10 Aralık 2019 Salı

Pülümür

2018 Mayıs ayı ortalarında, yıllardır istediğim, ama bir türlü yapamadığım Dersim ve çevresi gezisini Tempo Tur sayesinde gerçekleştirdim. Bu gezide gördüklerimi, öğrendiklerimi birkaç yazı ile aktarmaya çalışacağım:
Geziye Ankara’nın artık “eski” olarak adlandırılan tren garından başladık. Son yıllarda bir “efsane” haline dönüşen Doğu Ekspresi ile 17 saatlik keyifli bir yolculuktan sonra Erzincan’a ulaştık. Erzincan’da kısa bir Ekşi Su ziyaretinden sonra Munzur dağlarının karlı zirvelerini seyrederek, Cankurtaran geçidini aşarak Pülümür’e ulaştık.
Pülümür
Tunceli’ye bağlı ilçenin tarihi oldukça eskilere uzanmakta. Bir dönem Urartuluların egemen olduğu Pülümür’ü daha sonra Kapadokyalılar, Romalılar, Selçuklular yönetmiş. Çevrede çok sayıda Ermeni yerleşim yeri de bulunmakta. Neyse, bu tarih faslını bütün detaylarına yazarsak sayfalar dolusu sürer; o nedenle özetin özetini yazalım: Osmanlılar döneminde “Kuzucan” adıyla bilinen yöre, 1847’de Erzincan’a bağlı bir ilçedir; 1936’da da Tunceli’ye bağlanır.
Günümüzde Pülümür, 1.500 nüfuslu küçücük bir ilçe. Verilen göç nedeni ile nüfus sürekli olarak azalmakta.
İlçe, üzerinde bir kısmı silinmiş de olsa “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözlerinin yazılı olduğu Arap Kızı dağının eteklerinde kurulmuş. Yeri gelmişken belirtelim, Dersim yöresinde her coğrafi oluşumun, yerleşim yerinin, kutsal mekanın, hatta kayanın, gözenin bir hikayesi, efsanesi bulunmakta. Arap Kızı dağı da bunlardan biri. Anlatıldığına göre, özellikle şafak vakti dağın üzerinde, nasıl oluyorsa, bir Arap kızının yüzüne benzer figürler ortaya çıkıyormuş [Ama ben, bir Arap kızının yüzü nasıl olurmuş, işte onu bilmiyorum!]. 
Şiirselleştirilen Bir Metin ve Bir Şiir
Pülümür içinde görülmesi gereken tek yer şair Cemal Süreya anıtı. Cemal Süreya 1931’de Pülümür’de doğmuş, 1938’de ailesi ile birlikte sürgüne gönderilmiş. 5-6 yıl önce şehrin tek caddesi üzerine heykeltraş Murat Yeşilgöz tarafından yapılan bir anıtı yerleştirilmiş. Anıtın üzerinde Cemal Süreya’nın vaktiyle yazdığı mektupta yer alan “Bizi bir kamyona doldurdular/Tüfekli iki erin nezaretinde/Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular/Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar/Tarih öncesi köpekler havlıyordu” satırları bir şiir gibi kaydedilmiş. 

Herşey iyi, güzel hoş da, anıtın önü, arkası araçlar için park alanı haline getirilmiş; doğru-dürüst bir fotoğraf çekmek bile mümkün değil!
“Şiir” haline dönüştürülmüş bir metinden söz ettikten sonra bir de gerçek şiirden söz edelim: Bülent Ecevit’in 1969’da kaleme aldığı; “Pülümür’ün bir dağ köyünde gördüm onu/yaşını sordum bir giz gibi güldü/kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz/yüzüne baktım bir giz gibi güldü” dizeleriyle başlayan “Pülümür’ün Yaşsız Kadını” adlı şiirini her halde son dönem edebiyatımızın örnek eserlerinden biri olarak kabul etmek gerekir.
Pülümür’ü kuşbakışı seyredebileceğiniz “seyir tepesi”ne de çıkıp, Zazaca türküler dinledikten, karlı dağların gölgesindeki  inanılmaz derecede güzel yemyeşil doğayı seyrettikten sonra yola devam ettik.


Bu arada Pülümür’ün balı ile meşhur bir yer olduğunu, 20-25 yıldır Ağustos ayında “Bal Festivali” düzenlendiğini de kayda geçelim. Yani, Pülümür, her türlü hile-hurdadan azade tam canınızın istediği gibi , günümüzün yaygın tabiri ile “organik” balın üretildiği önemli bir merkez.
Gelin Odaları ve Hatun Köprüsü
Pülümür-Tunceli yolunun 3. kilometresinde, iki tarihi eser yanyana, birbirini bütünler vaziyette bulunmakta.
Bunlardan ilki Urartular döneminde kalma, halk tarafından “gelin odaları” olarak adlandırılan kaya mezarları. Kayalara oyularak yapılan odalarda bir kral tahtı, zindan ve aşağıdaki dereye inen merdivenler bulunmaktaymış. “Bulunmaktaymış” diyorum, çünkü, gerekli ekipman olmadan bu kayalıkları gezmek pek mümkün değil. 
İkinci eser ise o kaya mezarlarından inilen derenin üzerinde muhtemelen Selçuklular döneminde inşa edilen, ama resmi kayıtlara göre bir XIX. yüzyıl Osmanlı eseri olan Hatun Köprüsü [Pirde Xanime] ya da Hanım köprüsü.
Biraz önce, bu yörede her noktanın bir hikâyesi olduğunu yazmıştık. Doğal olarak Hatun köprüsü de bir hikâyeye sahip: Söylenceye göre, bölgeye hakim olan bir “hatun kişi”, Pülümür Çayı üzerine tek gözlü bir köprü yapılmasını istemiş; ama bu köprünün inşasında kullanılacak taşlarının Tercan’dan getirilmesini ve getirilen tüm taşların “ne bir eksik, ne bir fazla” olmamasını şart koşmuş. Ve de eğer bu şartlar yerine getirilirse usta ile evleneceğini, aksi halde ustanın boynunun vurulacağını açıklamış. Sonuç olarak gözü pek bir usta çıkmış, köprüyü koşullara uygun olarak inşa etmiş ve “hatun kişi” ile evlenerek muradına ermiş!


Uzun yıllar kullanıldıktan sonra harab duruma düşen köprü, bir süre define avcılarına ev sahipliği yapmış. Neden sonra da, artık kimin aklına geldiyse restore edilmesine karar verilmiş. Ve de yakın zamanlarda “restore” edilmiş! Ama ne restorasyon; hiç sormayın!!! İşi üstlenen müteahhit köprü zeminine keyfince “kayrak taşlarını” döşeyerek nerede ise “post-modern” bir “eser” yaratmış. Bir diğer gariplik de, köprünün iki yakasında da her hangi bir yolun olmayışı. Bir derenin üzerinde, hiçbir bağlantısı olmayan bir köprü; yani, günümüzde Hatun köprüsü bir “süs” olmanın ötesinde bir işleve sahip değil!
Neyse, önümüzde daha çok yol, anlatacak çok hikâye, görülecek çok yer var.
Bir başka rotada birlikte olmak dileğiyle…

Yazı ve fotoğraflar:
M.Bülent Varlık