Artık Bahanelere Son!
Uzun zaman olmuştu günübirlik doğa yürüyüşlerine katılmayalı. Hafızamı yokluyorum; en son 2009 yılında Kızılcahamam taraflarında yer alan Sipahiler Yaylası’na gitmişim. Daha sonra, çoğumuza olabildiği gibi “Bugün... Yarın...” derken seneler geçmiş!
İtiraf etmeliyim ki, bu zaman zarfında aklımdan (hepimizde olabileceği gibi) şu “bahaneler” geçiyordu:
- Uzun zamandır spor yapacak fırsat bulamadım. O kadar yolu nasıl yürüyeceğim?
- Havalar düzelsin öyle giderim!
- Hafta içi çok yoğun geçti! Hafta sonu evde dinlenmeliyim.
- Şimdi kimse benimle doğa yürüyüşüne gelmez, tek başına nasıl gideceğim?
- Bu sene leyleği havada görmedim ;)
- En büyük bahanem ise şuydu: “Kısa süren ve daha yavaş bir tempo ile yürüyebileceğim bir tur yok!”
İşte bu düşünceler içerisindeyken, yakın zamanda Facebook’ta bir paylaşım gördüm: Yıllardır güvenle çoğu gezi ve doğa yürüyüşlerine katıldığım Tempo Tur, bundan sonra "kısa parkur doğa yürüyüşleri" de düzenlemeye başlayacakmış! Bu uygulama ilk olarak 1 Mayıs 2012 tarihli Sorgun Göleti Doğa Yürüyüşü’nde yapılacakmış.
Çok heyecanlandım! Bahanelerimin en önemlisine karşı bir cevap göndermişlerdi! Doğaseverlere artık daha yavaş ve kısa süren bir yürüyüş yapma imkanı da sunuluyordu! Böylece, iş - ev döngüsünden kurtulup tekrar doğaya dönmenin vakti gelmişti!
-Yolcu Yolunda Gerek!-
Günler hızla geçti ve yürüyüş günü sabah heyecanla erkenden ayağa kalktım. Bana neler oluyordu böyle? Bedenim uykuda iken, içimde uyuklayakalmış maceracı ve çocuk ruhum önceden uyanmış bile!
Sırt çantamı hazırladım: Fotoğraf makinem, yağmurluğum, yedek ayakkabım, içme suyum vs. her şey hazır. Rahat ve salaş yürüyüş kıyafetlerimi giydim. Kumanya olarak peynirli ton balıklı sandviçler yaptım. Evden sevinçle çıktım dışarıya…
Şimdi Tunalı’da Tempotur’un önünde buluşma noktasına doğru gidiyorum. Kuğulupark’ın karşısında, renkli kıyafetleri olan, kahkahalar atan, capcanlı bir grup tur otobüsünün önünde beklemekte. Bunlar şüphesiz doğa yürüyüşçüleri. Çocuklar gibi şenler!
Halbuki, hafta içi her gün geçtiğim Kuğulu Park önü, bu saatlerde koyu renk kıyafetleri ile sessiz sedasız hızla işine yetişmeye çalışan, hayat gailesinin içinde kaybolan insanlarla doludur! Çoğu zaman ben de ister istemez bu sessiz kalabalığın içine karışmakta değil miyim?
Otobüsün yanına gelince rehberlerimiz Serhan Abi ve İhsan Abi’nin sıcak karşılamaları ile kendimi hemen tekrar ekibin bir parçası hissediyorum. Evet, “İdil kızımız” da gelmiş katılmış sonunda tekrar ekibe! Daha önceki gezilerden birçok tanıdıkla da karşılaşıyoruz. Tunalı’daki durakta saatin 08.00 olması ile yola çıkıyoruz.
-Kısa Bir Yolculuk-
Ankara’dan yaklaşık 2 saat süren bir yol ile Güdül İlçesi’nde bulunan Sorgun Göleti’ne doğru gidiyoruz. Yolculuk boyunca, bize sunulan klasikleşmiş “denizatı poğaça”larını yiyor, çaylarımızı yudumluyor, bizim için aldırılmış gazeteleri okuyoruz. Bazılarımız sohbet ederken diğerleri uyukluyor.
Camdan dışarıyı seyrederken havada bir “leylek” görüyorum! Bu sene yine bol seyahate çıkacağım demek :)
Bir ara Ayaş’ta mola veriliyor. Her zaman önünde durulan tesislerde demli çaylarımızı içiyoruz. Örnek köy olarak seçilen Güdül’e bağlı Afşar Köyü’nün önünden de geçiyoruz.
-Ekip-
Bu sefer bir ilk yaşanıyor ekipte: Kısa rota yürüyüşçüleri olarak birçok yeni doğasever katılmış tura! Kısa parkura gelenlerin çoğu; “kısa” sıfatının peşine takılmış, hayatında belki de ilk kez doğa yürüyüşü yapacak olanlar. Bu durum karşısında biraz utanmıyor değilim.
Sorgun Göleti çevresinde farklı yıl ve aylarda, kar, yağmur, güneş demeden daha önce 2 kez yürümüşüm uzun uzun. Ama olsun, kime neyi ispatlıyoruz ki? Önemli olan benim burayı bir kez daha görmek isteyişim, tekrar içimdeki maceracı ve çocuk ruhu uyandırıp iş - ev döngüsünden çıkmam değil mi?
-Yaylada İlk Adımlar-
Yaylaya gelişimizle, ilk olarak uzun parkura devam edecekler iniyor. Biz; yaklaşık 10 kişi otobüsle biraz daha yola devam ediyoruz.
Etrafıma bakıyorum, kısa parkur için otobüste kalan herkeste bir çekingenlik, ürkeklik… Belli, herkes işinde gücünde, masa başında, hepimiz gibi bir hayat sürdürmekte! Bir karar vermişler, salı salı, resmi tatili fırsat bilip, her şeyi bırakıp cesaretle bu tura katılmak istemişler, aynı zamanda umutlu, beklentili ve heyecanlılar…
Başlangıç noktasında, önce bir kenarda ısınma hareketleri yapıyoruz, hem yürüyüşe ısınıyoruz hem de ekibe… Kısa parkura rehberlik eden Serhan Abi, yılların tecrübesi ile başlıyor tatlı tatlı konuşmaya! Araya sıkıştırdığı güzel anekdotlarla herkesin çekingenliğini ve ürkekliğini dağıtıyor.
Yürüyüşe katılanlardan biri şöyle diyor Serhan Abi’ye: “Bizi birbirimizle hâlâ tanıştırmadınız!” Serhan Abi, şu şekilde cevap veriyor: “Biz kimseye mesleğini, medeni halini, nereli olduğunu, görüşlerini sormayız, bu bilgileri de bilmeyiz. Zamanla insanlar doğal bir şekilde kendileri isterlerse birbirleri ile tanışırlar, sohbet ederler. Doğada yürürken tüm bu bilgileri unutup içimizdeki çocuğu ortaya çıkarmaya çalışırız.”
Sonra başlıyoruz rahat bir tempoyla yürümeye… Yayla evlerinin arasından geçiyoruz. Bu evlerin özelliklerini öğreniyoruz.
Etraf yemyeşil, türlü ağaçlar, kara çam ormanları, çeşit çeşit bitkiler, mis gibi bir hava, kuş cıvıltıları, kurbağa vıraklamaları, kozalak, çiçek kokuları…
Duyularım açılıyor… Etrafta araba yok, beton yok, bina yok… Egzoz kokusu yok, şehir gürültüsü yok.. Ayağımın altında her gün teptiğim sert asfalt yok! Bir dere çağlıyor yanda, uzakta bir gölet ışıldıyor…
Tepeler ormanlık. Kendimi yeniden “özgür, canlı, mutlu ve genç” hissediyorum! Yol boyunca Serhan Abi, şehir içinde körelmiş duyularımızın fark edemediği detayları gösterip şaşırtıyor bizi.
Ayrıca doğa yürüyüşünde ne giyilir, ne giyilmez, nasıl adım atılır, nasıl adım atılmaz, nelere dikkat edilir, neler yenilir, hangi miktarda su içmek gerekir, doğa yürüyüşçüleri arasında örneğin “çiçek toplamak” ne anlama gelir gibi bilgileri tek tek eğlenceli bir şekilde anlatıyor hepimize.
Babacan tavırları ile herkesle ayrı ayrı ilgileniyor. Karşılaştığımız, gördüğümüz doğa sakinleri ile tanıştırıyor bizi. Yöre hakkında bilgiler veriyor.
Ankara’nın çevresinde görülebilecek diğer ilginç yerler konusunda da fikir veriyor. Örneğin Kızılcahamam Çamlıdere’de bir “jeopark”ın açıldığını o gün Serhan Abi’den öğreniyorum ve kısa zamanda orayı da gezmek istiyorum.
Uzun zamandır spor yapamadığım halde, nefes nefese kalmıyorum. Hava da yürüyüş açısından oldukça güzel. Soğuk geçen bir kıştan sonra, güneşin keyfini çıkarıyorum.
Öğle vakti göl kenarında çam ağaçlarının altında mola verip yanımızda getirdiğimiz kumanyalarımızı yiyoruz. Yol boyunca, göle yakın yerlerde tatili fırsat bilip piknik yapmaya gelen aileler, göle olta atmış balık avlamaya gelenlerle karşılaşıyor, selamlaşıyoruz.
-Şehrin Öğrettiği Kalıplardan Biraz Olsun Uzaklaşmak-
Adımlar çoğaldıkça, herkes statüsünden, günlük dertlerinden, öğrenilmiş zaruri iş yeri tavırlarından uzaklaşıyor ve doğal hallerine geri dönüyor.
Sohbet konuları değişiyor, herkes doğanın ve içindeki benin sesini dinliyor. Zamanla herkes birbirine (kendine de olduğu gibi) farklı bir şekilde bakmaya başlıyor. Yolun sonuna doğru ise, bir bakmışız, biraz zorlu gelebilecek yerlerde insanlar birbirine el vermiş; bir diğeri daha kolay yürüsün ve hatta yere yuvarlanıp düşmesin diye. Böylece bir kez daha görüyorum ki, kimsenin yalnız başına tura katılmaktan çekinmesine gerek yok!
Kâh, dere kenarında yürüyüş botlarımızı çıkarıp soğuk suyun keyfini çıkarıyoruz, kâh çeşmeden buz gibi su içiyoruz. Dere kenarında, kendiliğinden yetişmiş nanelerin, sarımsağın tadına bakıyoruz.
Çiçek tarlalarının, yayla, göl, orman manzarasının fotoğraflarını çekiyoruz. Gölet çevresini orman içinden yürüyerek, dere kenarından geçerek, yakın yerlerde göl kenarından yürüyerek dolaşıyoruz. Ormanın sessizliğinin sesini dinliyor, doğanın söylediklerini anlamaya çalışıyoruz.
-Dönüş Yolu-
Parkurun bitiminde tekrar yayla evlerinin yanı başına varıyoruz. Zevkli bir yürüyüşün ardından uzun parkur yürüyüşçüleri ile aynı noktada buluşuyoruz. Her zaman ki gibi turun sonunda, otobüsün yanı başında bizim için hazırlanan sıcak su ve sıcak içecek çeşitleri ile isteyen kahvesini, isteyen çayını yudumlayarak dönüş yoluna çıkmadan önce, yorgunluk gideriyor.
Ben de çayımı alıyorum. Botlarımı çıkarıp çimlere basıyorum çıplak ayak. Dileyen yaylada son fotoğraflarını çektiriyor, dileyen üstündekileri değiştiriyor, kimileri sohbet ediyor.
Ankara’ya dönüşte hepimizde tatlı bir yorgunluk. Serhan Abi, bana bir uğur böceği veriyor iyi dilekleriyle. Bu hediyeyi mutlulukla kabul ediyorum. İçimden kendime diyorum ki: “Senelerdir katıldığım gezi ve turlarla ilgili yazılar yazmak istiyordun. Bu uğur böceği ile başlangıç yapmalı, yazmaya tekrar başlamalı ve devam etmeliyim”.
Sonra, temiz havanın da etkisi ile huzurlu bir şekilde biraz uykuya dalıyorum...
Dönüş yolunda yine Güdül’e bağlı çok güzel bir yerde mola veriyoruz. Kirmir Çayı Vadisi’nde Frigler’den kalma mağaraların da bulunduğu çok güzel bir kasaba “Yeşilöz”...
Hepimiz otobüsten iniyoruz. Köy kahvesinin karşısındaki binanın dibinde tek başına oturan yaşlı bir nine sıkılmakta iken, halini görüp yanına gidiyoruz. Serhan Abi köyün “en güzel ve en genç kızı” ile sohbet ediyor.
Ninemiz bu iyi niyetli ilgiden çok memnun gülümsüyor, konuşuyor, birden sanki gençleşiyor. Daha sonra mağaraları görmek için asma bir köprüden geçiyoruz. Buraları da kısaca dolaştıktan sonra tekrar yola devam ediyoruz. Yavaş yavaş şehre giriyoruz…
İşte yine trafik, binalar, kalabalık, gürültü, görüntü kirliliği! Saat 19.30’da Tunalı’da son durakta iniyorum otobüsten.
-Eve Dönüş-
Eve dönünce kapıda ev halkı ile kedilerim Miu ve Nabi karşılıyor beni meraklı bakışlarla. Ne kadar güzel bir gün geçirdiğimi etrafımdakilere anlatıyorum. Hemen çektiğim fotoğrafları internette arkadaşlarımla paylaşıyorum. İstiyorum ki, onlar da katılsınlar bu turlara. Böylece Ankara’nın çevresinde bilmediğimiz ne kadar güzel yerler olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum.
İstiyorum ki, onlar da tadına baksın doğada yürüyüş yapmanın ne kadar keyifli olduğunun. Şehir hayatındaki sıkışık yaşantıdan en azından hafta sonları kurtulup, doğada dinlendirsinler yorgun ruhlarını.
İstiyorum ki, yakına bakmaya alışmış gözlerimiz, ufukları ve uzakları da gördükçe birlikte hayallere dalabilelim.
Fotoğrafları internette paylaştıkça, etrafımdan yorumlar geldikçe mutlu oluyorum. Yabancı arkadaşlarım bana “Burası Türkiye’de mi?” diye soruyorlar. Fotoğrafları görüp yürüyüşlere katılmak isteyenler oluyor.
Ve böylece bu yazıyı bu şekilde yazmaya karar veriyorum: Artık, arkadaşlarımın da benimkine benzer bahaneleri varsa, artık son bulabilsin diye!
Tur programlarına bakıyorum: 13 Mayıs Pazar günü Nallıhan’daki Sarıçalı Dağı çevresinde yine isteyenler için kısa parkur yürüyüş güzergâhı da belirlenmiş. Bu tarihe göre işlerimi ayarlayıp yürüyüşe katılmaya karar veriyorum!
YAZI: H. İdil SELÇUK
FOTOĞRAFLAR: Serhan ALTINOK /Sait BODUR/Derya DUMAN
Bu yazı için fotoğrafların seçilmesinde büyük emek gösteren Gülden Hanım'a, fotoğraflarını paylaşan Serhan Abi, Sait Bey ve Derya Bey'e teşekkürlerimle.
YanıtlaSil