22 Haziran 2012 Cuma

Bir İstanbul Masalı: Polonezköy,Şile,Ağva


Dizilerin ülke turizmine katkısı çok. Özellikle 2000'li yıllarla birlikte başlayan dizi furyasının yurtiçi ve yurtdışındaki etkilerini hepimiz medyadan takip ediyoruz. Daha önce kimsenin ilgilenmediği bir bölge, dizi çekimleri sayesinde biranda popüler hale gelebiliyor. "Asmalı Konak" dizisiyle Kapadokya, "Yabancı Damat" dizisiyle Gaziantep ve 2003-2005 yılları arasında çekilen "Bir İstanbul Masalı" ile Ağva-Şile-Polonezköy gezileri kitle turizmine açılmış oldu.

"Bir İstanbul Masalı" ile başlayan ve yıllardır TEMPO Tur'un klasiği haline gelmiş "Ağva, Şile, Polonezköy" gezisini paylaşacağım sizlerle bu yazımda. Geziye katılmış mutlu bir yolcunun notları değil benimkisi! Bizzat içerden, işin mutfağından gelen birinin yazıya dökülmüş sohbetleri denilebilir...  

"Ağva, Şile, Polonezköy" masalımız bir cumartesi sabahı başlıyor. Doğanın içine saklanmış cennet köşelerde verdiğimiz kısa molalarla yolculuğumuzu daha keyifli hale getiriyoruz.

Öğle saatlerinde Sapanca Gölü yakınlarındaki Maşukiye'ye ulaşıyoruz. Alabalık tesisleriyle donatılmış Alabalık Vadisi'nde yürüyüşümüzde yolun sonunda bizi bir sürpriz bekliyor. Ormanın içine saklanmış küçük bir şelale... Fotoğraflanası!


Doğada yürümek, tertemiz havayı ciğerlerimize doldurmak harika. Tek yan etkisi midemizden gelen gurultu! Zilin sesini duyduk, vadi üstündeki Köyevi Restoran'da, güveçte mantar ve eritme peynirle midemizi mutlu etme zamanıdır.


Güzel yemek yemenin tüm insanlarda yarattığı pozitif etki mi yoksa ortamın büyüleyici atmosferi mi bilmem herkes çok mutlu. Yüzlerdeki gülümseme, tur liderinin enerjisinin bir yansıması da olabilir kanımca :)


Yemek sonrası yolculuğumuz Polonezköy’e doğru devam ediyor. Yol üstündeki Beykoz Konakları ve Acarkent Villaları'na doğru ilerlerken, sol yanımızda kalan İstanbul boğazına uzaktan da olsa selam yolluyoruz. Yemyeşil kıvrılarak Polonezköy'e giden bu yoldan yüzlerce kez geçtim.  “Dikkat Karaca Çıkabilir” uyarısında bulunan karaca tabelalarını da yüzlerce kez gördüm. Görmediğim tek şey Karaca! Günün birinde bir “karaca” ile karşılaşır mıyım? bilmiyorum ama heyecanla etrafa bakmaya devam edeceğim. Beklemeye değer.


Polonezköy, 1842 yılında Polonya’nın işgali sebebiyle Osmanlı’ya sığınan Polonyalılar tarafından kurulan şirin bir köy. Zamana yenik düşse de, tarihi binaların orijinalliğini koruduğu köyde, ilk durağımız Meryem Ana Kilisesi.


Katolik olan Meryem Ana Kilisesi’nin tarihi çok eskilere taa 1845’li yıllara dayanıyor. Depremde yıkıldıktan sonra yine yerine yenisi yapılmış ve I.Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu kiliseyi karargâh olarak kullanmış. En son 1918’de restore edilen kilisede sürekli din görevlisi olmadığından dini tören için her hafta İstanbul’dan bir görevli geliyor.

