27 Eylül 2012 Perşembe

Yüzen Tatil Köyü; COSTA FAVOLOSA


Yaz demek tatil demek!
Kent yaşamı içinde yoğun bir tempo ile çalışan bir çok insan için de eminim aynı slogan geçerli, "Yaz demek tatil demek!" Tatili kim sevmez ki? yada kim güzel bir tatile hayır diyebilir ki? "Tatilin iyisi kötüsü olmaz, tatil olsun yeter" diyenler de yok değil... 

Tatilin kötüsü olur! Kötü bir tatil deneyimi,  insanın tüm bir yazını kabusa çevirebilir. Beklentileri karşılamayan bir tatil programı, zaman ve para kaybı demek. O nedenle tatil planı yaparken, ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Bazen de risk alıp, sizi nasıl bir maceranın beklediğini yaşayıp görmek! 


Biz bu sefer "b" şıkkı dedik, fakat ince eleyip sık dokuma kısmını da es geçmeden... Yıllardır gemi (cruise) seyahatini hep duyar ve merak ederdik. "Merak iyidir, şayet ucunda bir keşif varsa" sözünden hareketle, gemi yolculuklarını araştırmaya başladık. O kadar çok gemi firması ve rota vardı ki, şaşkına döndük. Biri bize bir can simidi atsın lütfen! aşamasında, daha önce yurt içi ve yurtdışı gezilerine katıldığımız ve memnun kaldığımız Tempo Tur'dan yardım istedik.

Nehir gemisi ile Mısır'a gitmiştik,  fakat bu apartman büyüklüğündeki koca koca gemilerde tatil nasıldır? hiç bir fikrimiz yoktu. Tempo Tur'dan gemilerden sorumlu Gülden Hanım ile görüştük. "Bu bizim ilk gemi seyahatimiz olacak" dedik. Gülden Hanım bize gemi tatiliyle tanışmak için öncelikle Türkiye çıkışlı bir gemi tatili yapmamızı önerdi. Rotamız belli; Ege&Adriyatik...


İstanbul Karaköy Limanı'ndan bindiğimiz gemi ile Dubrovnik,Venedik, Bari, Katakolon ve İzmir Limanları'na demir attıktan sonra tekrar İstanbul Karaköy Limanı'yla geziyi sonlandıracağız. Rota tamam, sıra gemi seçiminde... Gülden Hanım bize iki gemi önerdi: MSC Divina ve Costa Favolasa! Her iki geminin özelliklerini öğrendikten sonra bizim kararımız COSTA FAVOLOSA yönünde oldu.  
Gülden Hanım, bu gemiyi bize tanıtmak ve gerekli bağlantıları yapmak için gerçekten çok çaba harcadı. İstanbul'daki acenta ile bir bilgi ağı oluşturdu ve aldığı bilgileri anında bize aktararak, güvenli bir yolculuk zemini hazırladı. Kızkardeşimle birlikte yeşil pasaportlu olduğumuzdan vize almamıza gerek kalmadı. Kayıt işlemlerimizi tamamladık.  

28 Haziran-5 Temmuz 2012 tarihleri arasında Costa Favolosa ile denizlere açılıyoruz :)


Beklenen gün sonunda geldi. Gemi hareket saatinden 3 saat önce limanda hazır olmamız gerekiyordu. Zamanında limana ulaştık.  Costa'nın görevlileri işlemlerin seri bir şekilde yapılması için yolcuları sistemli olarak ilgili birimlere yönlendirdi. Valizlerimizi de kabin numaramızın ve ismimizin yazılı olduğu etiketleriyle birlikte görevliye teslim ettik. 

Yolculuğumuzda bize yardımcı olmaları için görevli rehberlerimiz Gizem Parlak, Yavuz Aydın ve Zafer Alten ile tanıştık. Yönlendirmeleriyle check-in işlemlerimizi kısa sürede sorunsuz olarak tamamladık. Pasaport kontrolünden geçtik ve pasaportlarımızı gemiye binmeden önce, kontuardaki görevliye (gezi sonrası geri almak üzere) numaralı bir belge karşılığı bıraktık. Ayaküstü hemen bir fotoğrafımız çekildi. El bağajlarımızla X-ray cihazından geçtikten sonra gemiye bindik. 


Asansörle kabinimizin olduğu kata çıktık. Yedi gece geçireceğimiz kabinimize ismimize hazırlanmış "Costa kartları" ve bilgilendirme dökümanları bırakılmıştı. Valizlerimiz de bizden önce kabinimize gelmişti bile ... "Costa Kart" çok önemli. Bu kart; limanlarda gemiden çıkış ve biniş için hem kimlik, hem kabin girişi için elektronik kilit, hem de gemide yanınızda nakit taşımadan harcamalarınızı yapabileceğiniz bir nevi kredi kartı yerine geçiyor. Gemi içerisindeki mağazalardan alışveriş yapmak istediğiniz zaman danışmaya gidip, Costa kartınıza para yükletmeniz yeterli.  

