9 Nisan 2024 Salı

Doğanbey Köyü

Bazen insanın içini afakanlar basar, daralırsınız, uyku dahi tutmaz. Bir tarafta ekonomik sıkıntılar, artan ihtiyaçlara yetişememe, bitmeyen istekler, iş bulamamak, çarşı pazarda devamlı artan fiyatlar, çevre kirliliği, gürültü, karmaşa, trafik, gönül işleri, okul taksitleri, kız ya da oğlan evlenecek ama para yok, ödenecek senetler, elektrik, internet, su faturaları, apartman aidatları, bir de bunlar yetmezmiş gibi salgın.
Yukarıda yazdıklarım günlük hayatımızdan kesitler. Bunlardan birini ya da birkaçını belli bir azınlık dışında yaşamayan var mıdır acaba?
Bu afakanlar bastığında ve daraldığınızda yeter artık her şeyden uzak kafamı dinleyeceğim bir yere gideyim de kısa da olsa biraz rahat edeyim dediğiniz zamanlar olmuştur.
Ama nereye?
Böyle bir yeri biliyorum. İsmini de yazının başlığında yazdım.
Şimdi size bu şirin beldenin yerini yazacağım ve onunla ilgili kısa bilgi de vereceğim.
Doğanbey köyü, Aydın ili Söke ilçesine 30 km. uzaklıkta, Milet ve Priene gibi antik uygarlıkların merkezindeki Mykale dağlarının (Dilek Dağları) bir yamacına konuşlandırılmıştır. Mübadelede Yunanistan’a göç eden Rumların yaşadığı köydür. Rumların zamanında ismi odalar anlamına gelen Domatia iken buraya yerleştirilen göçmenlerle beraber adı, Doğanbey olarak değiştirilmiştir.
80’li yıllarda ise köy sakinleri, verimsiz ve rüzgarlı yamaç topraklarında tarım yapamadıklarını ileri sürerek deniz kıyısına inmeye karar vermişler ve kendilerine yarattıkları bu yeni yaşam alanına Yeni Doğanbey ismini koymuşlar.
Terk edilmişliğin doğal sonucu olarak doğa şartlarına zaman içerisinde karşı koyamayan evlerden bir kısmı, yıkılmış bir kısmı da harap bir halde ayakta kalabilmiştir. Sakin ve huzur içerisinde yaşamayı arzu edenlerden bazılarının buradaki harap evleri Rum mimari tarzında restore etmelerinden sonra; köy, eski güzelliğine kavuşarak Ege ve hatta Anadolu’nun en karakteristik, kendine özgü köylerinden biri haline gelmiştir.
Ben Doğanbey köyüne bilerek gitmedim. O gün İzmir’den o tarafa Milet ve Priene antik şehirlerini gezmeye gitmiştim. Programımda bu köye uğramak yoktu. Uzun bir yaz günü olmasına rağmen İzmir’e gidiş geliş ve iki antik şehri gezmenin tam günümüzü alacağını ve programımızı dolduracağını düşünüyordum. Ancak düşündüğümden daha kısa zamanda programı tamamladık ve buraya kadar gelmişken ve daha fazla uzaklaşmadan fazladan bir yer görebilir miyiz derken köyün yol tabelasını gördüm ve direksiyonu o tarafa kırdım.
Bazen görmeyi arzu ettiğiniz bir yere giderken daha öncesinde detaylı, zaman alan bir çalışma ve arkasından planlama yaparsınız. Ya da yol tabelalarına kendinizi bırakır onlardan birisinin içgüdülerinize dürtüsüne uyarsınız. Anadolu’da bu tabelaları takip ettiğinizde son derece güzel doğallıklar, kültürel ve tarihi zenginlikler görme şansınız çok yüksek. Hepsi birbirinden değişik ve karakteristik özelliklere sahip bu yerler bakımından Anadolu dünyadaki en zengin bölge. O tabelaları takip edin hiç pişman olmazsınız.
