10 Şubat 2012 Cuma

El Magrip Ülkesi: FAS

Tüm dünyanın “Morocco” dediği, ancak Türklerin “Fas” diye adlandırdığı en batıdaki yer” anlamına gelen El-Magrip ülkesi Fas, dünyanın şanslı ülkelerinden birisi. Akdeniz’den gelen sıcak ve romantik, Atlas Okyanusu’ndan gelen sıcak ama rutubetli havayı solumak insanda farklı duygular yaratıyor. Akdeniz havasını biliyoruz fakat Atlas Okyanusu havası bize biraz değişik geliyor.

Bir taraftan Akdeniz ve diğer taraftan da okyanus ülkesi olmasının insanlar üzerindeki olumlu etkisini hemen hissedebiliyorsunuz Fas’ta… Halkı genel olarak sevecen, güler yüzlü ve yardımsever. Çölün getirdiği yüzlerdeki sert ifade yanıltmamalı. Öyle ki ne zaman yerel halktan birine bir adres sorsak, çok ilgilendiler. Hatta sorduğumuz adrese kadar bize eşlik edenler bile oldu.


Kıyafetler dikkati çekecek kadar farklı. Giyside siyah renk çok yaygın. Siyah, bizim bildiğimizin aksine matemi değil, asaleti simgeliyor.


Ülke nüfusu Arap ve Berberiler’den oluşuyor. Genelde mavi pelerin ve sarıkla, yüzleri kapalı olarak dolaşan Sahra’nın sertliği yüzlerindeki çizgilere vurmuş Touaregler, çevreye otantik bir hava veriyor.

Erkek ve kadınlar arasında hiçbir ülkede olmayan “cilbab” veya “cellabe” diye adlandırdıkları geleneksel elbise çok yaygın. Elbiselerinin üzerine, bir üst elbise ya da iç giysileri ile birlikte tek olarak giyilebilen bu geleneksel kıyafetlerin her rengini bulmak mümkün. Daha ziyade pamuklu kumaşlar tercih edilerek yapılıyor.


Özellikle erkekler bunların kukuletalarını takarak geziniyorlar. Bu da hoş ve gizemli bir hava veriyor. Geleneksel kıyafetlerin yanı sıra son derece modern giysilerle gezenler de yok değil.

Fas, fotoğraf meraklıları için bir cennet. Saraylar, camiler, meydanlar, surlar, kaleler ve insanlar… Fotoğraf meraklılarına küçük bir hatırlatma yapayım, insanlar fotoğraflarının bedava çekilmesinden hiç hoşlanmıyorlar.


 Müslüman olmayanlar camilere giremiyorlar. Dolayısıyla camilerin içindeki olağanüstü işlemeleri göremiyorlar ne yazık ki... Seramik, alçı ve ağaç kullanılarak yapılan mozaikleri Fas'taki tüm saraylar ve kutsal mekanlarda görmek mümkün.


Özellikle seramikleri, büyük keskin bir çekiçle tek tek kırmak ve yine bu çekiçle şekil vermek beceri isteyen bir iş. Zarak Dağı’ndan getirilen killerle, adına “zellij” denen sanatı yapan bir atölyeyi ziyaret ettiğimizde gördüklerimizi hayranlıkla izledik. 

Fas’da baharatlı yemekleri hiç yadırgamadık. Özellikle “Tajin” denen ve toprak özel çömleklerde pişirilen yemekleri çok lezzetli. Bizim güvece benziyor. Tajin, Fas’ın sembolu olmuş adeta. Tajin iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm altta yuvarlak bir tepsi, ikinci bölüm ise tepsi üstünde koni şeklinde bir kapak.

Pişecek et ve sebze bu alttaki tepsiye konuyor ve koni şeklindeki kapak kapatılarak fırına veriliyor. Piştikten sonra bu şekilde masaya servis ediliyor. Dana eti, tavuk eti, köfte, balık, sebze vs. gibi birçok çeşidi var. Ben, kayısılı olanları çok sevdim. Fas’ın üç milli yemeği var. Tajin, kuskus ve salyangoz. Salyongoz satan dükkanlarla dolu her yer.