Kabinler çok temiz ve rahat, ayrıca ihtiyacınız olan herşey mevcut. Rutin olarak günde iki kez kabin temizliği yapılıyor. Ayrıca her gün, gemideki aktiviteleri, liman bilgileri ve ekstra kara turları hakkında bilgilendirme amaçlı "Today" adlı bültenler kabinlere bırakılıyor.


Biz dış kabinde kaldık. Dış kabinler, günışığı alan kabin olarak biliniyor. Açılmayan, dikdörtgen bir pencere var. Her sabah deniz üstünde uyandığınızın farkına varıyorsunuz dış kabinde...


Costa Favolosa tam anlamıyla "yüzen bir tatil köyü"... Havuzları, spor alanları, leziz yemekler sunan restoranları, tiyatro salonu, buz pateni pisti, alışveriş alanları, barları, kafeleri ve çocuk kulubüyle beş yıldızlı Akdeniz otellerinin konforunda.


Costa Favolosa'nın  canlı müzik yapan bir barında otururken, gözümüz arada bir pencereden dışarıya kayınca, usulca denize inen gri mavi alacakaranlığın bu kadar güzel olabileceğini hiç hayal etmemiştik. Herşey rüya gibiydi...


Gemide açık büfe haricindeki ana restoran da ambiyansı, servis kalitesi ve yemekleriyle unutulmazdı.   Kabin görevlilerinden resepsiyona, tüm gemi personelinin güleryüzü ve servis kalitesi bizi çok şaşırttı. Bu kadarını beklemiyorduk açıkcası. Gemide yerli ve yabancı tüm içeceklerin ekstra olduğunu da hatırlatalım. Fiyatlar abartılı değil, makul sınırlarda.


Geminin demir attığı limanlarda, ekstra bir ücret karşılığı profesyonel rehber eşliğinde, çevre gezileri yapılabiliyor. Dubrownik, Venedik, Bari ve Katakolon'da rehberle gezmeyi tercih ettik. Venedik'de yaptığımız gondol turunu çok sevdik. Venedik zaten tek başına çok etkileyici ve romantik bir kent. Kesinlikle dünya gözüyle görülecek yerlerden biri.


Katakolon Olimpia turundan da çok etkilendik. Arkeoloji ve sanat konusunda uzun yıllar araştırma yapan ve yazan biri olarak Olimpia, görmek istediğimiz bir antik kentti. Burada bizi bekleyen başka bir süpriz daha vardı. Çocukluğunun bir bölümü İstanbul'da geçen Yunan Rehber Christo, Olimpia Antik Kenti'ni bize Türkçe olarak anlattı. Hem de arkeoloji terminolojisini bilmeyenlerin bile kolaylıkla anlayabileceği sade bir üslupla...


Olimpia dönüşü Yunan tavernasında sirtaki izleyip, ünlü mezelerinin tadına baktık. Fakat zaman çok az olduğu için yeterince keyfini çıkaramadık. İnsan bu kadar güzel bir ortamdan kolayca kopamıyor da diyebiliriz buna :) 
İlk gemi yolculuğumuzu çok hoş anılarla noktaladık. Tamam mı devam mı? Kesinlikle devam! Dönüşümüze hemen bir sonraki yılın rotasını belirledik: Costa Serena ile İspanya, İtalya, Fransa, Ibıza'yı içeren AKDENİZ gezisi.  Yelkenler fora...

YAZI: PINAR & NUR YAMAÇ

Tarihin Başkenti: NİKSAR 2


Niksar’daki gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz: Roma döneminden kalma kurnaların bulunduğu hamamın hemen aşağısında Ulu Cami yer almakta. Anadolu’daki ulu camilerin ilk örneklerinden biri olan eser, Selçuklu mimarisinin izlerini taşımakta. Kayıtlara göre Fatih Sultan Mehmet Trabzon seferine giderken Ramazan ayını ve bayramını Niksar’da geçirmiş, bu camide ibadet etmiş. Son yıllarda restore edilen camide bazı sütunların üzerinde yüzlerce yıl önce yapılmış süslemelerin izlerini görmek mümkün.


Arasta
Niksar arastasında her biri neredeyse asırlık geçmişe sahip çok sayıda dükkanı görmeniz mümkün. Burada bulunan küçük bir çeşme II. Abdülhamit döneminde inşa edilmiş. Yakınlarında bulunan ve “mahfel” adıyla bilinen kahvehane ise Anadolu’nun en özgün “kültürel” yapılarından biri. Yaklaşık 80 yıllık kahvehanenin müdavimleri belli. Gaziantep’te bulunan birkaç asırlık Tahmis Kıraathanesi’nin bir benzeri sanki. Yolunuz Niksar’a düşerse en azından bir bardak çay içmek için uğramanızı öneririm.