Köye geldiğimizde araçla köyün içine kadar giremediğimizden aracı boş bir alana park ettik ve köye doğru yürümeye başladık.
Üzerimize çeki düzen verdik. Köyden neşeli kahkahalar ve müzik sesleri geliyordu. Bulunduğumuz yerden göremediğimiz kalenin ve köyün sahibi olan derebeyinin güzeller güzeli kızının bu gün doğum günü idi. Derebeyinin kızı için düzenlediği doğum günü partisine biz de davetli idik. Kaleyi gördük ve içeri girdik. Neşeli bir kalabalık ve kulağa hoş gelen bir müzik. Dans edenlerin arasına katılıyor ve çılgınca eğleniyoruz.
Merhaba hoş geldiniz diye bize hitap eden köy sakinin sesi ile kendimize geliyor ve Doğanbey’de şimdiki zamanda yaşadığımızı anlıyoruz.
Köy uzaktan bizi sihirli havası içerisine alarak büyülendiği için ilk anda bu hayale kapılmamak mümkün değil. Arnavut kaldırımları üzerinde yürürken bu sihirli hava kısa bir süreliğine de olsa bizi başka bir zamana ışınlıyor.
Mikale Dağı’ndan gelen dağ rüzgarının, denizden gelen Akdeniz esintisi ile karışımından oluşan baş döndürücü kokteyli solurken; taş duvarlardan oluşan sokaklarında dolaşmanın o huzur verici rahatlığını içimize sindiriyoruz.
Restore edilmiş, yıkılmış ya da yarı yıkılmış taş binalar bu köyün kendine has muhteşem cazibesi. Bir de bunlara renk veren zakkum ve begonvillerin beraberliği, ortaya çıkan resmin göze daha da hoş gelen görüntüsü.
Yakın bir tarihe sahip bu köyün görüntüsü, sanki ortaçağı yansıtan yağlı boya tablolar gibi. Batmakta olan güneşin her taş duvara vuran renklerini hissederek en büyük iki sanatkar insan ve doğanın müştereken yarattıkları muhteşem bir tablo. Bu kadar çok farklı renkler kullanılarak ortaya konulan bu tablonun içerisinde yaşayarak sokakları gezmek heyecan verici bir rüya gibi.
Anadolu’nun bir çok köyünde görmeye alıştığımız asırlık ağaçları burada da görmek, eski bir dosta rastlamış gibi. Burada yaşanmış acı, mutluluk, aşk ve heyecanlara tanık olmuş bu ağaçların dili olsa da bize her şeyi anlatabilseler. Bunun imkanı olmadığından, burada yaşanmış hayatları ancak hayallerimizde canlandırıyoruz.
Sessizliğin hüküm sürdüğü bu köyün sokaklarındaki huzur içerisinde kendinden geçercesine uykuya dalmış kediler de hayatlarından memnun. Sokak aralarında hafif bir esinti şeklinde dolaşan rüzgarın sesine eşlik eden kuş seslerinin duvarlardan yasayarak kulağımıza gelen nağmelerinin bize verdiği çeşitli duygular içerisinde kendine özel bir yerde bulunduğumuzun farkına varmamak imkansız.
Anadolu, her seferinde insanı şaşırtacak kadar çok sürprizlerle dolu. Sahip olduğu zenginliler saymakla bitmez, gezmekle tükenmez ve de bir hayata sığmaz.
Doğanbey de, işte bu zenginliklerden birisi hatta örneğinin en fark yaratanı. Anadolu’nun yakın tarihini yansıtmasına rağmen doğa ve insanın ortaklaşa sanat eseri. Büyük bir kazanım. Görülmesi gereken bir belde.
Priene ve Milet gibi antik şehirleri ziyaret etmeyi planladığınızda bu köyü de planınıza dahil ederek programınızı ona göre yapın. Ancak benim önerim, yalnızca Doğanbey’e gitmek ve orada geceleyecek şekilde kalmanızdır.
Hoşça kalınız.

olay.salcan@gmail.com
olaysalcan.blogspot.com

Fotoğraf Galerisi:
















4 Nisan 2024 Perşembe

Miletos (Milet) Antik Kenti

Didim’deki Apollon Tapınağı’nı ziyareti planlıyorsanız 20 km. kadar ilerisinde bulunan Miletos (Milet) Antik Kenti ile buraya çok yakın olan Priene Antik Kentini de ziyaret etme şansını da yakalamış olursunuz.
Bonus olarak da Rumlar’ın mübadele sırasında terk ettiği civardaki Doğanbey Köyü’ne uğrayıp güzel bir gezintiyi takiben; çınarın altında son derece güzel bir ortamda, huzur ve sessizliği dinleyerek bir bardak çay içebilirsiniz. Bu da, çok eski çağlardan yakın zamana doğru bir yürüyüşün keyifli bir sonu olur.
Tüm yorgunluğunuzu attıktan sonra dinlenmiş olarak aracınızla evin yolunu tutarsınız. Akşam saatlerinde eve geldiğinizde güzel bir yemekten sonra dinlenirken yoğun, ancak keyifli bir günü yaşadığınızı daha iyi anlarsınız. Bir fincan kahveden sonra zamanda yolculuk yaptığınızın fark edersiniz. Bir zaman diliminden diğerine ışınlanmış gibi hisseder insan kendini.
Esasında dünyada bu gibi yerleri bir günde gezebilen nadir insanlardan birisiniz. Bunu Anadolu’da yaşadığınız için yapabiliyorsunuz. Yani tam bir ayrıcalık. Anadolu’da yaşamak şans ya da tesadüf değildir; atalarımızın bize armağanıdır. Bu armağanı çok iyi kullanmak ve korumak hepimizin görevidir.
Şunu unutmayın ki, dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar dar bir alanda farklı ve geçmişleri 5.000 yıl evveline kadar geriye giden bir iki medeniyeti değil bundan çok daha fazlası olan medeniyetleri göremezsiniz. Çünkü Anadolu bu bakımdan dünyanın en zengin ülkesidir. Diğer ülkeler ile kıyaslandığında açık ara öndedir.
Ben sadece yer yüzeyine kazılarla çıkarılmış kalıntılardan söz ediyorum. Bir de hala toprağın altında, toprağın üstündekinden daha fazla tarihin bilinmeyenlerine ışık tutacak ya da tarihin yeniden yazılmasına neden olacak kalıntılar var. Gün geçmesin ki yeni bir kazı çalışma faaliyetinin haberini medyada görmeyelim.
Bu yazımda sizlere Milet Antik Kenti’nden kısaca bahsedeceğim. Zamanının en önemli ve tarihin akışını değiştirmiş şehirlerinden birisidir Milet. Bu gün yüzüne çıkarılmış harabeleri gezerken bu gerçeği göz önünde bulundurmakta fayda vardır.
İyon medeniyetinin Anadolu kıyısındaki en büyük ve önemli liman kentlerinden birisi olan klasik Yunanca’da Miletos, Latince’de Miletus olarak bilinen Milet, tarihçi Heredot’a göre İyonya’nın mücevheridir.
Tarihi M.Ö. 3.500 yıllarına kadar geriye giden bu 5.500 yıllık, dikey ızgara sistemi temelli şehir mimari yapısı uygulanan kent, çağımız şehirlerine de örnek olacak niteliktedir. Deniz aşırı kolonileri ile zenginleşen şehir, en parlak dönemini M.Ö. 8. ve 7. yy. yaşar. M.Ö 546’da Persler tarafından işgal edilmesinden daha sonra da Roma Dönemi’nde bağımsız bir şehir olarak varlığını devam ettirir. Ancak, zamanla, Ege’deki pek çok antik kent gibi Büyük Menderes nehir ağzının çoğu kez değişmesi ve toprakların alüvüyonlarla dolması sonucu denizle olan bağlantısını yitirerek ticari açıdan zayıflayıp önemini yitirir.
Milet şehrine, ‘Filozoflar Şehri’ de denilmektedir. Gerçek anlamda tarihin ilk filozofları kabul edilen ve felsefe tarihinde çok önemli bir yerde bulunan Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros, Milet’te yetişmişlerdir. Öyle ki o yıllarda (M.Ö. 600 – 550) kendilerine Fizikçiler Okulu denilen okul da açmışlardır. Bu nedenle eskiden beri şehire Filozoflar Şehri adı verilmiştir.
En parlak dönemlerinde kent, 4 büyük limana sahipti. Bu da şehrin hem askeri ve hem de ticari olarak ne kadar önemli bir şehir olduğunu göstermektedir. İki limanın girişi, 2 aslan heykeli arasına bağlanan zincir ile kapatılıyordu. Bu aslan heykelleri nedeni ile Aslanlı Liman diye adlandırılmışlardır. Üçüncü liman, Athena tapınağına yakınlığından dolayı Athena limanı adını almıştır. Kentin doğusundaki kumsal kıyı, ise dördüncü liman olmuştur.
Milet ile ilgili ilk yazılı kaynaklar, Geç Bronz Dönemi’ne ait olup Hitit kaynaklıdırlar. Hitit Kralı olan II. Murisili’nin vaka namelerinde Milet’in adı Millawanda şehri olarak geçmektedir. Bu yazılı belgelerden Milet şehrinin o zamanlar bir Hitit şehri olduğu anlaşılmaktadır.
Bir koloni olarak kurulan Milet, M.Ö. 6 ncı yüzyılın birinci yarısında Karadeniz kıyısında bulunan Trabzon, Sinop ve Kırım’ı da içine alan 90 adet koloni şehri kurarak bir deniz imparatorluğu haline gelmiştir.
Milet, Lidya’nın gelişmesine paralel olarak Lidya Kralı ile olan mevcut bağlarını kuvvetlendirmiştir. Ancak M.Ö. 547’de Lidya Kralı Kroesus’un Pers Akiment İmparatorluğu’na mağlup olması ile birlikte Pers İmparatorluğu’nun hakimiyeti altına girmiştir.
Milet, M.Ö. 304’de Büyük İskender tarafından Perslerin elinden alınmıştır. Büyük İskender’in ölümünden sonra da M.Ö.313’de Antigones ve M.Ö. 301’de Selevkidler tarafından zapt edilmiştir.
M.Ö. 133’de Bergama Kralı’nın ülkesini Roma İmparatorluğu’na miras olarak bırakmasının sonucu olarak da Roma İmparatorluğu’nun idaresi altına girmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı Roma İmparatorlukları olarak bölünmesinden sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun yönetimi altında kalmıştır.
11.yüzyıl sonlarında Selçuklular’ın Anadolu’yu işgal etmeleri ile birlikte Türkmen göçmenler Ege Kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır. Selçuklular zamanında Milet Limanı, yine Venedikliler ile ticaret yapmak maksadıyla kullanılmıştır. Birinci Haçlı Seferi’nden sonra Bizanslılar tarafından Ege kıyıları tekrar zapt edilmiştir.
Selçukluların Moğollar’a Kösedağ savaşında yenilmelerinden sonra Milet, Menteş Oğulları’nın eline geçmiştir.
En sonunda da Osmanlıla’ın eline geçmiştir.
Milet’in tarihi çok ama çok kısa olarak bu kadar. Şimdi şehirden zamanımıza kadar kalıntı olarak gelebilmiş belli başlı eserlere bakalım.
Kentte ilk girişte sizleri Helenistik dönemde 5300 kişilik olarak inşa edilen, daha sonra Roma döneminde 15 bin kişilik kapasiteye ulaştırılan, Yunan-Roma tipinin en güzel örneklerinden biri olan Milet tiyatrosu karşılar. Sahnenin ayakta kalan parçaları ve katlar arasındaki galeriler, tiyatronun en şaşalı zamanındaki atmosfer ve enerjisini canlı tutmaktadır. Tiyatrodaki tonozlu geçitler ise çok iyi korunmuşlardır.
Bouleuterion (meclis binası) M.Ö. 175-164 yıllarında yapılarak Apollon, Hestia (Ocak Ateşi Tanrıçası) ve halka adanmıştır. Oturma yerleri tiyatroda olduğu gibi geniş yarım daire şeklindedir ve 1500 kişi alma kapasitesine sahiptir. Kendi türünün en görkemlisidir ve daha sonra bu yapıya bir de sahne eklenmiştir.
Kent merkezinde üç katlı inşa edilmiş ve Nymphaion adı verilen anıtsal kent çeşmesi bulunmaktadır.
Ayrıca Anadolu’daki en büyük Roma hamamlarından biri olan Fauistina Hamamları’nın kalıntıları, bu kentte mevcut kalıntılar içerisinde en göze çarpanıdır. Hamamın içindeki havuzun hemen yanı başında Maiandrios (Nehir Tanrısı) heykeli ile aslan figürlerinin kopyası bulunmaktadır. Kopya da olsa bu heykelin varlığı buraya bambaşka bir hava vermektedir.
Athena Tapınağı, M.Ö. 5. yüzyılda inşa edilen anıt bir tapınaktır. Ayrıca şehrin en eski binasıdır.
Kaldırım taşları Roma İmparatoru Trajan tarafından onarılmış 100 .m. uzunluğunda ve 28 m. genişliğindeki Kutsal Yol, şehir içerisindedir.
Kutsal Yola açılan şehrin savunma maksadıyla yapılmış Kutsal Kapısı da vardır. M.Ö. 5. yy.da Roma İmparatoru Trajan tarafından restore ettirilmiştir.
Antik kentin girişinde sadece Milet değil Didim Apollon Tapınağı ve Priene Antik Kenti’nden gün yüzüne çıkarılan bulguların da sergilendiği Milet Müzesi de yer alıyor. Buraya kadar gelmişken bu müzeyi de ziyaret etmeden ayrılmayın.
Sonunda Milet’i de gezerek Didim Apollon Tapınağı ve Priene Antik Kenti’nden oluşan üçlemeyi tamamladık. Buna bir de Doğanbey Köyü’nü de dahil edince keyfimize diyecek yok. Yazımın başında da belirttiğim gibi Türkiye tarihi eser ve gezilecek ören yeri bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden değil; en önde gelen ülkesidir.
Bu gün, yer yüzüne çıkarılan kazılara ilave olarak yurt genelinde çok sayıda kazı çalışması yapılmaktadır. Anadolu’nun tarihini çok iyi bilen, tarihi kalıntılar hakkında araştırmalar yapan ve konu ile ilgili kitaplar okuyan Ulu Önder Atatürk “Anadolu’daki büyük medeniyetler burada değilse nerede aranacaktır? Türk sanatı, tarihi bütün insaniyet için araştırma sahasını burada bulamayacaksa bu sanat aşıkları hangi çöllere saldıracaklardır.” diyerek, arkeologları Anadolu’da kazılar yapmaya davet etmiş ve konun ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.
O kadar ki, hasta yatağında dahi bu konu ile olan ilgisini kesmemiş, Vize kazılarında çıkarılan bazı kalıntılar isteği üzerine kendisine götürülerek gösterilmiştir. Bundan büyük bir memnuniyet duyan Atatürk “Kazılara devam ediniz; memleketimizin kültür zenginliklerini daha çok bulacaksınız.” demiştir.

Hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
olaysalcan.blogspot.com

Fotoğraf Galerisi: