21 Mayıs 2012 Pazartesi

Ejdarhanın Ülkesi ÇİN -2


-XI'AN-

“Ni Hao” yani "merhaba" Leyleğin Güncesi’nde Çin ile ilgili yayınlanan ilk yazımın sonunda şimdilik “zai jian” yani “hoşca kalın” diyerek ayrılmıştım. Sanıyorum bu yazımın sonunda da aynı ifadeyi kullanmak zorunda kalacağım. Çünkü daha Pekin’e gelemedim. Yasak Şehir ve Çin Seddi’ni anlatmak başlı başına birer yazı olabilecek genişlikte.
Esasında Çin’i birkaç yazıda anlatmak mümkün değil. Eğer bu gezinizi bir de Tempo Tur ile yapmışsanız, gördüklerinizi ve yaşadıklarınızı anlatmak kitaplara sığmaz. Ben burada ancak gördüklerimi ve yaşadıklarımı çok özetleyerek anlatmaya çalışıyorum. Emin olun Çin, ancak Çin’de gezerek öğrenilebilinir. Onun için Çin gezisini gezi programımın başına koymuştum. Bunun da ne kadar doğru bir karar olduğunu Çin’e gidip görünce anladım.
Bu yazımda da sizlere Xi’an şehrinde gezdiğim ve gördüğüm yerlerden bahsedeceğim. Bunların başında da hiç şüphesiz "Terracatto Savaşçıları ve Atları" geliyor.
Chongging’den bir saatten fazla süren uçuşumuz sonunda, Xi’an havaalanına iniyoruz. Xi’an, Çin’e başkentlik yapmış, geniş sokakları ve modern mimari yapısı ile dikkati çeken bir şehir.
İyi bir uyku ve onu takip eden kahvaltının sonunda şehir gezimize başlıyoruz. Görülecek çok ve güzel yerler var. Zaman kaybetmeye hiç tahammülümüz yok.
-HUA GİNG KAPLICALARI-
Xi’an şehrindeki ilk durağımız, Hua Ging Kaplıcaları. Bu kaplıcalar, Türkiye’de de örneklerini çok gördüğümüz doğal kaplıcalardan birisi. Xi’an’ın başkent olduğu dönemde, zamanın imparatorları ve ailelerinin faydalanmaları için inşa edilmiş.


Geleneksel Çin mimarisinin güzel bir örneği olan bu kaplıcalar; banyo ve dinlenme yerleri, havuzları, gezi alanları, kafeteryaları ve hatıra eşya satan dükkanları ile bir park şeklinde, herkesin gezip görebileceği bir yer.


-VAHŞİ KAZ PAGODASI-
İkinci göreceğimiz yer, "Vahşi Kaz Pagodası." Geniş bir alana yayılmış bu pagodada da artık alıştığımız Çin mimari tarzının bir örneğini görüyoruz.


Gökyüzüne doğru yükselen bir tapınak şeklinde inşa edilmiş. Etrafta bir çok bina ve bahçe var. Ziyaret edenlerin sayısı da küçümsenmeyecek kadar çok.

Bunların bir kısmı yabancı ve yerli turist, ama ibadet için gelenler de var. Bakımlı ve güzel bir yer. Kapalı alanda yüksek bir yere konmuş çok güzel bir Buda heykeli var. İnsan bu heykele bakmaktan gözünü alamıyor.

Sarı, mavi ve biraz da kırmızının hakim olduğu renklerle renklendirilmiş ve çok gösterişli bir yere konmuş. Ancak çevrede ve bahçelerde gezerken de bir çok Buda heykeli görüyoruz. Bunlar rengarenk ve çok sevimliler, devamlı tebessüm ediyorlar. Buda heykelleri bu kadarla da bitmiyor. Binanın dışındaki meydanın ortasına da büyük boy bir Buda heykelinin dikilmiş olduğunu görüyoruz.