Kahvehanenin hemen yanında, Çanakçı çayı üzerinde bulunan tek gözlü Leylekli Köprü, görülmesi gereken bir diğer eser. Devşirme taştan inşa edilen bir köprünün üzerinde bulunan ve muhtemelen yakınlarda bulunan bir Roma kentinden devşirilen “ağzında yılan tutan leylek” figürü köprüye adını vermiş. Biraz ileride de Seğmenli Köprüsü yer almakta.


İki Anıt Mezar
Niksar kalesinin karşısında bulunan tepeye doğru giderken Gregory Tamatogros Kilisesi’nin kalıntılarını görmeniz mümkün. Yıllardır toprak altında kalan, bazı bölümleri depo olarak kullanılan kilise son yıllarda biraz temizlenmiş ve dışarıdan da olsa görülebilmesi sağlanmış.

Biraz ileride ise Niksar’a gönülden bağlı olan iki sanatçının anıt mezarı yer almakta. Bunlardan ilki; “Senin dudakların pembe/Ellerin beyaz,/Al tut ellerimi bebek/Tut biraz!” dizelerinin sahibi olan Cahit Külebi’ye ait. 1997 yılında Ankara’da hayata veda eden Külebi’nin naaşı 2010’da Niksar’a getirilmiş ve kaleye hakim bir noktaya defnedilmiş.

Hemen yanında da Erzurum’da doğan ancak hayatının büyük kısmını Niksar’da geçiren ve “Gönül gurbet ele çıkma/Ya gelinir ya gelinmez/Her dilbere meyil verme/
Ya sevilir ya sevilmez” dizelerini kaleme alan Erzurumlu Emrah’ın türbesi bulunmakta.

Diğerleri
Kent içinde görülmesi gereken iki yer daha bulunmakta: Bunlardan birisi Roma Arsenali yani silah üretim ve depolama merkezi. Niksar’da neredeyse her gün yeni bir eser bulunmakta. Arsenal de bunlardan birisi. Tek katlı bir evin altında bulunmuş. Yapıya evin bodrum katından girilmekte. Birbirine paralel iki galeriden oluşan bu yapıdaki çalışmalar halen sürmekte. İlginç bir yer; içinde havalandırma bacaları bulunan bazı odalar ortaya çıkarılmış. Mekanın temizlenmesi sırasında çok sayıda iskelet bulunmuş. Yapılan çalışmalar yapının ikibin yıldan eski olduğunu ortaya koymuş!

Gezilmesini önereceğim bir diğer yer de Ayvaz Parkı ve Ayvaz Kent Ormanı. Kentin 2 kilometre uzağında bulunan ve tadı gerçekten çok güzel olan Ayvaz suyunun çıktığı alan günümüzde mesire yeri olarak kullanılıyor. Çam ağaçlarıyla kaplı alanda her türlü ihtiyacın giderileceği tesisler yer almakta. Evliya Çelebi’nin de bahsettiği bu alanda kısa bir süre önce tesadüfen yapılan kazıda Roma döneminden kalma mozaiklere rastlanmış! Yapılacak çalışmalar sonucu, zemini mozaik ile bezenmiş çok sayıda “yamaç evi”ne ulaşmak hiç de şaşırtıcı olmayacak gibi geliyor bana. Bekleyelim ve görelim!

Kaleye Doğru…
Artık kent merkezindeki gezimizi tamamladık sayılır. Bundan sonra kaleye doğru yola koyulabiliriz. Burada ilk karşılaşılan yapı Melik Gazi Türbesi. Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye’nin pek çok yöresinde Melik Gazi adına yapılmış türbe bulunmakta. Niksar’daki türbe Danişmendlilerin kurucusu olan Melik Danişmend Gümüştekin Ahmet Gazi adına XII. yüzyılın ortalarında yaptırılmış. Türbe çeşitli dönemlerde tamirden geçirilmiş, bu nedenle özgün halini önemli ölçüde kaybetmiş.


Türbenin çevresi günümüzde etraftan toplanan çeşitli dönemlere ait mezar taşları ile  “Türk-İslam Medeniyeti Taş Eserler Müzesi” haline getirilmiş. Burada bir not daha düşelim, benzeri bir müze Konya’da bulunmakta. Biraz ileride bulunan Selçuklu mimari geleneklerine göre yapılan Kolag Kümbeti de görülmesi gereken eserler arasında yer almakta.

