağı da canların eğitiminde o denli önemli bir özelliğe sahipti.     
Canlar Odası & Ateş-baz Veli 
Dergahta iki tane mutfak vardı. Biri eski mutfak olup, kuzeydeki bahçede, Çelebi dairesinin yanındadır. İkincisi ise batıdaki avlunun güney batı köşesindedir. Meydân-ı Şerif ile birkaç odacığa bitişiktir. Bodrumunda kiler bulunan bu önemli yapı, tam teşekküllüdür. "Ocakbaşı", yemek yenen "Somatlık" gibi, hizmetlilerin kaldığı "Canlar Odası" da buradadır.
"Mutfak" hem aşın hem de tarikata girmek isteyen adayın kontrol edilip, ruhen pişirildiği gözde mekândır. Mübârek tutulur. Adayın kendisini denemek için belli bir süre kaldığı postun bulunduğu seki de mutfağın önemli müştemilatındandır. Mutfağın en yetkili yöneticisi, son derecede önemli makama sahip bulunan "Ateş-baz Velî" ünvanıyla anılan şahıstır. Adayın kontrollerle liyakat derecesini o tayin ederek, kalıp kalmayacağını o teklif eder idi. Onayı alana hücrede yer gösterilirdi. Dervişliğe kabul edilen kişiye "Sema" talimleri de Somatlık'daki  bu özel yerde yaptırılırdı.

Dergahın manevi havasından aldığım lezzet fevkalade! Ziyarete doyamıyorum, hele mutfak kısmını da gezdikten sonra  açlıktan olsa gerek başım iyice dönmeye başlıyor, kendime gelmem için Naim beni şadırvana götürüyor, yüzüme biraz su çarpıp kendime geleyim diyorum, sonrada tansiyonum düşsün diye gözlerimi biraz kapatıyorum.İçimden Naime ayıp olmuyodur inşallah diye geçiriyorum ama feci uyku  bastırıyor bu seferde , göz kapaklarım ağırlaşıyor.
Ama dışarıdaki sesleri duyuyorum hayel meyal!Soruyorlar ;Sen ne içtin diye?
Ansızın  dilim çözülüyor ve  sayıklarcasına  şöyle cevap veriyorum;

Düşüp bayılmışım ! göksel bir deniz içinde,
Yıldızları mahi bilmişim; hikmet kadehinden içince!
Sorarım şu  çerağcıya  uyanır mıyım  
sarhoşluğum geçince?

Yıldızlar ki burnumun dibinden,
Mahiler kalbimin içinden,
Cehennemsi sesler 
Esfelüs ‘Safilinden,
Melekler hakkın rahmetinden,
Münkerden ve de Nekirden,
Erilden ve dişiden..

Bir müddet sonra omzuma dokunan bir el ile irkiliyorum.Beyfendi kapatıyoruz diyor, gözümü açtığımda kendimi şadırvanın yanında uyuşmuş bir halde buldum, akşam olmuştu.Gözlerim biara naimi aradı ama herkes gitmişti.Çıkarken güvenlik bana Cengiz bey siz misiniz diye sordu.Evet deyince şadırvanda kimliğinizi bulduk , buyurun dedi.Hala gözüm uykulu, vücudum soğuktan uyuşmuş.teşekkür edip ayrılıyorum dergahtan.kulağımda terennüm ve deli delişmen nağmeler Şemsi görmeye gidiyorum ayaklarımı sürüyerek.Gönlüm ilham ile dolup vecde geliyor.Makama yaklaşırken  dolup taşıyor gönlüm .İçimden gelen naçizane duygularımı şöyle terennüm ediyorum:

Bari sen Söyle  Pir‘im! nedir bu iksirin envarı?
Dediler ki bu Cam-ı Nistidir.
Kadehi  ise can gibi haki ve de  diridir,
Hergiz kim ola ,

Düşüre bu kulluk kadehini  elinden,
Cam-ı Nisti kadehinde kor gibi eriyecektir,
Hergiz düşüre teslimiyet  kadehini elinden,
İblise uşak olur, asılıp da belinden,

Hergiz kim ola düşüre şükür kadehini elinden,
Mütmain olmaz sefih gönlü, 
            Abraş Dilinden,
Ve de nasibi olmaz Aynel Yakinden,
Ve de kim düşüre çalışmak kadehini elinden,
Ölesiye muzdarip olur 
            El Açıp Kederinden,
Ve de kim düşüre Umut Kadehini Elinden,
Yeisle bühtan olur can-u derinden ..
                                                               Devam edecek…..

Yazı ve fotoğraflar: Cengiz ÖZTÜRK

29 Kasım 2016 Salı

7 TEPELİ ŞEHİR ROMA




…Kürekleri elden bırakmak deliliktir, dedim!
-Öyleyse bana delice olmayan bir serüven anlat dedi… 

Az daha gezmek ! diyecektim ama;
Kendimi tutamayıp ; son anda ıslık çalmak  dedim! 
Neredeyse içimdeki sesi buna inandırmayı başarıp Gökkuşağı'nın altından tam geçiyordum ki tiz  bir sesle irkildim.. Gözlerimi ovuşturduğumda vagon görevlisi son istasyona geldiğimizi söyleyip homurdanıyordu, tam inerken yanımdaki adama bana ne dedi öyle diye sorunca:
-Sana ıslık bile çaldı ama yine uyanmak nedir bilmedin diye gülümsedi Venedik'li..


Ben doğru yere yere geldiğimi biraz da koklayarak anlarım, çünkü koku görselden daha sahici gelir.Kadınları ve şehirleri kokularından tanırım makyajsız ve yalın olurlarsa.Buraya geldiğimde de böyle oldu ;Mayasız ekmek  ve keskin bir şarap kokusu geliyordu hüzünlü Şapel'lerden.
Burası bildiğin deniz kokuyor! ıslak balık ve biraz yosun. Deltaları geride bırakıp  her tarafında kanallarla kaplı gondolları ve tekneleri görünce  hala uykuda olduğumu düşündüm, aslında bu durum her gün farklı yatakta uyananların başına sık sık gelir ; fakat yıldızları sayanlardan öğrendiğim en iyi şey yolun sonunu görene kadar hep sabretmek olmuştur.
Burada kendinden emin krem renkli Okapiptusları göremezsiniz, ne de gözlerinizi şenlendiren kavuniçi firavun incirlerine rastlarsınız hatta tanıdık çangal boynuzlu katmer siyahı bir bozkır mandası bile yoktur. 
Sadece bronz çelikten dokunmuş esrik gonkları ve sararmış su kemerleriyle ortalıkta pek tekin olmayan  kilise kargaları vardır.
Jüpiter Tapınağına doğru yola çıkıyorum, düşsel bir zaman tünelinde yürürken aklıma birden isimler geliyor;
Sanatın dehaları Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Raffaello ,Boticelli, usta sanatçılar; başyapıtlara imza atan usta eller ;Bernini, Andrea Palladio  gibi usta mimarlar ve Dünyaca ünlü kalemler,Umberto Eco,  Giovanni Boccacio, Dante, Pinokyio Verdio, Petrarca, Carlo Goldoni .Ve unutulmaz bestelerin yıldızları Anton Vivaldi, Giusseppe Verdi …Ve operanın altın sesi Luciano Pavarotti, ve tabiî ki Bilimin öncüleri; Galileo ve yaşlı Plinius, matematkçi Arkhimedes, Cenovalı Kristof Kolomb gibi bilim insanları.


Derler ki ;
Romulosu burada kırkgün boyunca boz bir Etrüks Kurdu emzirdi!
Bundandır süt beyaz Arenaların dolunayda  heybetle göğsünü germesi, Lejyonların atını agora kalabalığına  hışımla sürmesi. Ne zaman dolunayı görsem içimden bir dilek tutarım ,ne de olsa bu kurt zamanında Kingan Dağlarına da uğramıştı,Göktürkleri de emzirmişti.
Bu kadar hayal yeter! Şimdilik ateşimi söndürüp  Kuzey Alplere doğru yola çıkıyorum, önce nehir kenarından topladığım yoncaları bir adak ağacına bağlayacağım  , sonrada şişemin içine hapsettiğim Kızılgerdan Kelebeğini azat edeceğim, daha özgürce dolaşmak için.Bu serüvenimde bana eşlik etmek isterseniz atımın arkasında bir kişilik yerim var.
Sıkı tutunun şimdi Roma gidiyoruz!!!


Alperin karlı zirvelerinden Sicilya’nın engebeli güney kıyılarına kadar 21 farklı bölgesiyle büyüleyici bir coğrafya İtalya.Burası Britanya'nın bozyeşili kırsal yerleşkelerine benzemez, nede Balkanların keskin steplerine burada rastlayabilirsiniz, her iyi Akdenizli buralarda engin maki bitki toplulukları ve bodur Akdeniz ağaç topluluklarının anavatanı olduğunu iyi bilir ancak öylesine geniş bir coğrafya ki burada özbir kardeş  Toscana ile Liguria dağ kasabalarının silüetleri bile birbirinden farklıdır. Apenninler ile Tiren Denizi arasında uzanan Lazio, volkanik göller, dağlar koyaklar üzüm bağları ve zeytinliklerle kaplı muhteşem kızıl topraklar ve Pontino bataklıkları. Ancak kendilerine soracak olursanız ziyaretçiler  için İtalya serüveni Campania’da sona ermelidir.Güney sahiller daha çok doğu Akdeniz ve Kuzey Afrikayı çağrıştırıyor.Eğer yeteri kadar vaktiniz varsa  size zengin bir gezi sepeti hazırlayabilirim, içi nede geleneksel lezzetleri serpiştirebilirim. Örneğin Parma’nın enfes Jambon ve peynir çeşitlerini tatmalısınız Modena’nın balzamik sirkesi, Bologna’nın yıllanmış şarapları, Perugia’da  meşhur Baci çikolataları, Norcia’da trüf mantarları denemeye değer.Toscana’nın dillere destan zeytinyağı ile üzerine tavuk ciğeri sürülmüş bir Crostini alla Toscana’ya ne dersiniz?
Eğer bağbozumunda yolunuz buralara düşerse Sangiovese üzümlerinin tadına  da bakmayı unutmayın.

Eğer bu yazıyı okumak hoşunuza giderse  yazının sonunda size iyi bir Noel Keki tarifi verebilirim.Hatta damağınıza güveniyorsanız yazı bitimine diğer alternatif lezzetlerden biraz daha bahsedebilirim.Fakat tabiki Etrüksün fevkalade zengin iç görsele sahip müzeleri, Cerveteri’nin ölüler kenti Tarquinia mezarları ve de Orvieto  Nekropoli için vakit ayırmayı ihmal etmeyin.Yada Agrigento, Sicilyadaki Tapınaklar Vadisi fazlasıyla ilginizi çekecektir.
3 bin yılık bir döneme yayılan İtalyan mimarisinde Etrüks ve Roma yapılarında Romaneks ve Gotik, Norman, Arap ve Bizans tarzları olağanüstü zerafetiyle kendisini gösterir.
Başlamadan önce bilgilerimizi tazeleyelim,İtalya isminin köklerini araştırıyoruz
"İtalya" ismi oldukca eskilere dayanıyor; Eski yunanlılar bulunduğu yöne dayanarak Esperia yani "Batı Ülkesi" olarak adlandırmışlardır. Zamanla bu ismin yerini bugünkü ismi olan İtalya'ya bırakmış. İtalia (anlamı "dana" olan  Latince vitilus kelimesinden türediğini düşünüyorum) kelimesi önceleri sadece Calabria bölgesinde kullanılıp "danaların bulunduğu ülke" veya büyük bir ihtimalle "danalara tapılan ülke" anlamına gelmekteydi. Daha sonraları Romalıların ülke sınırlarını genişletmesiyle bu isim bütün yarımada için kullanılmıştır.
İtalya toprakları iklim ve yeryüzü şekilleri bakımından belirgin bir biçimde iki bölgeye ayrılır. Birinci bölge; Fransa, İsviçre, Avusturya ve Slovenya sınırlarını içine alan ve karasal iklime sahip olan Alp dağlarının bulunduğu, bölge. İkincisi ise üç tarafı İyon, Adriyatik, Akdeniz, Ligure ve Tiran denizleri ile çevrili.
Bölgenin neredeyse belkemiği durumunda olan Alpler ve Apeninler, dördüncü jeolojik zamanda oluşumunu tamamlıyor. Volkanik hareketler, aktif olan Sicilya'daki Etna yanardağından itibaren Kuzeye çıktıkça özellikle yıkıcı depremlerle kendini hala gösterir. 
Kuzey İtalya'yı tamamen çevreleyen Alplerin Güney yamaçları İtalya'ya ait olup Kuzey Bölgesine göre daha dik yamaçlara sahiptir. Bu Bölge; Batıda Liguria Bölgesindeki Cadibona tepelerinden başlayıp Doğuda, Slovenya sınırındaki Vrata tepelerinde son buluyor. 
İtalya, Kuzeydeki Alp dağlarında bile kendini hissettiren bir Akdeniz İklimine sahip. Ne kışlari aşırı soğuk, ne de yazları aşırı sıcak.
Toprakların büyük bir bölümünü oluşturan dağ ve tepeler iklimin oluşumunda önemli bir rol oynuyor.
İtalyadan Lazio’ya  
İtalya'nın, Lazio bölgesinin ve aynı zamanda Roma ilinin başkenti olarak biliniyor.  Toplam nufusu 2,645,907 civarında ve 20 m. rakımdaki Roma hem şehir hem de özel komün statüsü  taşıyor. Tiber ve Aniane nehirleri arasında ve Akdeniz'e çok yakın. Yaklaşık 2.7 milyon nüfuslu şehirde, Katoliklerin ruhani lideri Papa'nın yaşadığı bağımsız devlet Vatikan da yer alıyor. Bu sebeple Roma'ya bazı kaynaklar tarafından iki devletin başkenti de denilmekte.
Roma ayrıca İtalya'nın en kalabalık şehri ve 1285.3 km²lik yüzölçümüyle Avrupa'nın en geniş yüzeye yayılmış başkentlerinden birisi. 
75 milyar avroluk gelirle İtalya'nın toplam millî hasılasının %6.5'ini tek başına kazanır.
2800 yıllık şehir Roma başlıca 7 tepe üzerinde kuruludur. Bu tepeler :Palatino, Aventino, Campidoglio, 16.yy’akadar: Capitolinus, Quirinale, Viminale, Esquilino, Celio olarak bilinmektedir.
Roma da diğer tüm büyük merkezi şehirler gibi iyi ve kötüyü, ucuz ve pahalıyı, kolay ve zoru bir arada barındırıyor. Sokakları güvenilir sayılsa da başınızı beladan uzak tutmak için en azından İstanbul’da göstereceğiniz dikkati burada da göstermeniz gerekebilir. Yankesiciler ve dolandırıcıların bol olduğunu söylememe sanırım gerek yok. Bir çok tarihi yapıyı görmek için yüksek ücretler ödemeniz gerekse de belirli günlerde giriş ücreti alınmayan yerler de mevcut. Muazzam büyüklüğe ve kendine has bir karmaşaya sahip olan gladyatörler şehrini keşfetmek için bütçenize uygun bir Roma turu olabilir. Fırsatlara göz atmakta her zaman fayda vardır. Bu tür büyük merkezi yerleri rehber eşliğinde bir tur ile keşfetmek seyahatinizde zaman kazanmanızı sağlayabilir.
Kent İçin En İyi Başlangıç Noktaları:
Elinize kent haritası aldığınızda gördüğünüz turist ve tarihi zenginlik karşısında herkes aynı sorunu yaşar: Nereden başlamalıyım?
Bana sorarsanız kent için birden fazla başlangıç seçeneği olabilir, bunlardan birtanesi Capitolino Tepesi!
Capitolino Tepesi’nin güneyini taçlandıran kentin antik merkezi ,aynı zamanda Roma dünyasının sembolik kalbi olarak kabul edilir. Şehrin üç adet tapınağı bulunuyor, ancak bunlardan en meşhuru kuşkusuz Jupiter tapınağı, zaten Roma gezisi içinde iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Şehrin koruyucu tanrısı Jüpiter; Optimus Maximus’a ,akıl ve savaş tanrıçası Minerva’ya ve koruyucu tanrıça Juno Moneta’ya  adanmışlardır.
Eğer Roma gezinize iyi bir başlangıç yapmak niyetindeyseniz size tavsiyem 
İlk  durağınız olarak ; Capatiolina Tepesinden başlayın derim;
Adım Adım Capatiolina Tepesi; 
Vittorio Emanuele Anıtı, San Marco, Plazzia Venezia, Aracoeli Merdivenleri, Plazza Nuovo, Santa Maria in Arcacoeli, Plazza SenatorioJupiter Tapınağı, Terpeianus Kayası, Plazza Del Campidoglio sizlere enfes bir görsel sergileyecek.
Buradaki geziniz birkaç saat sürebilir ama elinizi eğer çabuk tutarsanız ikinci tarihi durak için de zaman ayırdığınıza memmun olacağınız antik romanın temelini teşkil eden izeleri  Forum ve Collesseo alanında tüm canlılığıyla görebilirsiniz.
Romada bir zamanlar siyasi, hukuki,sosyal ve ticari yaşamın odağı olan Forum ile Colleseo yeralır. İ.Ö.8 yy.’da Romayı kurduğu söylenen ve 400 yıldan fazla bir süre imparatorların yaşadığı Platino Tepesi Form’a  burada tepeden bakar.yakından görmek için alana Form dan giriş yaparsanız eğer ikinci durağımıza gelmişsiniz demektir.
İkinci durağınız olarak ;Colleseo’nun ve Form alanın bulunduğu antik merkezden yola çıkarak geziye başladınız .Burada Caesar Formu,Constantius Takı,Platanio,Augustus  ve Trajanus Formu,Piazza del Campidoglio, Mamertino Zindanı, Colleseo, Santa Maria Arcoeli, Capitolino Müzeleri ziyaret ederken keyifli anlar yaşayabilirsiniz.Eğer burada işimiz bittise sıradaki durağımıza geçiyoruz.
Üçüncü Durağımız olarak da; Vatikan ve Trastevere bölgesi doğru bir seçim olacaktır;
Vatikan bölgesi özellikle etraflıca işlenilmesi gereken bir konu.Buyüzden ben de öyle yaptım ve yukarıda saydığım gezi duraklarını daha etraflıca işleyebilmek için yukarıda kısaca bahsettikten sonra alt başlıklar şeklinde yazının ilerleyen kısımlarına koydum oradan okuyabilirsiniz.Şimdi rahat bir giriş yapmak için genel olarak bir ön bilgi verdikten sonra adım adım roma tanıtımına geçelim.
Roma en taze,parlak yüzünü haziran ,temmuz ve ağustos aylarında gösterir.Viktorya yeşili maki bitki topluluklarıyla çevrili  bu fantastik atmosfer coşmayanları coşturur, koşmayanları ise koşturur.
Mor çuha işlemeli, kenarı yaldızlı süslü bir yazma gibi Tiber nehrinde zamanın akışını sakince izlerken aklınıza bir zamanların deli delişmen toynak sesleriyle gümbürdeyen şimşekli form meydanları çıkıverir.
Telaşlı insan uğultularıyla yaşamın aktığı Agora Meydanlarından gösterişli Piazza romenekslerine kadar başdöndürücü bir kent olan Roma, bir taraftanda yakın bir arkadaş kadar size tanıdık gelir , İstanbula benzer birazcık.
Nasıl ki Istanbul’un farklı bir enerjisi ve kendine has bir yaşam tarzı varsa Roma da böyle bir şehirdir.Neticede şehir, aynı Istanbul gibi her tarafından tarih fışkıran bir yer olarak sizi yormadan herşeyi önünüze çıkarıyor. Benzetme yapmak gerekirse Taksim’den başlayıp Beyoğlu üzerinden tarihi yarımadaya inip geri döndüğünüzü düşünün. Mümkün mü? Elbette... ama çok yorulacağınız kesin!
Örneğin ViaVeneto’yu dik kesen sokaklardan batıya doğru kendinizi saldığınızda ünlü “İspanyol Merdivenleri”nin üst tarafına gelirsiniz. Burası gerçekten Roma’nın enteresan noktalarından biridir. Oturup bir sigara içmekte, birkaç fotoğraf çektirmekte fayda var. “İspanyol Merdivenleri”nin alt tarafı da “İspanyol Meydanı”. Buradan Tiber Nehri’ne doğru yürüseniz hem alışveriş için güzel bir rota olur hem de kendinizi St.Angelo Kalesi ve Vatikan’a ulaşmış bulursunuz. Eğer saat yönünün tersine ara sokaklardan yürüseniz kendinizi ünlü “Aşk Çeşmesi - Trevi”de bulursunuz. Burası belki de Roma denince akla gelen en turistik yerlerden biri. Çeşmeyi arkanıza alıp omzunuzun üstünden havuza para atarsanız tekrar Roma’ya geleceğiniz söylenir. Burayı hem gündüz hem de gece görmenizi tavsiye ederim.
Bu bölge bizim Sultanahmet gibi olduğu için yürümeye ve keşfetmeye devam edin. Roma Tanrılarının Kutsal Tapınağı Pantheon’u da gördükten sonra “NavonaMeydanı”nda soluklanabilir, burada bulunan cafe ve restaurantlarda ister birşeyler atıştırabilir isterseniz sıkı bir espresso içebilirsiniz. Vaktiniz varsa Pantheon’un içine mutlaka girin ve yekpare kubbesinde bulunan “Tanrını Gözü”nü görün. 
Buradan yürümeye devam ederseniz sırasıyla “Venedik Meydanı”na ardından Roma İmparatorluğunun siyasi ve dini merkezi olan “Roman Forum”u üzerinden Roma’nın simgesi “Colosseum”a ulaşırsınız. Yılın belli aylarında bakım için kapalı olan bu muhteşem yapı aslında hayal ettiğiniz gibi değildir. Altın günlerinde tahta ve kumla kaplı olan zemin bugün yoktur ve bodrumunda bulunan holleri görürsünüz. Etrafta fotoğraf çektirebileceğiniz eski kıyafetli Roma komutanları sizi bekliyor olacaktır.
“Colosseum”un etrafında doğru dürüst cafe olmadığı için hızlıca merkeze dönmeniz ve bir mola daha almanız mantıklı olacaktır. ViaNazionale üzerinden Via Milano’ya çıkıp “QuirinalTepesi”ne ulaşabilirsiniz. Aaaa... o da ne? Burası “İspanyol Merdivenleri”nin üst tarafı değil mi? Evet! Aynen öyle .. Zaten buraya ulaştığınızda veya bu rotayı her hangi bir noktadan başlayıp aynı yere döndüğünüzde inanılmaz yorgun olacaksınız. Keyifli bir yorgunluk olacağını da eklemek isterim.
Mutlaka gezilmesi gereken Vatikan’a gidin. Burası aslında fiziki sınırları olamayan ayrı bir devlet, Vatikan Devleti. Hıristiyanların ruhani lideri Papa’nın evi olan bu dünyanın en küçük devleti (110 hektar) aslında çok büyük bir katedral ve bunun etrafındaki binalardan (St.Sistine Şapeli, Papalık Sarayı vb) oluşuyor. Vatikan’ın belki de en renkli kareleri, “SwissGuards” isimli ve gerçekten İsviçreli olan korumaların bulunduğu kareler. Bu arada yanlış anlaşılmasın Vatikan enteresan bir yer. Bir kere ruhani açıdan farklı hissdeiyorsunuz. Üstelik hava şartları uygunsa kubbesine çıkıp Roma’ya havadan bakabilirsiniz.
Tüm bu gezmeleri yaparken yürümeyi tercih edin. Eğer çok üşengeçseniz otobüsler size yardımcı olacaktır. Metro sadece belli noktalarda olduğu için iyi bir çözüm değil. Taksi ise en son düşünülmesi gereken seçenek.
Öyleyse gelin bu şatafatlı kenti biraz yakından tanıyalım:
Roma 
Roma, Büyük Roma İmparatorluğunun merkezi ve İtalyanlar bu şehri büyük ölçüde korumayı başarmışlar. Şehrin muhtelif yerlerinde heykeller, çeşmeler, saraylar, bahçeler var, sadece dolaşması bile insanı büyülemeye yeten bir şehir. Roma hakkında iyi bir giriş yapmadan önce isterseniz panaromik bir meydan turuyla kenti ön bilgi olarak tanıyalım.Kulak dolgunluğu olarak önce meydanlardan başlayacacak ve sonra da kent bilgilendirmesine geçmek niyetindeyim.
Meydanlar:
En popüler noktalardan söz ederek başlayalım ki zevkli bir rota olsun değil mi? İşte başlıyoruz;
Şehrin kalbinin attığı yer, İspanyol Merdivenlerine de ev sahipliği yapan Piazza di Spagna; devasa Vittorio Emanuele 2 Anıtına ev sahipliği yapan Piazza Venezia; ortasında Bernini'nin eserlerini barındıran, etrafı tarihi binalarla çevrili Piazza Navona; mimari bir şaheser olan Pantheon Tapınağının bulunduğu Piazza della Rotonda; Musei Capitolini'nin bulunduğu ve olduğu gibi Michelangelo tarafından inşa edilen Piazza del Campidoglio; otantik pazarıyla turistlerin ilgisini çeken Campo de’ Fiorive Michelangelo'nun bir eserine ve Türk Büyükelçiliğine ev sahipliği yapan Piazza della Repubblica önem sırasına göre şehrin önde gelen gezilesi ve görülesi meydanlarıdır.
ÖNEMLİ YERLER:
Colosseum:

Kolezyum'un orijinal adı Amphitheatrum Flavium idi. Sık sık Flavium Amphitheater olarak da adlandırılırdı. Yapı Flavium Hanedanlığı döneminde yapıldığından, orijinal ismi bu uygarlığın adından gelir.
Tabiki Roma'nın olmazsa olmazı. Şehir içerisinde yürüyerek gidilebilecek bir konumda. İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan Flavianus Amfitiyatro olarak da bilinen Kolezyum bir arenadır. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS 72 yılında yapımına başlandı ve MS 80 yılında Titus döneminde tamamlandı. Daha sonraki değişiklikler Domitian hükümdarlığı zamanında yapılmıştır.
İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için ve biraz da kendi eğlenceleri için gladyatördövüşleri düzenlerdi. Bunlardan başka pek çok halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurdu. Kolezyum daha sonra barınma yeri, iş dükkânları, dini kışlalar, istiham, taş ocağı, Hıristiyan türbesi olarak çeşitli amaçlarla kullanıldı. Asıl adı Arena iken, sonradan, girişteki heykelin adını aldı. 
Colosseo’nun kullanıldığı dönem boyunca 300.000 kişinin öldürüldüğü bu arena da dünyanın neresinde idam cezası kalksa o tarihte colosseo’nun ışıkları 1 hafta boyunca gece gündüz açık bırakılıyormuş. İnsan insana karşı dövüşür anlarımda insanla hayvanı dövüştürmenin ne maksatla yapıldığını bir türlü anlamıyorum. Vahşi ve yırtıcı hayvanlar daha da saldırgan olsun diye karanlık odalarda günlerce aç bırakılıyor dövüş günü geldiğinde gösteri alanına salınarak gladyatör ile dövüşmesi eğlence anlamında izleyicilerin tezahuratı ile izleniyor. Eğer hayvana karşı dövüşü kazanıyorsa o gladyatör köle olmaktan kurtulabiliyor ve karşılığında kendisine tahta kılıç armağan ediliyormuş.
Colosseo’dan çıkıp ForoRomano ve Palatino’nun girişine gelmeden önce Konstantin Takı dikkat çekici. Bu Tak I.Konstantinin kazandığı zafer anısına dikilmiş bir anıttır. Bu tak’ın taklidi başka ülkelerde yapılmıştır. Benim bildiğim Paris’teki Etoile’dir.
ForoRomano eski Roma halkının yaşadığı alanmış. Romanın merkezi, çarşıları, yolları, devlet binaları zamanında buradaymış.
Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Kolezyum, Roma imaratorluğu'nun uzun zamandan beri ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma'nın en çok turist çeken yerlerinden biridir.
Ayrıca Roma Katolik Kilisesi ile yakın bağlantıya sahiptir.Paskalya öncesi Cuma günü Papa amfitiyatroda fener alayı düzenler.
Roma Forumu:

Coloseum ile birlikte Roman Forum'da aynı biletin kapsamına dahil ve tek bilet olarak geçiyor. Colloseum ve Roman Forum birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 2-3 saatlik bir sürede gezilebilmektedir.
Roma Forumu, Romalıların eski zamanlarda yaşadığı yer. Mutlaka ki bütün medeniyetler biyerlerde yaşadı fakat buranın güzel olmasının sebebi, çoğunun büyük ölçüde korunmuş ve şu anda gezilebiliyor olması. Forum'da o zamanki tapınaklar, kemerler hatta bazilikayı görmek mümkün. Tabi buraları gezerken o günkü gibi toz toprak içinde geziyor olmak da biraz olsun sizi o günlere götürüyor.Forumun yanında amfitiyatro olarak inşa edilmiş ama arena olarak kullanılmış, Roma'nın simgesi haline gelmiş yukarıda bahsettiğim Colosseo(Kolezyum) var. Önce Kolezyum'u gezip, oradan Forum'a oradan da Palatino'ya geçebilirsiniz. Oradan da PiazzadiVenezia'ya geçip VittorioEmanuele 2 anıtı görülüp Piazza del Campidoglio'dakiMuseiCapitolini gezilebilir bu da bir başka seçenek olabilir.
Roma Forumu yakından bakış
Arka planda Palatina Tepesi olan Roma Forumu. Ön sol tarafta bulunan kemer Septimius Severus Kemeri'dir, sağ tarafta ise üç sütunlu Vespasian ve Titus Tapınağı Satürn Tapınağı'nın önünde durmaktadır.
Roma Forumu (Forum Romanum, Romalılar daha çok Forum Magnum olarak veya sadece Forum olarak adlandırmışlardır) antik Roma'nın geliştiği merkez bölgesidir. Ticaret, iş, fahişelik, ibadet ve adaletin yönetimi burada gerçekleşmekteydi. Burası toplumsal ocağın olduğu yerdi. Kaldırım kalıntılarından anlaşılan, çevresindeki tepelerden aşınan çökeltilerin forumun seviyesini Cumhuriyet'in erken zamanlarından itibaren yükseltmeye başladığı görülmektedir. Asıl olarak bataklık bir zemin olan alan, Tarquins tarafından Cloaca Maxima ile kurutulmuştur. Hâlâ görülebilen en son traventen kaldırımı, Augustus'un yönetimi zamanındandır.
Forum içindeki yapılar
Roma çağında kentsel alanların nasıl kullanıldığını açık bir şekilde göstermesi nedeniyle kalıntılar ünlü olmuştur. Roma Forumu aşağıdaki büyük anıtları, yapıları ve diğer antik harabeleri içermektedir:
Roma İmparatorluğu zamanında Roma merkezinin haritası, Forum Holitorium ve Forum Boarium altta ortada görünmektedir.
Castor ve Pollux Tapınağı
Romulus Tapınağı
Satürn Tapınağı
Vesta Tapınağı
Venus ve Roma Tapınağı
Aemilia Bazilikası
Julia Bazilikası
Septimius Severus Kemeri
Titus Kemeri
Rostra, politikacıların Roma vatandaşlarına konuşma yaptığı yer.
Hostilia Mahkemesi (Curia Hostilia), Roma Senatosu'nun yeri.
Maxentius ve Konstantin Bazilikası
Tabularium
Antoninus ve Faustina Tapınağı
Urbi Göbeği (Umbilicus Urbi)
Sezar Tapınağı
Törensel bir yol olan Via Sacra, üzerinden geçerek Colosseum ile bağlar. İmparatorluğun son günlerinde, günlük işler için kullanımı bırakılıp dini bir yer olarak kalmıştır.

Bizans İmparatoru Fokas için, 608 yılında dikillmiştir: Roma Forumu'na yapılan son eklentidir.Forum içine eklenen son anıt Fokas Sütunu'dur.
Roma'da bulunan diğer forumlar
Şehirde bulunan diğer foralar; çoğunluğunun kalıntıları, bazılarının ise önemli bir seviyesi günümüze kadar gelmiştir.
•Bunlardan en önemlileri birkaç büyük imparatorluk foralarının oluşturduğu Roma Forumu içinde oluşturduğu komplekstir: Iulium Forumu, Augustum Forumu, Transitorium Forumu (ayrıca: Forum Nervae), ve Trajan Forumu. Mussolini devrinden plancılar, Orta Çağ'a ve Barok tarzına ait birçok eseri kaldırmış ve İmparatorluk Forası ile Forum arasına Via dei Fori Imperiali yolunu yapmışlardır.
•Boarium Forumusığır ticaretine adanmıştırPalatine Tepesi ve Tiber nehri arasında yer alır.  
Trastevere
Trastevere, kelime anlamı olarak Tiber'in karşısı demek, Tiber de Roma'nın ortasından geçen nehir. Trastevere'de aslında mutlaka görülmesi gereken bir şey yok. Ama bence Trastevere'nin kendisi mutlaka görülmeli. Sokaklar, evler, o tarihi doku ve gezerken hissedilenler Roma'nın geri kalanından oldukça farklı. Ben şahsen döneceğimiz gün plan değişikliği yaparak gezdiğimiz Trastevere'yeaşık olup geldim. Artan zamanınız varsa mutlaka Tastevere'ye gidip sokaklarında fotoğraf makinenizle kaybolun.
Capitoline Müzesi:
Müze 3 ana binadan oluşmaktadır ve müzeyi gezmek için en az 2 saat ayırmanızı tavsiye ederim. Oldukça büyük bir müze birçok eserin yanından ayrılamıyorsunuz.

Müzede orta çağ, antik Roma ve Rönesans dönemine ait sanat eserleri, heykeller ve arkeolojik kalıntılar sergilenmektedir.
Dönemin heykeltıraşlarının anatomi bilgisi gerçekten üst düzeyde. İnsan ve hayvan heykelleri adeta dondurulmuş gerçek birer canlı gibi. İnsan vücudundaki damarlar gibi en küçük detaylar bile büyük bir gerçeklikle eserlerde yansıtılmış.


VittorioEmanuele II. Anıtı
VittorioEmauele II. ile Forum arasında kalan alan romanın idare merkezi sayılabilecek Campidoglio yani Kapitol’dür. Romanın 7 tepesinin en merkezinde bulunan yer burasıdır. Anıtın yanındaki merdivenlerden çıktığımızda bu tepeden forum’un panaromik resimlerini çekme imkanı yakalamış olursunuz, bulunan 7 tepenin hepsinde Roma’yı kuran ailelerin (patriçilerin) mekanı bulunmaktadır. Bu aileler kapitol de bir araya gelerek senatoyu burada meydana getirmişlerdir. Bahsettiğim kapitol dünya merkezine buradan hükmetmiş daha sonra hakimiyet İstanbul’a geçmiştir.
Evet bu kadar konuştuktan sonra sizi tarihte önemli olaylara tanık olmuş Roma’nın ünlü meydanlarından biri olan Campo Di Fiori’ye götürüyorum.Burası geniş bir meydan, Campo Di Fiori meydanının tarihi ise şu şekildedir; Ünlü İtalyan filozof Giordano Bruno 17 Şubat 1600 yılında bu meydanda canlı olarak yakılarak idam edilmiştir. O dönemde insanlar diri diri yakılarak öldürülmekteydi sebebi ise İncil de yazan 2 kelime yüzünden “Kan Dökmeyiniz”. Engizisyon yargıçlarından aldığı idam cezasına karşılık Bruno’nun verdiği cevap şudur; “Siz bu kararı okurken benim korktuğumdan daha fazla korkuyorsunuz”. 19. y.y sonlarında Bruno’nun yakıldığı noktaya bir heykel dikilerek bu kahramanın anısı canlandırılmıştır. En ünlü eserlerinden biri Kahramanca Tutku’dur.
Şimdi sırada Romanın bir diğer ünlü meydanı olan Piazza Navona var. Her meydanda olduğu gibi burada da sıra sıra İtalyan yemekleri yiyebileceğiniz restaurantlar sıralanmıştır. Meydandaki sokak sanatçıların eserleri ise görülmeye değer.

Panteon (Latince: Pantheon, Yunanca: Πάνθεον "tüm tanrıların tapınağı" anlamına gelir)
ilk olarak Antik Roma'nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir yapıdır. Panteon kavramı bugün içinde meşhur kimselerin gömülü olduğu anıtlar için kullanılır. Tüm Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı ve muhtemelen de dünyada döneminin en iyi korunmuş binasıdır. Tarih boyunca hep kullanılmıştır. Günümüze kalan binanın tasarımı genellikle Trajan'ın mimarı Şamlı Apollodorus'a atfedilir ancak imparator Hadrianus veya onun mimarlarına ait olması muhtemeldir. 7. yüzyıldan bu yana kilise olarak kullanılan Panteon Roma'daki en eski beton kubbeli binadır. Tepesinde daire biçiminde boşluk vardır. İlk başta içerisinde pagan tanrı heykelleri varken, kilise tarafından bu heykeller yok edilmiş, Pantheon da bir Katolik kilisesi haline getirilmiştir. Bu kubbenin çapı 43 metredir. Tavanında bir açıklık vardır, yağmur girmediğine dair bir inanış olsa da bu doğru değildir. Bu kadar geniş çaplı bir kubbenin betondan yapılması da o günün teknolojisiyle hala bir soru işaretidir.Eski zamanlar düşünüldüğünde, o zamanın şartlarında  bu binanın nasıl yapıldığı merak konudur. İstanbul’da bulunan Ayasofya Kilisesi yapılana kadar tek parça halinde inşa edilen tek kubbe Pantheon Tapınağındaki kubbe olmuştur. 
Girişi ücretsiz olan Pantheon şuan Katolik kilisesi olarak kullanılıyor. Birçok tanrıların buradaki insanlar tarafından kabul edilmesi ile bir imparatorluk pantheonu haline gelmiştir. Onu yaptıran aslında Julius Sezar’dan sonra imparator Augustus’un damadı olan Marcus Agrippadır. M.Ö 25 yılda yaptığı söyleniyor. Bu yapıyı 6 asır sonra ancak Ayasofya geçmiştir. Pantheon’un kubbesinin yüksekliği ve yarıçapının birbirine eşit olması en dikkat çekici özelliklerinden biridir. Tek ışık kaynağı tepedeki Oculus ismindeki deliktir.
Rafaello’nun, birçok İtalya kralının ve yine bir çok önemli kişinin mezarı Pantheondadır. sokağın ilerisinde Piazza della Minerva meydanındaki Santa Maria Sopra Minerva Kilisesi ve hemen önündeki Bernini’nin ilginç eseri Santa Maria SopraMinerva dikilitaşını görmenizi öneririm.


İspanyol Merdivenleri
Roma’da gezilecek yerlerin başında gelen İspanyol Merdivenleri, 1725 yılında Francesco de Sanctis tarafından açılmıştır. Merdivenlerin en yukarısında Trinatadei Monti Kilisesi bulunur. Kilisenin altından başlayan uzun ve geniş merdivenler halkın dinlendiği, sandviçini yediği, sohbetler ettiği güzel bir alandır. Etrafı çiçeklerle süslü olan İspanyol merdivenleri şehrin güzel yerlerinden birisidir. İtalya için ayrı bir önemi bulunan mekânlardan birisi de Piazza del Popolo Meydanı’dır. Roma’nın en büyük meydanı olan Piazza del Popolo Meydanı genellikle konserler için kullanılır. Şehirdeki konserlerin birçoğu bu alanda gerçekleştirilir. Ayrıca yılbaşı kutlamaları, çeşitli organizasyonlarda Piazza del Popolo Meydanında yapılmaktadır. Bu meydanı gezerken çevrede bulunan şık restoranlarda yemeğinizi yiyebilirsiniz.
Trevi Çeşmesi
Roma'da Poli Sarayı'nın bir kenarına Nicolò Salvi tarafından Klasik ve Barok karışımı olarak yapılmış, dünyadaki en ünlü çeşmelerden birisidir. Üç yolun kavşağında bulunduğu için Trevi adı konulduğu varsayıldığı gibi, üç yeraltı su yolunun bu noktada toplanmasının isminin nedeni olduğu iddiası da vardır.
 Aşk Çeşmesi olarak da bilinmekte olup ortasında Neptunus(Poseidon), solunda Cares (Demeter) ve sağında Salus (Hygieia) heykelleri vardır. Ziyaret eden insanlar dilek dilemek için çeşmeye arkalarını dönüp, omuzları üzerinden çeşmeye doğru para fırlatırlar.
Romanın en ünlü yapılarından birisi olan Trevi çeşmesi şehrin simgelerindendir. Devasa bir yapının içinde bulunan çeşmenin üst kısmında deniz tanrısı Neptün’ün heykeli bulunmaktadır. Çeşme hakkındaki rivayetlere göre, zamanın kralı ve askerleri susuzluktan ölecek durumda iken karşılarına bu çeşme çıkar ve askerler kurtulur. Çeşme ile ilgili başka bir efsane ise Roma ile ilgilidir. İnsanlar bu çeşmeye bozuk para attıklarında ileride bir gün tekrar Roma’ya geleceklerine inanırlar. Ayrıca atılan paraların kişilere şans getirildiğine inanılır. Her gün çok sayıda turist tarafından havuzlara atılan paralar ilgili kişiler tarafından toplanarak çeşitli yardım kuruluşlarına verilmektedir. Trevi Çeşmesinde bugüne kadar çok sayıda film çekilmiştir. Roma’dan ayrılmadan önce mutlaka görülmesi gereken ilginç yapılardan birisi Trevi Çeşmesidir.
Görünüm
Trevi Çeşmesinin genel ifadesi “deniz”dir. Denizkabuğu şeklinde bir at arabası, arabayı çeken denizden çıkan kanatlı atlar ve arabada bulunan mitolojik deniz tanrısı, görünümün konusunu oluşturmaktadır. Heykel ve mimarî çok güzel bir biçimde kaynaşmıştır.
Tarih
Trevi Çeşmesi'nın tarihi, İmparator Augustus döneminde başlar. Tarih, su arayan askerlere su kaynağının yerini gösteren bir kızın efsanesine dayanmaktadır. İmparator Augustus'nun damadı Agrippa, akan suyu Vergine su kemeri ile Pantheon'a kadar ulaştırmıştır. 8. yüzyılda, 12. yüzyılda V. Niccolo tarafından ve 15. yüzyılın ortasında 4. Paolo tarafından restore edilmiştir. 1998'de büyük bir düzenleme geçirmiş, temizlenmiş ve su sistemi de yenilenmiştir.
Vatikan
Roma’da bulunan önemli yapılardan bir tanesi de Vatikan Müzesi’dir. Vatikan Müzesi, Roma’nın en büyük müzesidir. Yerli ve yabancı çok sayıda turisti ağırlayan müzede birbirinden değerli eseler sergilenmektedir. Müze içerisinde sergilenen eserlerin tamamı tarih boyunca papalar tarafından toplanan resim, heykel ve haritalardan oluşmaktadır. İlginç mimarisi ile ziyaretçilerini büyüleyen müzenin girişinde büyük bir bronz kapı bulunuyor. Müzede heykeller galerisi, sekizgen avlu, yuvarlak salon, kâğıt ve harita galerisi, tavan, kıyafet ve Raphael’in odaları gibi bölümler bulunmaktadır. Bu bölümlerin her birini gezerken ne kadar özel bir yer olduğunu anlayabilirsiniz.
Vatikan, sınırları Roma'nın içinde olan bir ülke. Bernini'nin sütunlarıyla çevrili Piazza San Pietro ülkenin meydanı, ön cephesi meydana bakan Basilicadi San Pietro da ülkenin simgesi konumundadır. Mezarları ve kubbesi ücretli olarak, içi de ücretsiz olarak halka açıktır. Kubbe Michelangelo'nun bir eseridir, çıkması çok zahmetli, belli kısımları asansörle çıkılıyo olsa bile kubbeye tırmanırken dar ve yamuk yerlerden geçeceğinizi bilmeli, kapalı yerde kalma fobiniz varsa çıkmamalısınız. Yarı yolda geri dönülemeyecek kadar dar olduğunu söyleyebilirim. Ama çıktığınızda manzara hiçbir şeye değişilmez.
Vatikan'da bir diğer görülmesi gereken yer Musei Vaticani (Vatikan Müzeleri). Bu müzede Ninja Kaplumbağaların eserlerini bulabilirsiniz; Leonardo daVinci, Michelangelo, Rafaello ayrıca Bernini, Caravaggio vs. Müzenin en önemli odası Sistin Şapeli ve Michelangelo'nun yaptığı görkemli tavanı. Fotoğraf çekmek yasak ve sinir bozucu görevliler var ama çaktırmadan çekilebiliyor. En önemli resim de tavanın ortasındaki “Adem'in yaratılışı”:
•   Vatikan, dünyadaki 1 milyon katoliğin başkenti, aynı zamanda dünyanın en küçük devleti. Yüksek duvarları arasında 43.hektarlık bir alan. Kendi muhafızları, kendi oturanları, çalışanları ve para birimi var ama, her yer açık gelenlere.
•   Vatikan’ın kurulduğu yer, Aziz Petrus’un şehit edildiği ve gömüldüğü yer, günümüzde artık papaların ikametgahı olmuş durumda. Vatikan’ı gezmekten kasıt, San Pietro yani dünyanın en büyük kilisesi, Michelangelo’nun tavan ve duvar fresklerini yaptığı Sistina Şapel ile Vatikan Müzeleri.

•   San Pietro’nun kubbesi Michelangelo tasarımı. 1624’te ısmarlanan Bernini’nin abartılı barok Altar tepeliği de Aziz Petrus’un mezarının üzerinde yükseliyor. Michelangelo’nun 25 yaşında yaptığı ( nasıl bir yetenekse ) Pieta heykeli dışında, Rönesans ve Barok sanatçılarına yaptırılmış yüzlerce sanat eseri bulunuyor.
• Kiliseden çıkıp, Vatikan Müzeleri‘ne doğru ilerleyince, aynı istikametteki Sistina Şapel’i de görüyoruz ama farkettiğimiz bir diğer şey, daha yarı yola gelmeden başlamış olan kuyruk oluyor. İlk iş, Sistina Şapel’e girmenin daha iyi bir fikir olacağı Türk olduğumuz için maalesef çok geç olduktan sonra aklımıza geliyor. Son günün son zamanlarında, öğlen sıcağında çocukları yavaş ilerleyen uzun kuyrukta bekletmenin imkansızlığını anladığımdan ısrarcı olmuyorum ama, hafızamda kalan Sistina Şapel’in erişilmez güzelliğini kaçırdıklarına da üzülüyorum.
• Sistina Şapel’in, tavan freskleri, 1508-1512 yılları arasında, özel bir iskele üzerinde çalışılarak, Michelangelo tarafından yapılmış. O kadar figürü karmaşık bir kompozisyon ile tasarlamak başka bir şey, bunu tavana aktarmak başka bir şey, aşağıdan bakanların göreceği 3 boyutlu etkiyi yakalamak bambaşka bir şey. Siz onlara bakarken, tavan figürleri de tavanda yaşadıklarının farkında hayatlarına devam ediyorlar hissine kapılıyorsunuz.
• Duvar freskinde ise, büyük altar freski Michelangelo’ya ait ki kullandığı mavinin tonundan mıdır bilmiyorum, resme kendinizi teslim ediveriyorsunuz, adeta ilahi bir el sizi içeri çekiyor. Kullanılan renklerin canlılığı, figürlerin hareketli yapıları, pek de Tanrı’nın evindeymiş gibi bir etki yaratmıyor, daha ziyade, Tanrısal bir tiyatro izler gibi oluyorsunuz. Aynı canlı renk tutkusunu, Michelangelo’nun bizzat tasarladığı ve günümüze kadar değiştirmeden kullandıkları Vatikan muhafızlarının kıyafetlerinde de görmek mümkün.

Aziz Petrus Bazilikası
• Roma'nın silüeti haline gelmiş kubbesi ile ünlüdür ve Hristiyanlığın en büyük klisesidir. Vatikan müzelerinden çıktıktan sonra hala biraz enerjiniz kalmışsa, onu da burada tüketebilirsiniz. Fakat çok kalabalık olduğunu ve sıra beklemeniz gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Yorgunluktan dolayı maalesef sadece uzaktan izlemekle yetindik.

Navona meydanındaki Fontana Quattro Fiumi :
Dört ırmak çeşmesi (4 ırmak olarak Nil, Tuna, Rio De la Plata ve Ganj nehirleri tasvir edilmiş ) 1651 yılında ünlü İtalyan heykeltıraş, ressam ve mimar olan Gian Lorenzo Bernini’nin doğanın 4 mistik öğesinden olan su işaretinin simgesi olarak yapmıştır. Toprak eseri Habukkuk ile Melek heykeli, hava işareti San Pietro meydananındaki Batı Rüzgarı adlı eseri, ateş eseri ise Azize Teresa’nın Vecdi heykelidir. Eski zamanlarda bu meydan da at yarışları düzenlenirmiş.

Fontana Quattro Fiumi Çeşmesi; 
Roma Barok eserlerinin en ünlülerinden biri olan Sant’AgneseInAgone kilisesinin tam önüne yapılmış. Kilisenin iç dekorasyonunu Rainaldi dış dekorasyonu ise Borromini yapmıştır.Meydanın kuzey ucunda Neptün çeşmesi (posedion) güney ucunda ise Moro çeşmesi bulunuyor.Roma Barok eserlerinin en ünlülerinden biri olan Sant’AgneseInAgone kilisesinin tam önüne yapılmış. Kilisenin iç dekorasyonunu Rainaldi dış dekorasyonu ise Borromini yapmıştır.Meydanın kuzey ucunda Neptün çeşmesi (posedion) güney ucunda ise Moro çeşmesi bulunuyor.Girişi ücretsiz olan Pantheon şuan Katolik kilisesi olarak kullanılıyor. Birçok tanrıların buradaki insanlar tarafından kabul edilmesi ile bir imparatorluk pantheonu haline gelmiştir. Onu yaptıran aslında Julius Sezar’dan sonra imparator Augustus’un damadı olan MarcusAgrippadır. M.Ö 25 yılda yaptığı söyleniyor. Bu yapıyı 6 asır sonra ancak Ayasofya geçmiştir. Pantheon’un kubbesinin yüksekliği ve yarıçapının birbirine eşit olması en dikkat çekici özelliklerinden biridir. Tek ışık kaynağı tepedeki Oculus ismindeki deliktir.
Bu kısa bilgiden sonra Romanın bir diğer ünlü meydanı olan PiazzaNavona’ya geliyoruz. Her meydanda olduğu gibi burada da sıra sıra İtalyan yemekleri yiyebileceğiniz restaurantlar sıralanmıştır. Meydandaki sokak sanatçıların eserleri ise görülmeye değer. Navonameydanındaki FontanaQuattroFiumi – Dört ırmak çeşmesi (4 ırmak olarak Nil, Tuna, Rio DelaPlata ve Ganj nehirleri tasvir edilmiş) 1651 yılında ünlü İtalyan heykeltıraş, ressam ve mimar olan GianLorenzoBernini’nin doğanın 4 mistik öğesinden olan su işaretinin simgesi olarak yapmıştır. Toprak eseri Habukkuk ile Melek heykeli, hava işareti San Pietromeydnanındaki Batı Rüzgarı adlı eseri, ateş eseri ise Azize Teresa’nın Vecdi heykelidir. Eski zamanlarda bu meydan da at yarışları düzenlenirmiş.
Santa Maria SopraMinevra
Bu kilise Pantheon’a çok yakın küçük bir bazilikadır. Bu dikilitaş Papa VII. Alexender tarafından Isis tapınağından getirtilmiş ve bu dikilitaşı heykeltıraş Bernini fil heykel ile tamamlamıştır. Ara sokaklarda yürüyerek akşam geç saatlere kadar vakit geçirip otelimize gece ancak dönüyoruz..
Vatikan’ı gezidikten sonra San Pietro’yu arkamıza alıp caddenin sonuna gidiyoruz sağ tarafta Sant Angelo Kalesine girerek Roma Pass’ımız ile ilk müze girişimizi de yapmış oluyoruz. Normal bilet sırasına girerek gişede ki görevliye Roma Pass’ımızı göstererek biletlerimizi aldık.

Sant Angelo Kalesi
Sant Angelo Kalesinde 58 oda var. Odaları gezerken o dönemde kullanılan eşyalar, tablolar, tahta mobilyaları gördük. Kalenin bazı bölümlerinde toplar gördük meğer bunlar olur da bir savaş çıkarsa diye hazır bulunduruluyor diğer bir sebebi ise Papanın burada korunmasıymış. Kalenin diğer bir tarihi bilgisi ise Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultanın yıllarca bu kalede hapsedilmesidir. Kalenin terasına kesinlikle çıkılmalı. Roma ayaklarımızın altındaydı şehrin tüm tarihi yapılarını görmek mümkün.
Sant Angelo Kalesi Terası
Kalenin tam önünde Bernini ve öğrencilerinin yaptığı heykellerin bulunduğu bunun yanı sıra Melekler ve Şeytanlar filmine konu olan Ponte Sant Angelo köprüsü üzerinde yürümeyi de ihmal etmiyoruz.
Kalenin çıkışından sola döndüğümüzde tevere nehri boyunca ilerlediğimizde Palazz do Di Giustizia- Adalet Sarayı dikkatimi çekti. Burası 20. y.y da devlet mahkemeleri için inşa edilmiş ihtişamlı, göz alıcı bir bina.
Trinita Dei Monti Kilisesinin önü
Burası gece gündüz kalabalığını koruyan genelde buluşma noktası olarak kullanılan bir bölge. Merdivenlerin tam önünde Pietro Bernini ve oğlu Gion Lorenzo Bernini tarafından yapılmış Barok tarzı Fontana Della Barccacia çeşmesi var. 
Sistina Şapeli ( Sacellum Sixtinum; Cappella Sistina)
Mimar Baccio Pontelli  ve Giovanni de Dolci tarafından 1477 yılında yapımına başlanan şapel 1483 (rönesans) yılında açılmıştır
Vatikan'da, Papa'nın resmi ikametgâhı Apostol Sarayı'nda bulunan bir şapel olarak bilinmekte. Şapeli'nin  asıl şöhreti büyük oranda iç mekânını süsleyen fresklerden gelmektedir. Bunlar arasında en önemlileri Michelangelo tarafından yapılan Sistina Şapeli tavanı ve Son Hüküm'dür
20,7m. uzunluğunda   ve 40,93 m  genişliğinde 13,41 m. eninde ebatlara sahiptir.
Esasen Cappella Magna olarak bilinen şapel, adını onu 1477 – 1480 yılları arasında restore eden Papa IV. Sixtus'tan ismini  alıyor. O zamandan bu yana şapel hem dini hem sivil papalık etkinliklerine ev sahipliği yapan bir yer olarak bilinmekte. Günümüzde papalık seçimlerine de ev sahipliği yapmaktadır..
Papa IV. Sixtus döneminde bir grup Rönesans ressamı, Musa'nın Hayatı ve İsa'nın Hayatı'nı betimleyen bir dizi fresk yaptı; bu fresklerin üst bölümünde papa portreleri ve alt bölümünde trompe l'oeil (gözü aldatma) tekniğiyle yapılmış duvar halıları bulunur. Freskler 1482 yılında tamamlandı ve IV. Sixtus, şapelde 15 Ağustos 1483 tarihinde Meryem'in Göğe Yükselişi için ilk missa ayinini düzenledi. Bu törende şapel takdis edilerek Bakire Meryem'e adandı. 
1508 – 1512 yılları arasında Papa II. Julius'un himayesinde Michelangelo, Batı sanatının yönünü değiştirecek, eşi bulunmaz bir başyapıt olan Sistina Şapeli tavanını yaptı. Roma'nın yağmalanmasının ardından 1535 – 1541 yılları arasında farklı bir ortamda şehre geri dönerek Papa VII. Clemens ve Papa III. Paulus için Son Hüküm'ü resmetti. Michelangelo'nun eserleri beş yüz yıl önce teşhir edildiklerinden beri şapele akın akın ziyaretçi çekmektedir.
Tarih
Papalık seçimlerine ev sahipliği yapmasıyla bilinen Sistina Şapeli'nin başlıca işlevi, Papalık Şapeli (Cappela Pontificia) olarak kullanılmasıdır. Papalık Şapeli, 1968'e kadar Papalık Meclisi (Pontificalis Aula) olarak adlandırılan Papalık hane halkının iki organından biridir. 15. yüzyılın sonlarında, Papa IV. Sixtus döneminde Papalık Şapeli, içinde din adamları, Vatikan devlet görevlileri ve halkın saygın kesimi bulunan yaklaşık iki yüz kişiyi kapsamaktaydı. 
Yer aldığı Önemli Olaylar
Papalık Takvimi'nde o sene için tüm Papalık Şapeli'nin toplanması gereken elli etkinlik belirlenmişti. 
Cappella Maggiore İtalyancada "daha büyük, daha üstün şapel" anlamına gelmektedir. Şapele bu ismin verilme nedeni, o zamanlar Papa ve beraberindekilerin günlük ibadetlerini başka bir şapelde gerçekleştiriyor olmasıydı..
Sistina Şapeli işlevini günümüze kadar sürdüregeldi ve hala, Papa'nın seyahat ettiği zamanlar haricinde, önemli Papalık Takvimi etkinlerine ev sahipliği yapmaktadır. 
Ritüel ve Gelenekler
Sistina Şapeli'nin bir diğer özelliği de her papalık seçiminde kardinal heyeti'nin toplandığı yer olmasıdır. Bu toplantı yapılacağı zaman, şapelin çatısına bir baca kurulmaktadır ve bu bacadan yükselen duman, kardinallerin kararını göstermektedir. Eğer bacadan, oy pusulalarının yakılmasıyla ortaya çıkan beyaz bir duman yükseliyorsa, yeni bir papa seçilmiş demektir. Ancak aday üçte ikiden daha az oy almışsa, oy pusulalarının yanında ıslak saman ve bazı kimyasal maddeler de yakılmakta ve siyah bir duman yükselmektedir. Bu da, seçimin henüz sonuçlanmadığı anlamına geliyormuş. 
Mimari yapı
Sistina Şapeli dikdörtgen şeklinde, yüksek tavanlı bir yapıdır. Kesin ölçülerini belirlemek güç olsa da, iç ölçülerine göre boyu 40,9 ve eni 13,4 metredir. Bu ölçüler Süleyman'ın Tapınağı için Eski Ahit'te verilenlerle aynıdır. 
Şapelin dışı, pek çok Ortaçağ ve Rönesans dönemi İtalyan kiliselerinde görüldüğü gibi, sade bir görünüme sahiptir. Şapelin dış cephesi veya taç kapısı yoktur, şapele girişler daima Apostol Sarayı'nın (Papalık Sarayı) içindeki odalardan yapılmıştır. 
Teknik Bilgiler
Yapı üç katlıdır. Bunlardan ilki, oldukça yüksek bir bodrum katıdır. Bu katta birkaç pencere ve dış bahçeye çıkan bir kapı bulunur. Tavan, şapeli desteklemek amacıyla tonoz şeklinde yapılmıştır ve eğimi oldukça fazladır. Üst kat ise esas Sistina Şapeli'dir. Tonozun üstünde, en üst katta ise muhafızlar için yemek salonları bulunur. Yapının bu katında, yapıyı dıştan saran bir koridor da bulunur. Bu koridor, duvarlardaki kemerli arkatların üzerine inşa edilmiştir. Tonoz döşemeye sürekli su sızmasına sebep olduğu için koridorun üstü kapatılmıştır.
İç mekan
Yapı planından gördüğüm kadarıyla ;Şapelin tavanı, pencere kemerlerinin en üstünden itibaren başlayan, ortası düzleştirilmiş bir beşik tonoz şeklinde. Her pencerenin üstünde, beşik tonozu enine kesen daha küçük tonozlar bulunuyor. Bu küçük tonozlar beşik tonozu küçük pilasterlerle bölmekte. En alt kısımda ise pencerelerin arasından pilasterlerin arasına uzanan geniş pandantifler bulunuyor.Elimdeki bilgilere göre  Tavan ilk olarak Piermatteo Lauro de' Manfredi da Amelia'nın tasarımına uygun olarak parlak maviye boyanıp altın yıldızlarla süslenmiş. Şapelin zemini opus alexandrinum (mermer ve renkli taşlar kullanılarak uygulanan geometrik bir dekorasyon stili) şeklinde yapılmış. Zeminin deseni, iç mekânın ilk proporsiyonlarını yansıtmakta ve Papa'nın Palmiye Pazarı gibi önemli günlerde kullandığı, ana girişten gelen tören yolunu gösteriyormuş.
Mimaride Kullanılan Teknikler ve Sanatçılar
Mino da Fiesole, Andrea Bregno ve Giovanni Dalmata tarafından yapılan mermer bir bölme ya da transenna, şapeli ikiye ayırmaktadır. Sunağa yakın taraf Papalık Şapeli üyelerinin, diğer taraf ise dua etmeye gelen insanlar ve kasaba halkının kullanması için ayrılmıştır. Ancak zamanla papanın beraberindeki insan sayısının artması sonucu bu bölmenin yeri değiştirilmiş, halka ayrılan alan azaltılmıştır. Transennanın üstü, bir zamanlar yaldızlı olan bir sıra dekoratif mumla süslenmiştir. Ayrıca bir zamanlar yaldızlı ferforje bir kapının bulunduğu yerde şimdi ahşap bir kapı vardır. Transennayı yapan sanatçılar ayrıca koro için bir balkon yani cantoria da yapmışlardır.
Fresko Kompoziyonları
Bugün Şapeli süsleyen fresklerden ilk olarak uzun duvarlarda olanlar yapıldı. Bunlar üç ana bölüme ayrılmaktadır. Orta bölümde birbirini takip eden iki resim yer alır: Musa'nın Hayatı ve İsa'nın Hayatı. Bunlar 1480'de Papa IV. Sixtus'un isteği üzerine; Domenico Ghirlandaio, Sandro Botticelli, Pietro Perugino ve Cosimo Roselli tarafından yapıldı. Projenin, şapele diğer üç sanatçıdan evvel gelen Perugino tarafından yürütülmüş olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Floransalı üç ressamın (Ghirlandaio, Botticelli ve Roselli) görevlendirilmesinin muhtemel amacı, Floransa'nın fiili hükümdarı Lorenzo de' Medici ile Papa IV. Sixtus arasında bir uzlaşma sağlamaktır. Floransalılar 1481 baharında Sistina Şapeli üzerinde çalışmaya başlamıştır.
Musa'nın Hayatı ve İsa'nın Hayatı fresklerinin altındaki bölümde, duvarların alt kısmında altın ve gümüş fresklerle süslenmiş halılar bulunmaktadır. Fresklerin üst kısmı ise iki bölgeye ayrılmıştır. Pencerelerin yan taraflarında Hayatlar ile aynı dönemde yapılan Papalık Galerisi bulunmaktadır. Pencerelerin kıvrımlı üst kısımları ise lunette olarak bilinen kısımlardır. Buraya Michelangelo tarafından tavanın planına uygun olarak İsa'nın Ataları freskleri yapıldı.
1508 – 1512 yılları arasında, Papa II. Julius, tavanı yapması için Michelangelo'yu görevlendirdi. Aslında II. Julis'un isteği, tonozu destekleyen üçgen pandantiflerde on iki havarinin resimleri olmasıydı ancak Michelangelo resmin içeriği konusunda serbest bırakılmak istiyordu. Ardından Michelangelo; Tanrı'nın Dünya'yı Yaratması, Tanrı'nın İnsanlıkla İlişkisi ve İnsanlığın Tanrı'nın Lütfundan Yoksun Bırakılması'nı gösteren dokuz dizi resim yaptı. Geniş pandantiflerin üzerine, Tanrı'nın, insanlığın kurtuluşu için İsa'yı dirilteceği kehanetinde bulunan on iki kadın ve erkeğin resmini yaptı. Pencerelerin üst kısımlarına ise İsa'nın Ataları'nı resmetti.
Raffello, Papa X. Leo tarafından 1515 yılında duvarların alt bölümüne asmak için on dizi duvar halısı tasarlamak üzere görevlendirildi. Duvar halıları, Roma'daki Hristiyan Kilisesi'nin kurucuları olan Aziz Petrus'un Hayatı ve Aziz Pavlus'un Hayatı'nı İncillerde ve Elçilerin İşleri'nde anlatıldığı şekliyle yansıtmaktadır. Çalışma 1515 yılının ortalarında başladı. dört yılda tamamlandı. Raffaello'nun duvar halıları 1527 yılında Roma'nın işgali sırasında ya yağmalandı .20. yüzyılın sonlarında, dağılan serilerdeki parçaların birkaç tanesi bir araya getirildi ve 1983 yılında Sistina Şapeli'nde sergilendi. Duvar halıları bazı önemli törenlerde hala sergilenmektedir. Ayrıca, Raffaello'nun on duvar halısı için yapmış olduğu Raffaello Kartonları olarak bilinen tam boy çalışma kartonları Londra'da bulunmaktadır. 
1541 yılları arasında bu düzen, Michelangelo'ya mihrabın üzerindeki duvara Son Hüküm'ü resmetme görevinin verilmesiyle bozuldu. Bu sahnenin resmedilmesi Hayatlar'dan İsa'nın Doğumu ve Musa'yı Bulmak bölümlerinin, birkaç Papa'nın ve Ata'lardan iki grubun çıkarılmasını gerektirmiştir.
Freskler
Güney Duvar
Şapelin güney duvarı, 1481 – 1482 yılları arasında yapılan Musa'nın Hikâyeleri ile dekore edilmiştir. Mihraptan başlamak üzere bu duvarda bulunan eserler:
Kızıl Deniz'in Geçilmesi, Cosimo Rosselli, Domenico Ghirlandaio ya da Biagio di Antonio Tucci
Sina Dağı'ndan İniş, Cosimo Rosselli ya da Piero di Cosimo
Asilerin Cezalandırılması, Sandro Botticelli
Ahit ve Musa'nın Ölümü, Luca Signorelli ya da Bartolomeo della Gatta
Musa'nın Uğraşları, Sandro Botticelli ve atölyesi
Musa'nın Mısır'a Yolculuğu, Pietro Perugino ve asistanları
Kuzey duvar
Şapelin kuzey duvarı 1481 – 1482 yılları arasında resmedilmiş İsa'nın Hikayeleri'nin bulunduğu duvardır. Bu duvarda bulunan eserler:
Havarilere Çağrı, Domenico Ghirlandaio
Dağ'da Vaaz, Cosimo Rosselli'ye atfedilmiştir
Anahtarların Teslimi, Pietro Perugino
Son Yemek, Cosimo Rosselli
İsa'nın Vaftiz Töreni, Pietro Perugino ve asistanları
İsa'nın Günaha Meyli, Sandro Botticelli
Doğu duvarı
Musa'nın Bedeni Üzerine Tartışma, Matteo da Lecce (Luca Signorelli'nin çalışması üzerine, 1574)
İsa'nın Dirilişi, Hendrick van den Broeck (Domenico Ghirlandaio'nun çalışması üzerine, 1572)
Tavan
Michelangelo, aşağıdan rahatlıkla görülebilecek parlak renkler kullanıyordu.Tavanın en alçak kısmına İsa'nın atalarını resmetti. Bunların üzerine birbiri ardına kadın ve erkek peygamberleri, mihrabın üzerine Yunus'u resmetti. En yüksek bölmeye, Tekvin'den dokuz hikâye resmetti. Başlangıçta kendisine sadece on iki figürden oluşan Havariler'i resmetmesi görevi verilmişti. Ama o bunu reddetti çünkü kendisini ressamdan ziyade bir heykeltıraş olarak görüyordu. Papa, uzlaşı olarak Michelangelo'ya İncil'den sahneler resmetme iznini vermeyi teklif etti. Görev tamamlandığı sırada ortaya üç yüzden fazla iş çıktı. Michelangelo'nun figürleri, Cennet Bahçesi, Adem ile Havva' ve Büyük Tufan'ı göstermektedir.
Son Hüküm
Son Hüküm, Michelangelo tarafından 1535 – 1541 yılları arasında iki önemli tarihi olay arasında resmedildi. Bu olaylar, ücretli Kutsal Roma Germen İmparatorluğu askerlerinin 1527'de gerçekleştirdiği Roma'nın Yağmalanması ve 1545'te toplanan Trento Konsili'dir. Çalışma büyük ölçekli olup mihrabın arkasındaki duvarın tamamını kaplayacak şekilde tasarlandı. Resim, Apokalips'in yirminci bölümünde tarif edildiği şekliyle İsa'nın Son Hüküm'de dünyaya tekrar gelişini anlatmaktadır. Duvarın üst tarafında, etrafında azizlerin toplandığı kahraman bir İsa figürü vardır. Resmin sol alt tarafında ölüler mezarlarından kaldırılmış ve hesap vermek için yükseltilmektedir. Sağ tarafta ise Cehennem'e gidecekler yer almakta ve şeytanlar tarafından eziyet görmektedir.
Öğrendiğim kadarıyla ;Son Hüküm tablosu, Kardinal Carafa ile Michelangelo arasında tatsız bir tartışmaya neden oluyor. Çıplak figürler resmetmiş olduğundan dolayı, sanatçı ahlaksızlık ve edepsizlik ile suçlanmış. Carafa ve Monsinyor Sernini (Mantova büyükelçisi) tarafından freskleri kaldırmak amacıyla bir sansür kampanyası (Fig-Leaf Kampanyası) başlayıvermiş.
Papa'nın teşrifatçısı Biagio da Cesena, "Daha önce bu çıplak figürlerin böyle kutsal bir mekânda kendilerini alçak bir şekilde sergilemesi kadar utanç verici bir şey olmamıştır ve böyle bir çalışma papalık şapeline değil ancak hamamlara ve tavernalara yakışır," deyince Buna cevaben Michelangelo da resme Minos, yani cehennem yargıcı olarak Cesena'nın suretini ekleyivermiş Söylenilenlere göre de Cesena durumu Papa'ya şikâyet edince, Papa'dan 'yetki sınırlarının cehennemi kapsamadığı ve bu nedenle portrenin kaldırılmayacağı' cevabını almıştır. Michelangelo, resme kendisini Aziz Bartalmay'ın tuttuğu yüzülmüş deri olarak oracığa monte edivermiş
Freskteki cinsel organlar daha sonra tarihte "Il Braghettone" (pantoloncu ressam) kötü lakabıyla hatırlanan sanatçı Daniele da Volterra tarafından kapatıldığı anlatılır.





Lezzet çeşidi olarak fevkalade bir zenginliğe sahip İtalya, ülkede mutfak sitili bölgeden bölgeye değişiyor üstelik!
Fakat bence en iyisi bir fırsatını bulup Emilia Mutfağını denemek. Bu mutfağı farklı yapan odun kömüründe ızgara ile  mantar ve tereyağ kobinasyonun kazandığı ağırlıktır.Ancak ben daha ziyade türk mutfağına benziyen Romagna bölgesinin yaygın kullanımına hayran olduğum sarımsak,soğan ve zeytinyağlı balık kombini tercih ediyorum.
Bologna ise pasta konusunda adeta bir öncüdür.Bir dilim de olsa Tagliatelle al ragu, tortelinni ve tortelloni pastaları genellikle peynir ,tereyağı ve aromalı otlarla doludur.
Sizlere bu iki günlük Roma gezimiz için bir set menü oluşturmaya karar verdim.
1.Gün:
Yöresel bir Öğle Yemeği için Ana yemeğimiz “Cacciucco” olsun, Cacciucco: balık ve deniz ürünleri çorbası, aromalı bitkiler, domates ve sarımsaklı sosla sunulur.Bu ana deniz mahsülü çorbası Livorno’da oldukça popüler sayılır.
Eğer isterseniz yanına küçük bir porsiyon makarna alabiliriz. Tredentazenette Con Pesto: Fesleğen,sarımsak, dolmalık fıstık, ve zeytinyağıylayapılan  pesto sosunda Liguria makarnası olarak bilinir.
Şimdi de menünüzü soslarla renklendirelim biraz!
Pesto Sosu iyi bir seçim olabilir.Pesto sosonun özelliği ise midye,karides, ve ahtaptot gibi deniz ürünleriyle yapılmasından ötürü son derece farklı bir lezzet katıyor.
Şimdi sırada ise Bagna Caoda var!
Bagna Caoda: Piomonte batırılarak yenilir, ançüezli sarımsak ve zeytinyağlı dip sos.deneyin bayılacaksınız.Peki tatlı olarak yanına ne alırdınız?
Eğer tercihiniz kekten yanaysa Zuccoto tam size göre!Biraz yakından tanıyalım.
Zuccotto: fındık ,badem çikoata ve krema doldurulmuş Toscana usulu hafif bir  kek çeşididir.
Baci: Perugia da: sözcük anlamı öpücükler.Ortasında fındık bulununan bir çikolata.
Yöresel Akşam yemeği için ise size önerim ,Bistecca alla Fiorentina!
Bistecca alla Fiorentina:Aromalı otlar,sarımsak ve sızma zeytinyağından marine edilmiş biftek .Buarada yeri gelmişken söyliyeyim En iyi et Chianina bifteği olarak biliniyor.Kırmızı etlerle barışık olanlara tavsiye ederim.
Yanına da tatlı bir şeyler olarak Panforte alabilirsiniz; kurutulmuş meyve,fındık, ceviz bal ,şeker ve baharatla yapılan enfes bir noel kekidir.
2.Gün Yöresel Öğle Yemeği:
Vitello Tonnato:Klasik bir Piomente yemeği; dana eti ve ton balığının şaşırtıcı karışımı olan mayonez,salatalık turşusu, ve kapari ile birlikte sunuluyor.
Ve tabiî ki tatlı olarak da biraz Ricciarelli alabilirsiniz. Ricciarelli bir tür bademli kurabiye çeşidi, gevrek ve üzümlüsü makbuldür.
2.Gün Yöresel Akşam Yemeği olarak da  menümüzde
Cinghiale in Umido: Geleneksel tavşan yahnisi, kırmızı şarap, limon,portakal kabuğu ,sarımsak biberiye ve çeşitli sebzelerle hazırlanır ve görsel bir şölenle servis edilir.
Bu seferde sadece değişik bir deneyim için yemeğimizi Torta di riso  kekiyle sonlandırıyoruz.Bu pirinçle yapılan bir kek çeşidi olup sıra dışı bir lezzet deneyimi yaşatacağı kuşkusuz.
Evet umarım yazıyı okurken fazla sıkılmadınız.Ancak İtalya büyük bir ülke ve ben sadece bugün Romadan söz edebildim. Yazımı burada sonlandırıyorum.Meraklıları için bazı küçük dipnotları yazımın en sonuna ekledim dilerseniz bir göz atabilirsiniz.Sanat tarihçisi, arkeolog ve akedemisyenler için  daha teknik bilgi ve detayı kapsayan inceleme yazımı ise yayımlanması için www.profesyonelrehberlik.com adresine postaladım vitrinden okuyabilirsiniz.Bir sonraki yazımız Florence hakkında olacak.
Yeni keşiflerde tekrar buluşmak Sağlıcakla kalın…

Yazı ve Fotoğraflar :Profesyonel Turist Rehberi  Cengiz ÖZTÜRK
Yazar hakkında daha detaylı bilgi için lütfen tıklayınız