Kuskus, bizim bildiğimiz kuskus gibi değil. İnce irmikten hazırlanan bir çeşit pilav. Hurma ve portakalları çok lezzetli. Tatlılar, badem ezmesi ağırlıklı yapılıyor. “Briwat” adını verdikleri tatlıları; yufka, badem, tavuk eti ve pudra şekerinden yapılıyor.

Siyah çay yerine yalnızca erkeklerin hazırladıkları nane çayı içiyorlar. Dilimize giren “Nanemolla” deyimi belki buradan geliyor. Fas’da lezzetin doruğa çıktığı yiyeceklerden birisi de zeytin. Bizde de zeytin var ama buradakinin tadı başka. Zeytin satan dükkanların vitrinleri de çok hoş. Özenerek yapılmış. Komşunun tavuğu, komşuya kaz mı görünüyor acaba? J


Fas’da ilk durağımız Kasablanka... Meşhur Hollywood yapımı “Kasablanka” filmine adını veren ama hiç bir sahnesi Kasablanka’da çekilmeyen ve bu filmden dolayı ünlü şehir. Kasablanka oldukça modern bir kent fakat gezginlerin çok ilgisini çekeceğini düşünmüyorum. Habus Pazarı ve II. Hasan Camii dışında görülecek çok fazla bir yer yok. Hasan Camii; doldurulan Atlas Okyanus kıyısında 20. yüzyılda kurulmuş, 210 metre yüksekliğindeki minaresi ile çok büyük bir cami. 25 bin kişinin ibadet edebileceği cami dünyanın en büyük camilerinden biri kabul ediliyor.


Kasablanka’daki yarım günlük bir konaklamadan sonra otobüsle Fas’ın başkenti Rabat’a geliyoruz. Rabat’ta Kasbah Oudayas Kalesi'ni geziyoruz. Nehrin kenarında ve Kazablanka’dan gelişte şehrin girişinde olan bu kalenin içi oldukça ilginç. Binalar mavi ve beyaza boyanmış.


Değişik bir hava yaratılmaya çalışılmış. Ama benim dikkatimi çeken, kapılar oluyor. Hepsi birer sanat şaheseri. Fas’da kapılar ayrı bir kültür hazinesi. Dikkatle incelemeye değerler. Kale içerisinde bir çok kapı var. Ancak hepsi farklı.

Bir sonraki durağımız "Mechouar Kraliyet Sarayı" Kraliyet sarayının yalnızca bahçesini, camisini, dışarıdan kapı ve binalarını görebiliyoruz. İçerisini gezmeye izin vermedikleri için görme imkanımız olmuyor. Fazla vakit geçirmeden V. Muhammed Türbesi ile Hasan Kulesi'ni görmeye gidiyoruz. Kule ve türbe aynı yerde konuşlandırılmış. İkisinin arasında betondan yapılmış bir alan ve sütunlar var.


Burada herkesin dikkatini çeken, kapılardaki geleneksel kıyafetleri ile atlı nöbetçiler. Bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Meknes’de görülmeye değer en güzel yer, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki, Fas’ın en güzel şehir kapısı olan Bab Mansour. Kapı üzerindeki işlemeler muhteşem. İnsan bu kapıdan gözünü ayıramıyor.


Fes, Fas ve Faslılar için çok önemli şehir. Fas’da Fesli olmak ayrıcalık. Eski şehirin bulunduğu Medina'dan gezmeye başladık Fes'i... Etrafı surlarla çevrili olan Mediya'ya  birçok kapıdan giriliyor. Bu kapılardan hangisinden girerseniz girin, kendinizi bambaşka bir dünyanın içerisinde buluyorsunuz.
Bazen bir insanın dahi zorlukla yürüyebileceği, birbirine çok benzeyen sokaklar, rengarenk dükkanlar, koşuşturan, alışveriş yapan, malını satmaya çalışan, eşya nakli yapanlar ile yaşayan bir Medina. Burası sizin hayalinizden bile geçiremeyeceğiniz kadar farklı, bildiğimiz canlı bir alışveriş merkezi değil.