Niksar Kalesi
Kente hakim bir tepenin üzerinde bulunan kalenin yapım tarihi bilinmiyor. Ancak, veriler kalenin Roma döneminde inşa edildiğini, Bizans, Pontus, Danişmend ve Selçuklu dönemlerinde genişletildiğini ortaya koymakta. Anadolu’nun en büyük kalelerinden birisi. Kale iç, orta ve dış olmak üzere üç bölümden oluşmakta. İç kalenin büyük bir kısmı günümüze gelebilmiş; orta ve dış kalenin ise bazı bölümleri ayakta kalabilmiş. Günümüzde kalenin bazı kısımları onarılmış ve park haline dönüştürülmüş. Burada çevrede bulunan bazı taş eserler de sergilenmekte. Gerçekten güzel bir mekan.


Anadolu’daki en eski medreselerden biri olan Yağıbasan Medresesi’de kalede yer almakta. 1158’de inşa edilen medrese Anadolu’da tıp eğitiminin verildiği ilk yerlerden biri. 1939 ve 1942 depremlerinden önemli ölçüde hasar gören medrese kısa bir süre önce elden geçirilmiş. Günümüzde bazı kısımları lokanta olarak kullanılmakta, birkaç oda da “müze” olarak düzenlenmiş. Kültürel etkinlikler için de kullanılan “yeni” medrese hoş bir akşam geçirmek için önerilir. Ancak, yaz aylarında bile serin olduğu için tedbirli olmakta yarar var!

Medresenin hemen yanında da Yağıbasan Türbesi bulunmakta. Türbe, 1939 depreminde tamamıyla yıkılmış, ancak birkaç yıl önce ihya edilmiş!

Eğer vaktiniz varsa, Niksar’ın biraz dışına çıkıp Efkerit vadisini gezebilir, benzeri Kızılcahamam yakınlarında Alicin Deresi mevkiinde bulunan sığınağa dönüştürülmüş bir mağarayı görebilirsiniz. Ayrıca Çamiçi yaylasında hoş vakit geçirebilir, ardından da eski bir Rum yerleşkesi olan ve günümüzde Selanikli mübadillerin yaşadığı Ardıçlı Köyü'nü ziyaret edebilirsiniz.


Ne Alınır?
Niksar belediyesi özellikle kadınların el emeklerinin karşılığını alabilmesi için örnek bir çalışma başlatmış ve “Niksar El Sanatları Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi”nin kurulmasını sağlamış. Niksarlı hanımlar ürettiklerini “sokak atölyeleri” olarak adlandırılan bir mekanda pazarlama imkanına sahip. Niksar’dan dönerken buradan gıda ve hamur işleri, ahşap boyama, seramik ürünleri, yöresel motifli keçe ve kilimler alabilmeniz mümkün.


Ayrıca, isterseniz “Unesco Yaşayan İnsan Hazineleri” listesinde yer alan kaval ustası Yaşar Güç’ü ziyaret edip hem müzik dinleyebilir, hem de ürettiği eserlerden alabilirsiniz. Bir başka atölyeden de Niksar’a özgü kök boya kullanılarak üretilmiş dokumalardan edinebilirsiniz.

Hükümet Konağı’nın altındaki kooperatifte başta kuşburnu marmelatı, ceviz, peynir ve yağ olmak üzere Niksar’a özgü yiyecekler bulmanız mümkün. Bu arada, Niksar/Tokat yöresinde yetiştirilen Narince cinsi üzümün “salamura” yapraklarının son derece leziz olduğunu da hatırlatalım.


Niksar’ın mahalli pazarı Pazartesi günü kurulmakta. İmkanınız olursa bu pazarı gezmenizi öneririm. Dalından yeni koparılmış meyveler, daha sabahleyin toplanmış sebzeler sizi beklemekte!


Bir başka rotada birlikte olmak dileğiyle...

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.Bülent Varlık /mbvarlik@gmail.com



14 Eylül 2012 Cuma

Tarihin Başkenti: NİKSAR-1


Bu yazımızda az bilinen bir yöreye Niksar’a gideceğiz. Niksar, Tokat’a bağlı 33 bin nüfuslu bir ilçe. Ekonomisi bazı küçük sanayi kuruluşları olsa da ağırlıklı olarak tarıma dayanıyor. Son yıllarda ilçenin turizme kazandırılması için “Tarihin Başkenti: Niksar/Görmeyen Kalmasın” sloganı esas alınarak bazı çalışmalar yapılmaya başlanmış.

-Biraz Tarih-
Önce kısaca da olsa Niksar’ın tarihinden söz edelim. Karadeniz’i güney topraklarına bağlayan yol üzerinde bulunan Niksar’da Hititler, Persler, Pontuslular, Romalılar, Bizanslılar, Danişmendler, Selçuklular ve Osmanlılar hüküm sürmüş.