 
Ülkelerinden çok uzakta, özgürlük savaşçıları Polonyalılar tarafından kurulan Polonezköy; bugün atalarının geleneklerini yaşatan ve mütevazi bir köyü popüler bir tatil beldesi haline getiren konuksever insanların yaşadığı bir yer. Eski adı "Adampol" olan bu yere Polonyalıların gelip yerleşmesi, 1830 Polonya Ayaklanması sırasında hükümet başkanı olan ve daha sonra da Polonyalı sürgünlerin siyasî lideri olan Prens Adam Czartoryski’nin 1842’de Osmanlı Devleti sınırları içinde bir yerleşke kurmak istemesi ile başlamış ve 1853 Kırım Savaşına katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılarla nüfus giderek artmış.
Köy sakinlerine geçmişlerini en çok hatırlatan ve ziyaretçiye Polonezköy’ün eski günlerini en iyi anlatabilecek iki yer Köy Mezarlığı ve Zofia Teyze’nin Anı Evi. Köy mezarlığındaki 270 mezar içinde, isimsiz ve topraktan yapılmış olanlar var. Kilise kayıtlarındaki ilk defin kaydı ise 1848 Haziran ayına ait.   


Bu "turistik köy" o derin tarihe yolculuk etmenizi sağlayacak ilginçlikte insan hikayeleri ile dolu. Mesela 1882'den kalma, köyün en eski evi sayılan  Zosia Teyze’nin Anı Evi. Yemyeşil bir bahçenin içinde yeralan tek katlı ev, Polonezköy'ün canlı tarihi gibi.


Polonezköy’ün tarih ve yaşamının özenli bir düzenlemeyle sunulduğu bu anı evinde, belge ve fotoğrafların yanısıra, 1915’ten beri bu köye gelen ziyaretçilerin izlenimlerini, yaptıkları resimleri ve yazdıkları şiirleri bu anı defterlerinde görmek mümkün. Bunların orijinalleri bugün Polonya Varşova Müzesi’nde.


Herkesin bir yaşam öyküsü var elbet ama onlarınkini diğerlerinden ayıran öykülerini mücadele vererek yaşatmaları bana kalırsa. Wincenty Rizi, Petersburg Üniversitesi’nde tıp öğrencisiyken vatanperver faaliyetlerinden dolayı Sibirya’ya sürgüne gönderilir. 1881’de Adampol’e gelerek bu evi inşa eder.
Buraya ilk yerleşenlerden İgnacy Kepka’nın kızıyla evlenir. En küçük kızı Zofia, Rizi’lerin evini Polonya geleneklerinin merkezi haline getirir ve Polonya konukseverliğini burada gösterir. Gelenlerin ideolojileri ne olursa olsun, her Polonyalıyı kabul eder.  Köyün bir "Polonya köyü" olarak kalması için büyük emek verir. Bu uğurda hiç evlenmez. 1975’te Polonya Cumhuriyeti tarafından Gümüş Liyakat Nişanı verilir. Zofia Rizi’nin ölümünden sonra, 1992’de, Antoni Dohoda ve Leslav Rizi, konuksever teyzelerinin anısına bu evi anı evi olarak düzenlerler.

Zosia Teyze’nin evinde geçmişe yaptığımız yolculukla yola devam ediyoruz. Sıra köy meydanındaki  Arıcılık Müzesi'nde... Çünkü Polonezköy doğal ortamda üretilen balıyla da oldukça meşhur. Burada üretilen organik bal, polen, arı sütü, propolis (arıların değişik bitki ve ağaç kabuklarını çiğneyerek elde ettikleri macuna bazı enzimlerini eklemeleriyle ortaya çıkar. Kanser tedavisinde destek olarak kullanılıyor) , balmumu görmeye ve almaya değer.


Polonezköy’e gidip Polina’da pasta yemeden ayrılırsanız, büyük bir hazdan kendinizi mahrum bırakmış  olacaksınız. Pastalar hakkında bilgi vermiyorum, yemeden tarif edilemez çünkü...  Fotoğraflar birazcık ipucu verebilir  belki :)


Sadece pasta yemek için bile buraya gelinir bana kalırsa. Polina'nın pastalarının ününü duymayan yok aslında... 


Yalnızca bazılarımız diyette olduğu için bu pastalara "hayır" diyebilir o kadar ;) 


Pastalarımızı afiyetle mideye indirip, Şile’ye doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 50 dakikalık keyifli bir yolculuk sonrası Şile’deyiz. Gezimize Ağlayan Kaya ile başlıyoruz. Efsane, Türk filmleri tadında, kavuşamayan aşıklar üzerine...


Plajı harika. İncecik kum taneciklerinden  oluşan plajda kış aylarında dolaşmak, yazın sarı sıcaklarda denize girip serinlemek müthiş.  Karadeniz'in hırçın dalgalarının kaybolduğu, sakin bir denizi var Şile'nin... 


Şile’nin üç şeyi meşhurdur; feneri, Şile bezi ve denizi. Denizin keyfini çıkardık. Sıra fenerinde... Gezimize katılan hanımefendiler feneri hızlı geçip, Şile bezinden hazırlanmış kıyafetleri daha yakından tanımak isteselerde, fener önemli!



Türkiye’nin Uluslararası standartlarda en büyük deniz feneri öncelikle. Yapım yılı Sultan Abdülmecit döneminde, 1858-1859 yıllarına dayanıyor. Metal bölümü ve kristal sistemi Paris Barbır fabrikası ürünü. 1000 watlık elektrik lambası ile aydınlatılıyor ve ışığı 20 mil (32 bin metre) uzaklıktan görülebiliyor. 


Şile'nin amblemi haline gelen fenerin 201o'da 150. yaş günü kutlandı. Fenerden deniz kıyısına kadar Şile bezinden yol yapılarak... Fener, yıllardır kıyısında sadakatle beklediği denizle buluşturuldu.


Şimdi bayanların heyecanla bekledikleri şeye sıra geliyor: alışveriş! Şile bezinden   hazırlanmış,  son derece sağlıklı, uçuş uçuş  elbiseler, bluzler, tunikler ve daha neler neler...
İçimizdeki alışveriş canavarını durdurabilirsek, fenerden yaklaşık 300m. aşağıdaki Maşatlık Parkı'na kadar yürüyeceğiz. Ama ne mümkün :) 


Parkta manzara harika. Özellikle fotoğrafseverler için nefis kompozisyonlar var. Feneri, kaleyi ve limanı panoramik olarak fotoğraflayabileceğiniz bir yer. 


Bugün çok yorulduk artık otelimize gidip dinlenelim. Değirmen Otel, Şile merkezdeki en güzel otellerden biri. Odalar temiz, yemekler leziz, akşam yemeğinde de Müzisyen Cevat kardeşimiz bizi eğlendirmek için tüm enerjisini harcıyor. Daha ne olsun? değil mi ama :)


Sabah otelimizde aldığımız kahvaltı sonrası sahil yolundan, yeşillikler içinde tablo gibi bir yoldan geçip Ağva’ya ulaşıyoruz. Bu yolculuğumuz 45 dakika sürüyor. Ağva, Yeşilçay ile Göksu nehirleri arasında kalan şirin bir yerleşim yeri. Her iki nehir de denize buradan dökülüyor. Deniz kenarında da Ağva’nın plajı yeralıyor. Sonbaharda kimseciklerin olmadığı plaj, yaz mevsimde cıvıl cıvıl oluyor.


Göksu Çayı'nda, "Gizli Bahçe" restorana ait tekneyle tura çıkıyoruz. "Bir İstanbul Masalı" dizisinden önce burada 3 veya 4 tane otel bulunuyordu şimdi sayamıyoruz bile. "Dizi turizmi" bölgeyi çok değiştiriyor. Teknemiz nehirde çalışan en büyük tekne olmasına rağmen, kalabalık gruplarda dışardan bakıldığında sınırı geçen mültecilere benzesek de, gezi herkesin beğenisini kazanıyor.


Tekne gezisi sonrası otobüsümüze binip, Kandıra üzerinden Kerpe’ye geçiyoruz.. Mesafeler kısa gibi görünse de Karadeniz’in virajlı ve dar yolları yolda geçen süreyi uzatıyor. Kerpe’nin sembolü "kayalıklar"a gidiyoruz. Görülmesi gereken doğal bir güzellik. Burada yaşayan gençlerin kayalıklardan denize balıklama atlayarak yaptıkları show bizi gülümsetiyor.  


Kerpe'de öğle yemeği için "Kerpe Diem Restoran"ı tercih ediyorum. Restoranın ismi Carpe Diem, "Anı yaşa" anlamını taşıyan Romalı şair Horace'nin "Odes" adlı şiir kitabında kullanılan latince bir deyiş, yaşam felsefesi. "Carpe Diem Quam Minimum Credula Postero" yani "bugünü iyi yaşa bir sonrakine güvenme"  diyor şair.


Burası Sertan Acar’a ait. Hani Ayşecik filimlerinde Zeynep Değirmencioğlu'nun rol arkadaşı, tüm kızların yakışıklı sevgilisi... Zaman Sertan Bey'in yüzünde yaşanmışlık çizgileri bırakmış ama o hep yakışıklı... 


Tabağımızda tazecik günlük ızgara balığımız, yanında rakı... Denize karşı kadeh kaldırıp, Karadeniz'e dalıp duruyoruz.


Gezimizi tamamladık, masal gibi geçen iki günün sonunda artık dönme zamanı. Tüm masallar mutlu sonla biter, bizimki de öyle oldu :)

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: ARİF ÇAKIR

12 Haziran 2012 Salı

Poyrazlar Gölü ve Acarlar Longozu'nda Keyifli Bir Haftasonu


Havaların nihayet ısındığı şu günlerde güzel bir hafta sonu geçirebileceğiniz bir rotadan söz etmek istiyoruz. Bu gezimizde Batı Karadeniz’in son yıllarda tanınmaya başlayan birkaç noktasına gideceğiz.

-Adapazarı’na Doğru-
Yolculuğunuza sabahleyin Adapazarı’na doğru yola koyularak başlayabilir, uygun yerlerde molalar vererek öğleyin Adapazarı’na ulaşabilirsiniz. Burası öğle yemeği için güzel bir nokta. Adapazarı’na gitmişken tabii ki “ıslama köfte” yenir.


Bu yemek dana kıyması, soğan, ekmek içi, baharat ve tuz ile yapılıyor. Kömür ateşinde pişirilen köfteler, içine kırmızı biber ve fındık yağı karıştırılmış kemik suyunda “ıslatılmış” ince dilimli ekmeklerle sunuluyor.


Süslemek için de domates ve biber kullanılıyor. Yemeğin bol soğanlı piyazla birlikte yenilmesi önerilir. İçecek olarak şırayı tercih edebilirsiniz. Hepsinin üstüne de kaymaklı ekmek kadayıfı iyi gider!


Adapazarı’ndan ayrılmadan önce 1500 yıllık Justinyen Köprüsü’nü de görebilirsiniz. Sekiz kemerli ve 429 metre uzunluğunda olan bir eser. Vaktiyle Sakarya nehrinin bir kolu üzerine yaptırılmış olan köprünün altından bugün trenler geçiyor!
-Poyrazlar Gölü-
Karasu yönüne doğru yola koyulursanız, 10 kilometre sonra bir doğa harikası ile karşılaşırsınız: Poyrazlar gölü. Çevrede yaşayanlar buraya "Teke Gölü" de demekte. Göl, Sakarya nehrinin eski yatağı üzerinde oluşmuş. Söylendiğine göre derinliği yer yer on metreye ulaşıyormuş.


Bir yöre yürüyüş ve piknik yapmak için ancak bu kadar güzel olabilir. Özellikle bahar aylarında dertten-tasadan uzaklaşıp saatlerce vaktinizi geçirebileceğiniz bir cennet. Göçmen kuşlara da evsahipliği yapan göl ve çevresinde her çeşit avcılık yasak.


Göl çevresinde isterseniz bisiklet ile dolaşabilirsiniz. Bu denli güzel olan bir yerde bazı eksiklikler de yok değil! Ne bileyim, koca göl alanında sadece küçücük bir büfe ile hemen girişte bir lokanta bulunuyor. O nedenle gitmeden önce gerekli malzemeleri Adapazarı’ndan temin etmekte yarar var.


-Acarlar Longozu-
Poyrazlar gölünde soluklandıktan sonra yola devam edebilirsiniz. Bu kez hedefte Acarlar longozu bulunmakta. 1. derece doğal sit alanı olan Acarlar longozu, Kaynarca ve Karasu ilçeleri arasında yer almakta. Karadeniz’e 700 metre kadar uzaklıkta.


Sanırım burada öncelikle “longoz” sözcüğünü açmak gerekli. Bu sözcüğün Türkçedeki karşılığı olarak “su basar ormanı” terimi kullanılıyor. Ama, galiba bu karşılığı da biraz anlatmak lazım. Longoz, su içine batmış orman demek. Ağaçlık bölge, yaz aylarında kısmen kurumakta, kışın ise su içinde kalmakta. Yazın suları çekilen longozun toprakları köylüler tarafından tarım arazisi olarak kullanılmakta.


Bilindiği gibi Türkiye’de iki longoz bulunmakta. Bazı uzmanlar Kırklareli yakınlarındaki İğneada’daki longozun daha büyük olduğunu ileri sürmekte. Ancak bazı uzmanlar da Acarlar longozunun tek parça oluşu nedeniyle dünyanın sayılı longozları arasında yer aldığı iddia etmekte. Neyse, bilim adamları arasındaki tartışmayı bir kenara bırakarak Acarlar Longozu'nun mutlaka görülmesi gereken bir doğa harikası olduğunu söylemek gerekir.


Longozda sülün, çulluk, yaban ördeği, yaban kazı, su tavuğu, kaplumbağa, yılan, tilki, çakal, yaban domuzu gibi hayvanlar yaşamakta.


Gölde yayın, sazan, turna, kefal, kızılkanat ve benzeri balıklar bulunmakta. Su menekşesi, su lalesi, göl soğanı, su zambağı ve çeşitli renkte nilüferler de longozun “sakinleri” arasında. İlkbaharda açan göl soğanı ilaç sanayiinde kullanılmakta. Sarı, beyaz ve pembe nilüferler özellikle Haziran ortasından sonra gezi yolunu bir şenlik alanı haline çevirmekte.


16 kilometre uzunluğunda olan longozun 4 kilometrelik kısmında tekne ve su bisikleti ile dolaşmak mümkün. Buraya kadar gidip gezmemek olmaz zaten! Longozda gerekli ihtiyaçlarınızın tümünü karşılayacağınız bir tesis bulunmakta.


-Yenimahalle-
Yola devam ederseniz Sakarya’nın denize döküldüğü noktaya ulaşırsınız. Burada nehrin bir yanı Yenimahalle, diğer yanı İhsaniye adını taşımakta. Yenimahalle’de nehre paralel olarak yapılmış yaya yolunda dolaşıp uygun bir yerde keyifle çay içebilirsiniz.


Yol boyunca son derece leziz balıkların tadına bakabileceğiniz “salaş” lokantalar da bulunmakta. Bu lokantalarda en taze balıkları yiyeceğinizden şüpheniz olmasın. Zaten lokantaların hemen hepsinin kendi teknesi bulunmakta ve sattıkları/pişirdikleri balıkları kendileri tutmakta. Bu nedenle fiyatlar da oldukça uygun!


Bu arada belirtelim, Sakarya’nın denize döküldüğü bölge mersin balıklarının yumurtlama alanı. Uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınan mersin balıklarının avlanması yasaklanmış bulunmakta.


Adapazarı, Poyrazlar gölü, Acarlar longozu ve Yenimahalle gezisi muhtemelen bütün bir günü kapsayacaktır. O nedenle gece Karasu’da konaklayabilirsiniz. Yaz aylarında özellikle İstanbulluların rağbet ettiği Karasu’da her keseye uygun, eli-yüzü düzgün, temiz oteller bulunmakta.


-Maden Deresi-
Karasu’ya 10 kilometre uzaklıkta bulunan Maden Deresi son derece güzel bir piknik alanı. Bölge adını ortasından geçen dereden almakta. Ama o dereye de adını veren yıllar önce bu bölgede maden çıkarılmış olması.


Kısaca anlatalım: Bölgenin geçmişi ile ilgili bir yığın tevatür var. Buradan kurşun, boraks, çinko ve hatta altın çıkarıldığı söylencesi yaygın. Yine anlatıldığına göre ikisi yabancı uyruklu üç kişiden oluşan şirket 1914’de bütün galerileri çökerterek bölgeyi terk etmiş! Ama, tarihi gerçekler biraz farklı. Vaktiyle köy olan Karasu’daki simli kurşun ve çinko madenini işletmek üzeri 1900’de yerli ve yabancı ortaklar tarafından Osmanlı kanunlarına tabi olarak bir anonim şirket kurulmuş.

Bu şirket 1909’a kadar faaliyetlerini sürdürdükten sonra tasfiye olmuş ve yerine bir başka şirket kurulmuş. Öyle, galerilerin havaya uçurulduğu filan da galiba pek doğru değil; çünkü özellikle tepeleri gezmek isterseniz hiç değilse bir kısmı yerinde duran o galerilerin içinden geçmek zorundasınız! Bu arada belirtelim, tepelerdeki yollarda genişlik çoğu zaman bir karış kadar oluyor. O nedenle gezerken son derece dikkatli olmak gerekli.


Neyse, bunları geçelim. Burası da son derece güzel bir piknik alanı. Özellikle ilkbaharda olağanüstü hoş bir yer. Çevre kayın, çınar, ceviz, kestane ve fındık ağaçlarıyla donanmış. Maalesef burada da fazla bir tesis bulunmamakta. Küçük bir büfeden ufak-tefek bir şeyler alabilirsiniz.


Bölgedeki tek tarihi eser yüz küsur yıl önce Hıristiyan işçiler için inşa edilmiş olan kilisenin duvar kalıntıları. Sonuç olarak Maden Deresi birkaç saati sakin, huzur içinde geçirmek için ideal bir alan.


-Melen Ağzı-
Bu gezide uğranacak yerlerden birisi de Melen Ağzı. Melen çayının Karadeniz’e döküldüğü bu yerde isterseniz küçük bir tekne ile çevrede dolaşabilirsiniz. Burada bulunan tek lokantada da artık o gün hangi balık varsa, onunla kendinize mükellef bir ziyafet çekebilirsiniz. Eğer mevsiminde giderseniz civardaki fabrikalardan taze fındık bulabilirsiniz.


Dönüş yolunda Akçakoca’ya uğrayıp son derece leziz ekmeklerden alabilirsiniz. Konuralp’te de müze ve Roma döneminden kalma tiyatroyu gezebilirsiniz.


YAZI: M.Bülent Varlık FOTOĞRAFLAR: M.Bülent Varlık /Tempo Tur Arşiv