Burası sanki ortaçağda, zamanın durduğu bir şehir merkezi. Ama herşeyiyle ortaçağ. Satıcılar, kalaycılar, bakırcılar, el işleri, aklınıza ne gelirse herşey o günkü gibi. İnsanların kıyafetlerinde o günden değişen fazla birşey yok. Sanki ortaçağı canlandırmak için inşa edilmiş bir film seti. Çarşıda gördüğünüz her dükkanda yüzyıllar öncesinden kalmış bir hayatı birden bire göreceksiniz hissine kapılıyorsunuz.

Bambaşka büyülü bir dünya... Binlerce küçük küçük dükkan. Bu dükkanların başında ise, özel ve formülü gizli iksirleri ile her derde deva ilaçları üreten baharatçılar geliyor. Tamamen bitkisel özel karışımlar ile hazırlanan solüsyonları, bitkisel terapi losyonları, masaj yağlarını bu dükkanlarda bulmanız mümkün. Bunların bir kısmının Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak çalıştığını öğreniyoruz. Dükkanların içi bir renk cümbüşü.


Deri işçiliğinin de, Fes’de ayrı bir yeri var. Fas’ın en ünlü tabakanesi Medina’da. Tabakaneyi gezip derilerin nasıl tabaklanıp boyandığını görebiliyoruz. Deri kokusu insanı rahatsız edecek boyutlarda. Ancak bununda pratik bir çaresini bulmuşlar. Kapıdan girerken herkese bir dal nane veriyorlar. Naneyi koklayınca da alışveriş iştahınız hiç eksilmiyor. Görüyorsunuz nane, her derde deva. İlk İslam üniversitesi de burada. Burada herşey var. Küçük bir hatırlatma, Fas’da pazarlık etmeden alış veriş yapmayın. 

Bu kadar dar yollarda taşımacılık, yalnızca at, eşek ve katır sırtında yapılıyor. Yolda yürüyenlere hayvanların çarpma olasılığını engellemek için “belek” yani “dikkat” diye sesleniyor sürücüleri... Bu sesi duyduğunuzda geri dönüp bakmak yok! Hemen duvara yapışacaksınız. Kafanızı çevirdiğinizde at ya da eşeğin kafası ile karşı karşıyasınız. İlk başlarda hepimiz birkaç darbe alıyoruz, ama neyseki önemli birşey olmuyor. Sonra da alışıyoruz.


Ertesi gün, kahvaltıyı takiben Fes’den ayrılıp Marakeş’e doğru hareket ediyoruz. Onbir saat gibi uzun bir yolculuktan sonra akşam saatlerinde Marakeş’e ulaşıyoruz.

Yorgunuz, ancak bizi kimse durduramaz. Yemekten sonra Jmaa El Fna Meydanı’na (Kıyamet Meydanı) gidiyoruz. Burası Marakeş’in kalbi ve tüm turistler orada. Meydanın ortasında maymun, akrep ve yılan oynatanlar, saz çalıp şarkı söyleyenler, fal bakanlar, hikaye anlatanlar, her derde deva bitkisel ilaç ve büyü satanlar, yöresel danslarını yapanlar, erkek dansözler... Görülmeye değer bir çeşitlilik, renklilik...


Fas kültürünün örneklerini burada görmek ve onların arasına karışarak yaşamak fırsatını buluyoruz. Fotoğraf çekmek için bundan güzel bir fırsat olamaz fakat hemen para da istiyorlar. Her zaman yanınızda bozuk para bulundurmanızda fayda var. 


Meydanın etrafına hediyelik eşya, kilim ve halı satanlar ile seyyar lokantalar yerleşmiş. Bu seyyar lokantalar, gece geç saatte toplanıyor ve meydanı boşaltıyorlar. Ertesi gün akşam saatlerinde gelip tekrar kuruyorlar. Kebap, biftek, köfte vs. ne isterseniz var. Yiyeceğimizi orada seçiyoruz. Gözümüzün önünde pişiriyorlarlar ve güle oynaya yiyoruz. Tabii duman ve kokular altında...


Meydanın kuzey çıkışından Suk’a (çarşı) giriyorsunuz. Bu, Fes’de de gördüğümüz gibi dar ve kıvrımlı sokakları ve küçük binlerce dükkanı ile alışveriş merkezi. Suk’un dar sokaklarının serin havası iyi geliyor. Birkaç defa yolumuzu şaşırıyoruz. Ama olsun. Sorarken insanlarla dost oluyoruz. Bize nane çayı ikram ediyorlar.


Marakeş kızıl bir şehir. Tüm binalar kızıl renkte. Bu nedenle bu şehirde güneşin batışı ve bunun kızıllığı hiç bitmiyormuş havasına kapılıyoruz. Ancak gün içinde tonları değişiyor. Şehir oldukça da modern. Koutobia Cami ve özellikle minaresi, Marakeş’in sembolü olmuş.

Marakeş’ten sonra Atlas Okyanusu kıyısındaki tatil beldesi Assaouira’ya doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca ağaçlara çıkmış, tepelerinde bu ağaçların meyvelerini yiyen bir çok keçi görüyoruz. Bu ağaçlar, dünyada yalnızca Fas’ın güney batısında yetişen “argan ağacı" Keçiler bunların meyvelerinin etli kısımlarını yiyorlar ve çekirdeğini atıyorlar. İnsanlar da bu çekirdekleri topluyor ve yağını çıkarıyorlar. Kozmetik ve eczacılık alanlarında kullanılıyor.


Assaouira, şirin bir tatil şehri. Köknar ağaçlarından yapılan ağaç el işleri çok meşhur. Binaları beyaz ve mavi renge boyanmış. Hatta balıkçı kayıkları da. Rüzgar sörf yapmaya elverişli. Fas’daki son akşamımızda kahvemizi mavi gökyüzüne, okyanusa bakarak ve martıların seslerini dinleyerek yudumluyoruz.


Fas gezisi bitti. Fes ve Marakeş unutulamayacak şehirler. Bunun da ötesinde gördüğümüz zellij sanatı, alçı ve ağaç işçiliği eşine ender raslanır güzellikte. Hoşçakal Fas... Bunun devamı, Endülüs olmalı. Neden olmasın?

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN

6 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. ekonomi hakkında pek bilgi bulunmasa da gerçekten de insan bu ülkeden gözlerini alamıyor

      Sil
  2. büyüleyici.. zaten gitmeyi çok istediğin bir ülkeydi, yazınızı okuduktan sonra iyice hayran oldum.. etnik kültür, otantik yerleşim yerleri :) teşekkürler..

    YanıtlaSil
  3. Zeytinler resminizi yayımlamanızı bekliyorum.Yoksa alıp yayınlayacağım.Çok iyi gezmişsin
    iz .Tebrikler.

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel anlatmışsınız. Teşekkürler ..
    Fas' tan yeni döndük. Gerçekten görülmesi gereken cok farklı bir ülke. Özellikle Sahra çölüne mutlaka gidilip çöl kampı ve deve.kervaniyla seyahat deneyimi yaşanılmalı.

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel anlatmışsınız. Teşekkürler ..
    Fas' tan yeni döndük. Gerçekten görülmesi gereken çok farklı bir ülke. Özellikle Sahra çölüne mutlaka gidilip çöl kampı ve deve kervaniyla seyahat deneyimi yaşanılmalı.

    YanıtlaSil