Kent, Pontus Krallığı döneminde “Caberia” adıyla anılmış. Romalılar döneminde ise “Diopolis”, “Sebaste” ve “Neocaeserea” adları kullanılmış. Evliya Çelebi’ye dayanılarak kentin adının “Nik Hisar” yani “iyi hisar” sözcüğünden türediği de rivayet olunmakta.

1890’larda Duyun-u Umumiye İdaresi’nin görevlisi olarak Niksar’a gelen Vital Cuinet La Turquie d’Asie adlı eserinde toplam nüfusun 21 bine yaklaştığını, kentte Müslümanların yanı sıra Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler ile Ortodoks Rumların da bulunduğunu kaydeder; kentte 10 cami ile birer Ermeni ve Rum ve kilisesi bulunduğunu, eğitimin 6 okulda sürdürüldüğünü belirtir.

-Nereleri Gezmeli?-
Olağanüstü güzellikte ve büyüklükte bir kalenin eteklerinde, tabanından Çanakçı Çayı’nın aktığı bir vadide kurulmuş olan Niksar’da günümüzde görülebilen eserlerin en eskileri Romalılar döneminden kalma. Daha sonra Danişmentliler, Selçuklular ve Osmanlılardan kalma eserler gelmekte.
  
Niksar gezilmesi oldukça kolay bir kent. Görülecek eserlerin önemli bir bölümü birbirine yakın konumda. Bu nedenle kent merkezindeki eserleri yürüyerek görmek mümkün.

Çöreğibüyük Cami adını portalin iki köşesinde yer alan ve Niksar’ın cevizli çöreğine benzetilen rozetlerden almış. Muhtemelen XIV. yüzyılda yapılan ve uzun süre dergah olarak kullanılan cami, 1939 Erzincan ve 1942 depremlerinde tamamen yıkılmış, sadece portalı ayakta kalmış, 1957’de de ihya edilmiş.


Portal kısmında en dikkati çeken nokta kitabe yerinin üstünde bulunan ön ayaklarını kıvırarak oturmuş, başını geriye çevirmiş bir geyik figürünün olması. Kapının hemen üstünde de ünlü İranlı şair Firdevsi’nin iki dizesi yer almakta. Bu veriler kanımızca Anadolu’nun kültürel geçmişinde rol alan unsurları son derece somut bir şekilde sergilemekte.


Caminin hemen yanı başında çok ilginç bir çeşme bulunmakta. Günümüzde Lülecizade Kardeşler Çeşmesi olarak bilinen eser 1920’lerde Harmancık Tepesi’ndeki nekropol alanından getirilen bir Roma lahdi ile yapılmış. Lahit kapağının iki yanında bulunan rölyeflerin birinde sürüsünü otlatan bir çoban, diğerinde ise inek sağan kadın tasvir edilmiş. Yeri gelmişken küçük bir hatırlatma yapalım: Lahitten bozularak yapılan bir diğer çeşmenin Seyit Battalgazi külliyesinde bulunduğunu yıllar önce yazmıştık.


Biraz ileride büyükçe bir meydana hakim konumda görkemli bir yapı olan Taş Bina yer almakta. Bina kısa bir süre önce restore edilmiş. Şimdilik gezme imkânının olmadığı konağın özellikle tavanlarının son derece dikkati çekici olduğu söylenmekte.


Hemen yakınlarda ise Hükümet Konağı bulunmakta. 1905-1907 arasında yaptırılan konak gerçekten çok gösterişli bir yapı. Bir zamanlar kütüphane olarak da kullanılmış. Birkaç yıl önce, yola hakim mermer bir çeşmenin iki yanından yükselen merdivenler ile ulaşılan konağın restorasyonuna başlanmış. Binanın çalışmalar bitince belediye başkanlığı ve kent müzesi olarak kullanılması planlanmakta.


Bu konağın bitişiğinde ise Taş Mektep yer almakta. Kitabesi olmadığı için yapım yılı bilinmeyen, ancak XIX. yüzyıl eseri olduğu tahmin edilen bu küçük yapı vaktiyle okul olarak kullanılıyormuş. Yapı halen Prof. Dr. Metin Sözen Kültür Evi olarak hizmet vermekte.


Devam ediyoruz. Biraz ileride muhtemelen XII. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş olan bir kümbetle karşılaşılmakta: Kırkkızlar Kümbeti. İki katlı olan kümbetin en önemli özelliği Anadolu’da az görülen tuğla işçiliğine sahip olması. Kapı ve pencere üstlerinde vaktiyle firuze çiniler varmış, ama şimdi birkaç yerde izleri sezilebiliyor.