-ULU CAMİ-
Bundan sonraki gezimiz, Ulu Cami ve müslümanların yaşadığı mahalle. Burada Ulu Cami’den biraz fazla söz etmek istiyorum. Bunun da nedeni, caminin çok etkileyici olması. İnsan Çin’deki camiyi ziyaret etmeden evvel, minareleri, kubbeleri ile her zaman görmeye alıştığımız normal mimari yapıda bir cami göreceğini hayal ediyor. Ulu Cami’yi görünce durum tamamen farklı. Çünkü cami, tamamen geleneksel Çin mimari tarzında, daha ziyade Budist tapınaklarına benzer şekilde inşa edilmiş.


Cami arazisine kapısından girdiğinizde, kendinizi tamamen bir Çin tapınağında gibi hissediyoruz. Ta ki namaz kılınan binaya ulaşana kadar. Namaz kılınan binaya ulaşmak için de Çin mimarisindeki kapı, avlu ve pavyonları geçmek mecburiyetindesiniz. Bu da yaklaşık 200-250 metre kadar bir mesafe. Genişliği ise yaklaşık 50 metre kadar. Belki bu mesafe, size caminin tüm tesisleri ile kapsadığı alan hakkında bir fikir verebilir.


Bu camide beni etkileyen önemli konulardan birisi de, restorasyonunun abartılı bir şekilde yapılmamış olması. Çünkü Çin’de gördüğümüz tüm restorasyon çalışmalarının, abartılı bir şekilde yapıldığını düşünüyorum. Camideki bu durum, orijinalliği görme açısından daha iyi ve etkileyici.


Şehirdeki davul kulesinden güneşin doğuşunu ve batışını bildirmek için çalınan davul sesine, camiden okunan ezan sesi karışması hiç alışık olmadığımız bir ortam yaratıyor. Bunu Çin’den başka nerede yaşarsınız? Farklılıkları görmek için gezmek ve görmek gerek.

Cami, 13 asır önce inşa edilmiş. Ayrıca burada diğer dinlere ait ibadet yerlerinin bulunduğu da bir gerçek. Nedeni ise, Xi’an o zaman ülkenin başşehri ve en önemlisi de ipek yolunun başlangıç noktası. Buraya gelenler zengin tüccarlar ve yalnızca dünyaya ipeği değil, Çinle ilgili iyi ve kötü her bilgiyi yayıyorlar. Yani Çin’in dünyaya açılma noktası.


Caminin kapısından girdiğimiz anda, karşımıza, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde muhteşem görünüşlü ahşap bir kemer çıkıyor. Cami bizdeki külliyelere benziyor. Külliye beş bölümden oluşuyor. Kemerden sonra, caminin yüzünün Mekke’ye doğru bakmasını sağlamak maksadıyla, doğudan batıya doğru uzanan ekseni takip ettiğimizde, her bölümün mütevazi kapısından geçerek sağlı sollu pavyonların olduğu bölmelere ulaşıyoruz.

Günlük ihtiyaçların giderildiği hizmet binaları güneyde, medrese gibi eğitim ağırlıklı binalar kuzeyde bulunuyor. Külliyenin orta yerinde tamamen Çin mimarisinde yapılmış bir minare var. Bu yapıyı gördüğümüzde, caminin minaresi olduğunu hiç anlamıyoruz. Çin mimari tarzında üç katlı gösterişsiz bir bina. Biz göğe doğru metrelerce yükselen ve etraftan rahatlıkla görülen bir minare beklerken, bu tip bir minare görmenin şaşkınlığı içerisindeyiz. Ama farklılık bu. Biz de bu farklılığı görmeye geldik.
Beşinci kapıyı da geçtiğimizde, namaz kılınan binaya geliyoruz. Burası tamamen ahşaptan yapılmış ve oldukça büyük bir yer.


Tek çatı ve tavanlı. Bu tavanı tutan sutünlar ve duvarlar ahşap, asırlar boyunca geçen zamana aldırmadan ayakta duruyorlar.


Bu duvarlara ayetler işlenmiş. Namaz kılınan mekan çok aydınlatılmamış. Huzur verici bir hava var. Genelde külliye, taş, ahşap ve bahçe süslemenin bir arada çok güzel kullanılarak göze hoş görünen ve huzur veren bir sanatın ön plana çıktığı tarihi ve etkileyici bir mekan. 1300 yıldır yıllara meydan okuyarak bu güzel, muhteşem ve çok farklı görüntüsüyle ayakta duruyor. Emin olun Ulu Cami, Çin’deki tarihi eserler arasında en iyilerinden ve görülmesi gerekenlerden birisi olmayı hak ediyor.

Xi’an’da son görülecek yer, caminin hemen civarındaki müslüman mahalllesi. Burada hediyelik eşya satan dükkanlar, kuruyemişçiler, lokantalar, seyyar satıcılar, gözlemeciler, aklınıza ne gelirse var. Hiç enteresan değil. Fazla oyalanmadan kendimizi buradan dışarıya atmayı arzu ediyoruz. Sokak aralarında yalnızca görmek açısından hızlı bir yürüyüşten sonra derin bir nefes alarak aracımıza biniyoruz.
-SUNSHİNE GRAND THEATHER-
Bugünkü gezimizi tamamladık. Oldukça çok ve birbirinden değişik yer gördük. Gece için çok güzel bir programımız var. Çin genelsel kültürünün revü şeklinde sunulduğu gösteriyi en ön yerden seyredebilecek şekilde Sunshine Grand Theater’deki masamızı ayırtıyoruz. Yemekten hemen sonra beklemeksizin tiyatroya gidiyor ve masamızdaki yerlerimize yerleşiyoruz. Çok kısa bir süre sonra da gösteri başlıyor.


Çin geleneksel kıyafetleri, müziği ve danslarının sergilendiği, bir saatten fazla, kesintisiz bir zaman alan bu güzel gösteriyi büyük bir keyifle, gözümüzü kırpmadan ve büyük bir sessizlik içerisinde seyrediyoruz.


Biribirinden güzel kızların ve yakışıklı delikanlıların büyük bir beceri ve profesyonellik içerisinde sundukları gösteri, çok renkli bir şekilde hazırlanmış. Aynı zamanda teknolojinin tüm imkanları da kullanılmış.


Ses ve ışık harika. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamıyoruz. Bir baktık ki gösteri bitmiş. Her güzel şey gibi bu da çabuk geçti...


-TERRACOTTA SAVAŞCI VE ATLARI-
Bugünkü gezimizin durağı, "Terracotta Savaşçıları ve Atları." Terracotta Savaşcıları ve Atları’nın sergilendiği yer aslında müze. Aslında müze, üzerleri ve yanları örtülerek dışarı ile teması kesilmiş çok büyük hangarlar topluluğu. Böylece de doğal olaylardan korunmuşlar.


İlk hangardan içeri girdiğinizde gördüğümüz manzara karşısında şoke oluyoruz. Yüzlerce heykel bir araya gelmiş bizleri karşılar vaziyette. Inanılacak ve hayrete düşmeyecek gibi değil.

Evet bunlarla ilgili birçok kişi haber okumuş ve resimlerini görmüştür, ama bunları burada görmek bambaşka. Ayrı bir heyecan ve zevk.


Bu askerlerin ve atların tamamı topraktan yapılmışlar ve rütbe sırasına göre de dizilmişler. Yüzlerindeki kararlılık, bağlılık, saygı ve cesaret ifadesini net bir şekilde görüyoruz. Bu duygular heykellerin yüz ifadelerine son derece ustalıkla yansıtılmış. Sanki canlı gibiler.


Müze, üç hangardan oluşuyor. Birinci hangarda savaşçıların sağ kanadı, ikincisinde sol kanadı ve üçüncüsünde de karargah bulunuyor. Tüm bu savaşçı ve atlarına yüksekten bakılıyor ve etrafında yapılan bir gezi yolu ile de yanlarına yaklaşmadan uzaktan seyredebilmek imkanı buluyoruz.
Heykeller, asıl adı "Ying Zheng" olan ve "ilk Çin İmparatoru" manasına gelen Qin Shi Huang için yaptırılmış. 2800 yıllık bir geçmişi var. Yapılan heykellerin sayısının, yaklaşık olarak 7000 savaşcı, 130 tahta savaş arabası, 500 yük atı olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan yer üstüne 20 at arabası, 100 savaş arabası ve 2000’e yakın savaşçı çıkarılmış. Çalışmalar, halen devam ediyor.
Sol kanadın olduğu bölümde, ön safda soldan sağa doğru üç sıra asker ve başlarında subayları dizilmişler. Belli ki bunlar, en önde savaşacak savaşçılar. Sonra arkalarında dörderli yürüyüş kolu halinde dizilmiş okçular, piyadeler ve savaş arabaları ile motorize savaşçılar geliyor. Bunlar oniki yürüyüş koluna ayrılmış.

Bu şekilde yerleştirilmiş olmalarının açıklamasının; savaşa ve imparatorlarının vereceği her emre hazır bir şekilde, toplantı alanında imparatorlarını bekleyen askerlerin toplu düzeni, olabileceği şeklinde değerlendiriyorum. Belki de yanılıyorum. Ama gerçek olan, görüntünün muhteşemliği.
Heykeller, bire bir boyutlarında, zırhlarını giymiş ve savaşa hazır savaşçılar. Bu askerler başlarında generalleri, subayları, piyadeleri, okçuları ve motorize askerleri ile tam bir ordu.
İnsanı etkileyen bu görüntünün yanında, heykellerin yüzlerinin birbirine benzememesi karşısında da hayrete düşüyoruz. Bu kadar çok heykelin yüzleri ve yüzlerindeki ifadeler birbirinden farklı.


Sağ kanadı teşkil eden savaşçıların olduğu hangara geçiyoruz. Bu hangarda görülecek fazla bir şey yok. Çünkü ortada açığa çıkarılmış savaşçılar yok. Ancak cam içerisinde korumaya alınmış savaşçılar var. Bunların bir kısmı ayakta, bir kısmı ise oturarak ok atar pozisyonu almışlar. Gerçekte tüm savaşçıların renklendilirmiş olduklarını, ancak, ortaya çıkarılmaları esnasında hava ile temas etmelerinden sonra renklerini kaybettiklerini öğreniyoruz.
Üçüncü hangardayız. Burası karargahın olduğu yer. İlk iki hangarda gördüklerimizden çok farklı. Burada askerler meskun bir mahalde, bir esasa göre yerleştirilmiş durumdalar. Bu meskun mahalin girişi, kapıları ve çalışma odalarını çağrıştıran bölmeler var. Bazı bölmelerde toplantı halinde olduklarını anımsatan bir hava verilmiş. Ancak hepsi zırhlı ve silahlı, yani savaşa hazır vaziyetteler.


Bu muhteşem savaşçılara biz de “hoşça kal asker” diyerek bir asker selamı ile ayrılıyoruz. Arkamızdan duyduğumuzu sandığımız “sağol” sesi tarihin derinliklerinden gelirmişcesine yankılanıyor.

Bundan sonraki yolculuğumuzun son durağı Pekin. Çin gez gez bitmiyor, gör gör tükenmiyor. Leyleğin Güncesi’nde bir başka yazımda buluşmak üzere şimdilik “zai jian” yani “hoşca kalın”.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN

2 yorum:

  1. Olay ağabeyciğim Çin seyahatimizi tekrar yaşattığınız için teşekkürler.Sizin şahane anlatımınız,olağanüstü fotoğraflarınız Çin'i gözümde tekrar efsaneleştirdi.Yazılarınızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum,sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Nasıl bir gezi aşkıdır, bu kadar yeri nasıl keşfettiniz, Muhteşem...

    YanıtlaSil