Şimdi “böylesine özgün bir yapının mutlaka bir hikayesi vardır” diye düşündüğünüzü sanıyorum. Evet, tabii ki var. Hem de bir değil iki tane! Anlatmaya çalışalım:

Hikaye bu ya; vaktiyle zalim bir hükümdar varmış, halktan vergi üstüne vergi toplarmış. Bu duruma üzülen hükümdarın kızı 39 arkadaşıyla birlikte, toplanan vergileri bir şekilde hazineden çıkarıp halka iade edermiş. Bir gün durum öğrenilmiş. Bunun üzerine çok kızan zalim hükümdar kızını ve arkadaşlarını kümbetin olduğu yerde öldürtmüş. Ve halk da onların anısına bu tuğladan kümbeti yaptırmış.


Şimdi gelelim ikinci hikayeye. Artık ne zamansa, Türk askerleri Niksar kalesini muhasara altına almış. Uzun süren muhasara sırasında 40 kız, askerlere sevdalanmış ve onları kaleye almak için plan yapmış. Bu “ihanet” öğrenilince kızlar öldürülmüş. Yıllar sonra da Selçuklular yöreye hakim olunca kırk kızın anısına kümbeti yaptırmış! Burada da bir not ekleyelim: Selçuklu dönemi tuğla mimarisinin bir diğer güzel örneğini de Konya’da bulunan İplikçi Camii oluşturmakta.

Kırkızlar Kümbeti’den sonra hafif eğimli bir yoldan devam ederseniz Niksar kalesinin dış surlarının bazı bölümlerini görebilirsiniz. Burada kısa bir süre önce bir tünel bulunmuş. Henüz çok az bir kısmı temizlenebilen tünelin yukarıda kaleye doğru uzandığı, aşağıda ise Çanakçı çayına kadar indiği tahmin edilmekte. Daha sonra da yazacağız, Niksar’da her an bu tür sürprizlerle karşılaşmak mümkün.

Yürüyüşümüz sırasında tepelere doğru yaklaştık, şimdi aşağılara doğru inelim:

Anlatılan odur ki, yıllar yıllar önce çocuklar bir bahçede misket oynarken, birinin misketi yuvarlanıp bir çukura düşmüş. Misketi çıkarmak için toprağı eşelemeye başlamışlar. İşi biraz ilerletince karşılarına bir yapı çıkmış: Büyük Hamam! Günümüzde üzerinde apartmanların bulunduğu hamamın en az 500 yıllık bir geçmişinin olduğu tahmin edilmekte. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri olan hamam çok yakın bir zamana kadar faaliyetteymiş.


Öyle ki eğer gezme imkânınız olursa son kullanılan peştamalları bile görebilirsiniz! Şimdi kapanmış. Moloz taştan yapılan hamamın en dikkati çeken yanı, üç halvet hücresinde yer alan kurnalar. Sakın şaşırmayın hamamın yekpare taştan oyulan kurnaları Roma döneminden kalma! Bazalttan yapılmış kurnaların her birinin üzerinde son derece zarif rölyefler bulunmakta. Kurnaların birinin ön yüzünde üst tarafı çıplak peştamallı bir insan resmedilmiş. Kurnanın yan yüzlerinin birinde yırtıcı bir kuşun bir ördeği avlaması, diğer yüzünde ise kâse üzerinde profilden iki tavus kuşu görülmekte.


Niksar, bu aylık bu kadar. Kentte daha gezilecek çok yer, anlatılacak çok hikaye, tadına bakılacak yiyecekler, hediye olarak alınabilecekler var. Onlar da bir sonraki yazıda!

Bir başka rotada birlikte olmak dileğiyle...

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.Bülent Varlık /mbvarlik@gmail.com

1 Eylül 2012 Cumartesi

Ejdarhanın Ülkesi ÇİN-3


-PEKİN-
Ni Hao. Çin’in başkenti Pekin’deyiz. Böylece Çin gezimizin sonuna yaklaşıyoruz. Pekin’de Tian An Men Meydanı, Yasak Şehir, Çin Seddi, Yazlık Saray ve Cennet Tapınağı’nı ziyaret edeceğiz. Yine yoğun ve bir o kadar da doyurucu bir gezi olacağı şimdiden anlaşılıyor. Gezilecek yerlerin en önemlisinin "Çin Seddi" olacağı konusunda hiç şüphem yok.

-TİAN AN MEN MEYDANI-
Tian An Meydanı, hiç bir özelliği olmayan büyük bir meydan. Bu meydanı dünyaya meşhur eden, burada yaşanan olaylar olsa gerek. Gözlerimizin önüne tanklara karşı duran bir genç adamın resmi geliyor. Bir tarihe sembol olmuş bir meydan.
-YASAK ŞEHİR-
Yasak Şehir, imparatorluk zamanında giriş ve çıkışların yasak olduğu ve yalnızca imparatorun izni ile giriş ve çıkış yapılabilmesi nedeni ile bu isim verilmiş. Çincesi ise “Zijin Cheng”. Şehir, etrafındaki 10 metre yüksekliğe varan surları ve etrafını çeviren su hendekleri ile gerçekte bir kaleyi andırıyor.


Kapının girişindeki ejderha heykelini geçerek Meridyen kapısından Saraya giriyoruz. Ejderha heykeli burada imparatorun varlığını simgeliyor. Heyecanlıyız, çünkü dünyanın en geniş alana yayılmış sarayını göreceğiz. Güç ve kudreti sembolize eden bir görüntüsü var. Kapıyı geçer geçmez büyük bir meydanla karşılaşıyoruz. Meydandaki derenin üç adet köprü var. Ortadaki daha geniş, sağdaki ve soldakine göre daha gösterişli. Ortadaki köprüden yalnızca imparator, diğerlerinden ise maiyeti geçiyor. İlk önce, imparatora ait olan Taihe Salonu’na geliyoruz.

HER TARAFTA EJDERHALAR
Ejderha figürü yalnızca imparatora ait bir figür. Sarayın da her tarafında on binlerce ejderha figürü var. Sarayda gördüğümüz Çin’e özgü geleneksel mimari yapılar, heykeller, resimler, köprüler, merdivenler, değişik damlar ve damlardaki küçük heykellere kadar tüm tasarımlar, büyük bir hayal ve zeka parıltılarının göstergeleri. Üç merdivenden en gösterişlisini kullanarak Taihe Salonu’na doğru tırmanıyoruz.

-BÜYÜLEYİCİ GÖRÜNTÜ-
Yasak Şehir’de on bine yakın oda var. Binalar ve odalar ahşaptan yapılmış. Şehirin, büyüleyen görüntüsünden etkilenmemek mümkün değil. Geniş alanlar, büyük salonlar ve odalar. Değişik mimari, en çok etkileyen unsur. Ancak bu sarayı gezmek için ayırdığımız birkaç saatin yeterli olmayacağı, hatta günlerin gerektiğini düşünüyoruz. İnşasının tamamlandığından itibaren 600 sene geçen ve yüzlerce imparatorun hayatını sürdürdüğü bu şehirde kimbilir neler yaşandı? Kendisi tarih olmuş bir yer. Artık bir saraydan ziyade bir anıt ve tarih.
Sonunda Tanrının Kudreti Kapısı’na ulaşıyoruz. 720.000 m2 alan üzerine kurulmuş bu muhteşem tarihi yapıyı bu kapıdan terk edecek ve bundan sonraki gezi durağımız olan Çin Seddi’ne gideceğiz. Kapıdan çıkıyor ve bu muhteşem tesisi tarihte yaşadıkları ile baş başa bırakıp son bir defa daha bakıyor ve araçlarımıza binip bizim anılarımıza katıyoruz.
ÇİN SEDDİ
İşte Çin Seddi. Muhteşem ve ifadelere sığamayacak kadar görkemli. Neden dünyanın harikası olarak kabul edildiğini görünce anlıyoruz.


Gerçekte biz onun çok küçük bölümünü görebiliyoruz. Bu bile insana görkemi konusunda bir fikir veriyor. İnsanoğlunun neler yapabileceğinin tartışmasız en büyük göstergesi. Tarihe mal olmuş bir anıt.

SANKİ BİR EJDERHA
2700 yıllık Çin Seddi, dünyanın en büyük savunma projesi. Dağları kıvrılarak, eğilip bükülerek aşmaya çalışan bir ejderha gibi. 10 metreye kadar varan yüksekliği ve iki aracın geçebileceği kadar genişliği ile binlerce kilometre uzuyor.


Gözetleme kuleleri ve çok miktarda askerlerin yaşadığı kışla binalarının güzelliği ile dağların tepelerine, en yüksek noktaya kadar çıkan sonra da aşağıya doğru süzülerek en alçak seviyeye kadar inen bu surların tamamını gezmek, söz konusu değil. Bazı yerleri araziye göre düzleşirken, bazı yerleri de merdiven şeklini alıyor.
CENNET TAPINAĞI
Pekin’deki ikinci günümüzün ilk durağı olan, rahipler için inşa edilmiş Cennet Tapınağı’na geliyoruz. Tapınak, mimari yapısı ve çevre bahçeleri ile gerçekten görülmeye değer yerlerden birisi. Cennet Tapınağı’na üç kapıdan giriliyor.


Ortadaki kapı, diğer iki kapıya göre daha büyük. İmparator burayı ziyaret ettiğinde büyük kapıdan giriyor. Tapınağın ana binası, görülmeye değer bir Çin mimari tarzında inşa edilmiş.

Çinlilerin sanatkarlığını ve ince zekasını burada bir kere daha görmek fırsatını yakalıyoruz. Hayranlık duymamak elde değil. Bu binanın tamamı ahşaptan yapılmış ve çivi dahil hiç madeni malzeme kullanılmamış. Çevrede rahiplerin rahat içerisinde yaşamalarını sağlayacak birçok kolaylık tesisi var.

İmparator buraya kış günlerinde gelerek gelecek mahsul sezonunda, mahsulün bereketli olması için Tanrı ile halk arasında aracı olurmuş. İmparatorun iyi mahsul duasından sonra seremoni, sunaklarda hayvanların kurban edilmesi ile son buluyormuş.

YAZLIK SARAY
Sonraki durak, imparatorun yazlık sarayı. Pekin'in kuzeybatısında ve kent merkezine 20 km uzaklıkta bulunan Yazlık Saray, yapımına 1750'de başlanarak 2900 dönümlük bir alan üzerine kurulmuş.


Kompleks, mükemmel mimari yapısının yanında, yapay olarak gerçekleştirilen büyük bir gölün çevresindeki çeşitli yapılardan oluşuyor. Göl çukurundan çıkarılan topraklar ile park içerisinde büyük bir tepe oluşturulmuş. Bu yapay tepe de, dümdüz bir alana kurulmuş Pekin'in en yüksek tepesi olmuş. Tepenin üzerine zarif bir "pagoda" (budist tapınağı) yapılmış. Gölün ortasında minik bir adacık var.


Saraydan adacığa, rüya gibi, son derece zarif bir mermer köprü ve merdivenlerle geçiliyor. Rüyalarda yaşamak güzel. Ayrıca mermerden yapılmış bir tekne de gördük. Gölün üzerinde idi. Ancak yüzüyor mu bilmiyoruz. Üzeri kapalı, etrafı trabzanlı imparatorun yürüdüğü yol çok güzel.


PANDAYI GÖRMEDEN OLUR MU?
Dünyada yalnızca Çinde yaşayan sevimli hayvan pandayı görmeden olmaz. Pandalar, Çin’de Sichuan Eyaleti’nde yaşıyorlar. Bizim programımızda orası yok. Biz de hayvanat bahçesine gider orada görürüz diye düşünüyoruz ve yalnızca pandayı görmek üzere oraya gidiyoruz. Sonunda pandayı da görüyoruz.


Sevimli bir hayvan. Çok yavaş hareket ediyor. Yerlere yatarak, oturarak ve kalkarak birçok yavaş hareket yapıyor. Çocuklardan çok hayranı var. Çocuklar onu seyretmekten büyük keyif alıyorlar. O da umursamaz gibi görünüyor, ama çocukları memnun edecek birçok hareket yapıyor. Laf aramızda biz de çok memnun olduk.


-AYAK MASAJI-
Ancak Çin’de en eğlenceli olarak yaşadığımız bir bölüm var ki onu anlatmadan geçemeyeceğim. Ayak masajı. Pekin'de gittiğimiz Çin tıbbı ile ilgili enstitüde aynı zamanda ayak masajı da yapıyorlar. Biz, başta "sırayla insanlara masaj uygulayacaklar" diye düşündük ama, bizi oldukça büyük bir odaya alarak ve herkese de bir masajcı vererek aynı anda masaj yapmaya başladılar. Masaj yapılırken, ayağın bazı bölümlerine dokunulduğunda insanlardan acıdan kaynaklanan haykırışlar başladı. Bu herkese göre değişiyordu. Bunun da sebebinin, ayakların neresi acırsa onun karşılığı olan vücuttaki organda rahatsızlık anlamına geldiğini öğreniyoruz.

Komik olan birileri bağırken, diğerlerinin gülmesi, ama bir anda onlarında bağırmaya başlaması. Gülerken aynı anda bağırmaya başlamaları nedeni ile yüzlerinde oluşan görüntü çok komik bir manzara. Bağırmayan ve gülmeyen yoktu. Çok eğlendiğimizi söyleyebilirim.

Çin gezimizi bitiriyoruz. Çin son derece büyük ve bir defa gitmek ile bitirilmeyecek kadar zengin değerlere sahip. Ben de bu yazımda sizlere Çin’de gördüklerimi özetleyerek anlatmaya çalıştım. Gördüklerimi sizlere detayları ile anlatmaya kalktığımda bu seri yazının uzayacağına hiç kuşku yok. Ama amaç sizlere bir fikir vermek.

Güzel olan Çin’e gitmek ve gezip görmek. Sonuç olarak daha fazlasını istiyorsanız Çin’e gidin ve Çin’i Çin’de yaşayın.

Zai Jian. Hoşçakalın. Saygılarımla.

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN