12 Nisan 2016 Salı

ZAMAN TÜNELİNDE İSKANDİNAVYA YOLCULUĞU

Tempo Tur'un " İskandinavya gezisi' ne Temmuz 2011'de katılmıştım. Düşünüyorum da kaç yıl geçmiş üstünden!  Her ne zaman aklıma gelse sanki bir film şeridi gibi gözümün önünden alabildiğince  uzanan  yeşillikler, göller, yükseklerden köpüre köpüre  inen şelaleler, uğultularla  akan dereler, oya gibi işlenmiş girintili çıkıntılı kıyılar ve dağ tepelerini kucaklayarak saran bulutlar , aşağıya doğru beyaz bir tül gibi inen  sisler geçer. 
Ve ben  " Zaman Tünelinde " her günü  her gezdiğim yerde tekrar yaşar gibi olurum. 



İlk aklıma gelen; geziye katılanlar, Tempo Tur yöneticileri ve Tur Lideri ile bilgilendirme toplantısıdır. Bu toplantıya aynı zamanda  yol arkadaşlarıyla  karşılaşma toplantısı  da denilebilir. Bundan bir hafta sonra da hep beraber Tempo Tur önünde bizi bekleyen otobüse binip  Esenboğa Hava Limanı'na transfer.Daha sonra da Atatürk Hava Limanı'ndan Helsinki' ye uçuş. Her şey o kadar güzel programlanmış ki en ufak  bir aksama yok.
Helsinki 'de bir gece kalınıyor ve ertesi gün hızlı bir panoramik  şehir turu var programda. Ertesi sabah bize katılan Finlandiyalı yerel rehber; eşinin görevi nedeniyle bir süre İstanbul'da  yaşamış  ve bu süreçte çok da güzel Türkçe öğrenmiş. Hep beraber Katedral Meydanı'ndan başlayıp  Sibelius  Parkına kadar geziyoruz. Sibelius Finlandiyalı'ların gurur duydukları dünyaca ünlü bir besteci. Bu park onun anısına yapılmış. Park'ta  yan yana getirilmiş parlak metalik borulardan   oluşan soyut bir org heykeli var. Görünümü bence soyut bir ağaç gibi. Bu heykel beğeni almayınca  daha sonra   gene parlak bir metal plaka üzerine  kabartma bir Sibelius Mask'ı yapmış. heykel sanatçısı.







Bu parkta bir de mini konser dinleme şansımız oluyor. Önünde nota sehpası olan Finlandiyalı 8-10   yaşlarındaki  sarışın bir çocuk  Trompetle il Slenzio'yu çalıyor. Hem de hiç hatasız ve çok etkileyici bir müzik yayılıyor dalga dalga  uzaklara...Bu minik sanatçı kesinlikle bütün turist gruplarının ilgi odağı olmuş çok kısa bir zamanda.Biz oradan ayrılırken  de  çevresindeki  dinleyici halkası  gittikçe genişlemeye devam ediyordu. 

Parktan çıkıp yerel rehberimizle  vedalaşırken bize bir de tavsiyesi vardı. "Finlandiya'dan ayrılmadan çikolata almayı unutmayın.Bayramda misafirlerinize ikram edersiniz  Geisha marka çok güzeldir" demişti. Böylece, biz de karşımıza çıkan ilk markete girip kendimize bir çikolata tadım zamanı ayırmayı ihmal etmedik. O akşam üstü bizi Stockholm'e götürecek gemiye binip  kabinlerimize yerleştik. Sonra  da  güverteye çıkıp limandan ayrılırken uzun uzun bu kentin gittikçe solgunlaşan ve bizden uzaklaşan silüetine baktık. Artık Baltık Denizi 'ne  doğru açılıp Stockholm'e doğru yol alıyorduk. Akşam yemeği sonrası gezinirken, birden bire kendimizi geminin  yüksek tavanlı  yaşam sokağında  bulduk , Duty Free shop'ları ,marketleri, giyim mağazaları, pizza restoranı ve hediyelik eşya satış noktalarıyla  cıvıl cıvıl, ışıl ışıl  bir alandı burası.

Daha doğrusu  bir AVM ' nin hafta sonu  canlılığı vardı burada. Uzun ve yorucu bir gün sonunda  çok yorgunduk  ve bir süre sonra  kabine gidip uyumayı  tercih ettik.                           


      

Ertesi sabah   kahvaltı sonrası  valizlerimizi alıp yavaş yavaş çıkış hazırlığı yapmak üzere geminin  Stockholm 'deki çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladık.Tur liderimiz Murat Tiryaki  de geldi az sonra  . Üzgün bir yüz ifadesiyle  bize Oslo'da bir terör saldırısı nedeniyle ölenler ve yaralılar olduğunu söyledi.Tempo Tur'dan aradıklarını ve bizden önceki bir Türk grubun  sorunsuzca  Oslo'ya  giriş yaptığını  iletti. Bu olay hepimizde şok etkisi yapmış ve suskunlaşmıştık  birden bire.                                                                                    
Stockholm'e gemi yanaştıktan sonra limanda bizi bekleyen "Tempo Tur" otobüsüne binip   hemen panoramik şehir turuna başladık.İlk gittiğimiz yer Gamla-Stan ( Eski Şehir) idi. Oradaki eski ve renkli yapıların resmini çekip  gezintimize devam ettik.   Belediye Sarayı, Kraliyet Sarayı ,Müzeler ve  Parklar Adası, Elçilikler Bölgesi'ni   gördükten sonra otelimize valizleri  bırakıp  Skansen'e gitmek üzere yola çıktık. Füniküler  lle  yukarı çıktığımızda kendimizi  tarihi  bir açık hava köyünde , daha doğrusu  bir açık hava müzesinde bulduk.Her yerde üstlerinde  belli bir dönem kostümleri olan bahçede çalışanlar,, ellerinde kovalarla bir yerden başka bir yere giden  sütçü kızlar,hayvanat bahçesi,  içinde  insan olmayan dükkanlardan birinde tezgahta yeni yapılmış makarna hamurları, kurabiye hamurları vardı. Her şey o kadar gerçekti  ki sanki dünden bu güne  hiçbir şey değişmemiş ve aynen öylece kalmıştı. Yukarı doğru uzanan sokakların iki yanında  bakımlı eski evler yer göze çarpıyordu...Yapay dereler,üstünden geçilen köprüler,gölge veren büyük ağaçlar  vardı her yerde...


İlginç  bir rastlantı olarak da Skansen'de  bir moda dergisi  için  mankenlerle çekim yapılıyordu. Kısa bir süre çekimi izleyip fotoğraf da çekme fırsatı bile bulduk.
Otelimize dönerken yol üstünde gördüğümüz bir pizzacıya girip hem yemek hem de dinlenme molası verdik. Gruplar halinde masalara oturup konuşurken yanımıza önce garsonlar, sonrada restoran sahibi geldi. Onlar da Türkiye'den  gelmişler ve buraya yerleşmişler. Konuşurken sipariş vermediğimizi  fark ettik bir süre sonra. Pizzalarımız geldiğinde  üstlerini bol malzeme ile tablo gibi süslediklerini fark ettim. Gerçekten çok özenerek hazırlamışlardı  ve bu  bize çok özel bir  dostluk gösterisiydi.
Ertesi sabah bizi Oslo'ya götürecek olan otobüs otelin önünde hazır bizi bekliyordu.Şehir dışına çıktıktan sonra göz alabildiğince uzanan yemyeşil  tarlalar,yeşilin her tonundaki ağaçlar uzanıp gidiyordu. Yol boyunca zaman zaman yağmur yağdı bazen de hafiften bulutlar aralandı ve güneş sıcak yüzünü  gösterdi. Öğle yemeği  için Karlstad 'da mola verildiğinde gene yağmur yağıyordu. Acele bir yer aradık. Sokaklar çok tenhaydı. Bir yan sokakta bir McDonalds bulunca çok  sevindik.Hızla  içeri girip  kendi aramızda ne yiyeceğimize karar vermeye çalışırken orada çalışan bir genç kız geldi yanımıza ve "Yardım edebilir  miyim ?" diye sorunca birbirimize bakıp gülümsedik. İşte gene  bir Türk çıkmıştı karşımıza bize dostça yaklaşan.  
Merve, ailesiyle birlikte  yaşayan, yaz aylarında çalışıp , okul zamanı da öğrenci olan bir Türk kızıydı. Hamburgerlerimizi  hızla yedikten sonra oradan Merve'ye teşekkür ederek ayrıldık. Yol boyunca hep yağmur yağdı. Bazen damla damla bazen de çok. Gezdiğim hiçbir yerde bu kadar çok şelale görmemiştim. Burası şelaleler ülkesiydi, bana göre. Dikkatimi çekip merak ettiğim bir şeyi de tur liderimiz Murat Bey'e sordum. Tarlalarda yemyeşil otların üstünde, beyaz renkli silindir şeklinde bidon gibi objeler vardı. Bunlar; çiftçilerin yaz aylarından samanları  sıkıştırarak ,paketleyip  kış gelip havalar soğuyunca hayvanlarına verdikleri yiyecek paketleriydi. Akşamüstü Oslo'ya ulaşıp otele yerleşme sonrası yemek yiyecek bir yer bulmak için dışarı çıktığımızda  gözümüze ilk çarpan  suskun bir insan seli oldu.  Genç-yaşlı yüzlerce Oslo 'lu ellerinde mumlar ve kırmızı karanfillerle aynı yöne doğru yürüyordu. Endişeli ve dalgın bakışlarında  duydukları büyük acı açıkça belli oluyordu." Barış'ın ana vatanı  olan  Norveç'te " böyle bir olay asla olmamalıydı diye düşündüm kendi kendime...
Ertesi sabah Oslo'da  da  her şehirde  olduğu gibi gene şehir turumuz vardı. Holmenkollen .Kayakla atlama kulesine  gitmek üzere yola çıktık. Kış dönemi küçük çocuklar bile kayak sporunu  yaparmış Norveç'te. Hatta çocukların anne ve babalarından aldıkları ilk hediyelerden biri de kayak takımıymış. Oslo'da yaşayanların hafta sonu tercihi bu kayak merkeziymiş. Ancak, yokuş yukarı  tırmanmak da gerekiyor  sanırım .Temmuz'da gitmemize rağmen epeyce serindi burası. Bir çok turist grupları park eden otobüslerden iniyorlardı. Rehberimiz  kule ve kayakla atlama yarışları hakkında bilgi verdikten sonra "simulatör" ile kayakla atlama heyecanını  da yaşayabilirsiniz dedi. Ne yazık ki  bu konuda hiç şansımız olmadı.Girişte yoğun bir kalabalık olduğu için biz bunu gerçekleştiremedik. Elimde fotoğraf makinesi ile  dolaşarak  kule çevresinde  resim çekmeye başladım.




Kulenin altından sol tarafa doğru yürüyünce  bir platform üstünde  birden bire bir köpek heykeli çıktı karşıma .Çok şaşırmıştım ve öylesine canlı öylesine  kıpır kıpır bir görünümü vardı ki sanki önümden atlayıp kaçıverecek  gibiydi. O  anda fotoğrafını çektim. Bir an için yoksa burada da  bir "Hatchiko"  öyküsü mü yaşandı diye düşündüm kendi kendime." Hatchiko" Japonya'da bir  Japon Profesör'ün köpeğiymiş. Bu minik köpek her sabah Profesör Üniversiteye giderken. onu metroya kadar geçirir ve akşam da gelip karşılarmış.
Bir akşam profesör metrodan çıkmamış. Daha sonraki günler de gelmemiş. 
Profesör Üniversitede ölmüş  fakat Hatchiko onu beklemeye devam etmiş. Dokuz yıl boyunca  o hep oradaymış ama bir sabah metronun çıkış kapısında Hatchiko'yu ölmüş olarak bulmuşlar. Tokyolular bu sadık köpeği hiç unutmamışlar. Shibuya metrosunun çıkış kapısına  onun bir heykelini yaptırıp koymuşlar. Bu  heykelin önündeki kapı da şimdi " Hatchiko "çıkışı olarak anılmaktaymış. Bu da kesinlikle Holmenkollen'in köpeği olmalıydı Öyküsü ne olabilir  gibi bir sürü soru kafamın içinde dönüp dolaşırken  ansızın bir ses duyunca   arkamda  duranları fark ettim. Küçük bir Japon grubuydu. Hatchiko'yu mu hatırladınız ? diye sordu biri bana. Evet diye cevap  verdim  şaşkınlıkla O sırada başında kasket ,üstünde  bir eşofman olan bir genç bize yaklaştı.Ben, elimle bu heykeli işaret edip bu köpek nedir ?  diye sordum. Gülümseyerek anlatmaya başladı. Gerçekten çok ilginç bir hikayesi vardı.

Bu köpek çok minikken karlar arasında yolunu kaybetmiş. Kuleye gelen yol üstünde  ağlayıp duruyormuş. Kuleye gelen bir kayakçı genç onu alıp montunun içine koymuş.ısıtmış.buraya getirmiş.Orada ona yiyecek vermişler.O da bir daha hiçbir yere gitmemiş ,hep orada kalmış.O artık kayakçıların köpeği  olmuş .o  günden sonra.. Onlar kayarken çok heyecanlanıyor, çok seviniyormuş.Hatta Kayakçılarla beraber o da kayıyormuş.Çekilmiş fotoğrafları da olduğunu söylediler.Ancak, bu kadar kısa bir zamanda bu öykünün hangi yıllara ait olduğunu öğrenemedim.Şu anda hayatta olmayan bu köpeği de kayakçı dostları unutmamış ve bu heykeli yaptırarak "Holmenkollen'in Köpeğini" ölümsüzleştirmişlerdi anladığım kadarıyla...
Bundan  sonra göreceğimiz yer olağanüstü  bir açık hava müzesiydi. Frogner  Park yani Vigeland  Park'dı. Ünlü heykeltraş Gustav Vigeland  yaşamını bu park için adamış ve dünyada bir benzeri olmayan bir  açık hava  heykel  müzesine  imza atmıştı. Park girişinde ilk gözüme çarpan  onun heykeliydi. Gelenleri  selamlar gibi  oradaydı. Çok geniş bir alana yayılmış olan heykellerin çoğu granitten yapılmış çıplak ve cüsseli heykellerdi. Vigeland'ın   doğum,büyüme ve ölüm gibi  temalarla yaşam döngüsünü vurgulayan heykellerinin yanında çok duygusal mesajlar veren heykelleri de göze çarpmaktaydı. Ben ,Vigeland'ın oğlu ile beraber tasvir edilen heykel grubundan çok etkilenmiştim. Şefkatle  elini oğlunun omuzuna uzatıp nasihat ederken  genç çocukta biraz tedirgin, biraz çekingen bir ifade hissetmiştim. Bir başka heykel grubunda  ön planda göze çarpan bir erkek  ve bir kız çocuğun  bir birlerine bakarken  yüz ifadeleri çok dikkat çekiciydi.Bu açık hava müzesinde en çok bilinen heykellerden biri de "kızgın çocuk ". Bu tam anlamıyla küçük bir çocuğun  öfkesinin, kızgınlığının dışa vurumu. Böylesine güçlü bir anlatım  gerçekten kolay olmamalı diye düşünüyorum.  O kadar gerçekçi ve bir o kadar da etkileyici bir anlatımı vaı ki  uzun uzun  bu heykele bakarken  o çocuğun  sesini  duyar gibi hissettim  uzaktan uzağa...Yolun sağı ve solundaki heykellere  bakarak ve uzun uzun inceleyerek  yürüdükten sonra karşımıza ilginç bir fıskiyeli havuz çıkıyor..Bunun  etrafında da ağaç,bitki ve insan figürleri  göze çarpıyor. Monolith ise arkada bir platform üstünde   çok yüksek bir granit  sütün  ve  üstünde bir birine sarılmış ve tepeye doğru uzanan   126 insan figürü  yer alıyor.Sanırım bu eserin yüksekliği 17 metreydi.Bence Vigeland Park'ı bir defa gezmek yetmez  Oslo'ya  her   ne zaman  yolunuz düşerse  kesinlikle  tekrar tekrar  görülmesi gereken bir yer. Benim  2015 yazında Cruise ile Oslo'ya da tekrar yolum düşünce gene görme şansım oldu. Ancak Vigeland'ın " Baba ve Oğul"  heykel grubunu  göremedim. Geminin rehberi; Belki  kapalı müzeye alıp onun yerine bir başkası getirilmiştir " dedi. Gene sınırlı bir zaman için oradaydık ve kapalı  müzeyi görme şansımız da  olmadı.       
Oslo'da " Viking Gemi Müzesi" , kraliyet Sarayı  da görülmesi gereken  yerler arasında. Belediye Binası  ve Önünde  ünlü yazar Henrik İbsen'in  heykeli  olan National Theatre'ı da görmeden geçmedik. İskandinavya ülkelerinde yazarlar, sanatçılar ve bestecilerin ölümlerinden sonra da unutulmamaları  beni   çok duygulandırdı... İşte ölümsüzlük  bu, onlar  hala  eserleriyle  yaşamaya devam ediyorlar diye düşündüm. kendi kendime..Ertesi sabah gene yolculuk başlıyordu. 

Kahvaltı sonrası  valizlerimizle otelin  önündeydik.Otobüsümüzün  kaptanı değişiyordu. Bergen ve tüm fiyordlar bölgesini çok iyi bilen yeni bir kaptan gelmişti. Elinde;  evrak çantası, yol haritaları  ve  yedek elbise torbasıyla bindi otobüse. .Bence  bu yeni kaptan daha çok  bir büyük şirketin CEO'su görünümündeydi.
Oslo'dan çıktıktan sonra tekrar yeşillikler, sayısız  şelaleler, hızlı hızlı akan dereler,müthiş dağ manzaraları arasında bulduk kendimizi.. Bir ara bir  kamp alanında  hem resim çekme hem de dinlenme molası verdik.Şelalelerin ve oluşan derelerin sesi inanılmaz  bir huzur  veriyordu  insana  Demek ki   zaman zaman büyük şehirlerden uzaklaşıp   o trafik kargaşasından, arabaların  korna seslerinden  bir süre için uzak kalmak.  hepimiz için bir rahatlama oluyormuş 
                                                                                                                                                                          Akşam üstü artık Bergen'e yani Norveç'in ikinci büyük şehrine ulaşmıştık. Otelimizin yeri çok güzeldi ve hemen  çıkıp bir yerleri görebilirdik. Biz de öyle yaptık.Otelden çıkıp biraz yürüdük.Bizi orada en çok şaşırtan sokaklarda yürüyen insanlar arasında evcil hayvanlar gibi martıların dolaşmasıydı. Önce bir banka oturduk ve çantamızda olan  bisküvilerden attık .Birisi uçup geldi bize doğru ve arkasından da başkaları korkusuzca yaklaştılar.   Demek ki burada martılarla insanlar arasında böyle bir dostluk oluşmuştu.
Bir yerden bir sandviç alıp otele dönmeden önce  caddenin sonunda çiçekli  bir park gibi görünen bir yere doğru yürüdük.Orası ne yazık ki  park değildi. Oslo'daki Terör kurbanları için bir anma köşesiydi.Her tarafta güller-kırmızı karanfiller, yanan mumlar, kağıtlara yazılmış  mesajlar vardı.Ayrıca sessizce dua edenler de  çoktu.Biz de  barış içinde yaşanacak bir dünya için en içten dualarımızla oradan ayrıldık.

Ertesi sabah Bergen  turuna başladık. Bergen'i tepeden kuş bakışı gören Flayen Tepesine füniküler  ile  tırmanınca  müthiş  bir Bergen  manzarası ile buluştuk. Limanda demirli pek çok kurvaziyer  dinleniyordu  gün boyunca..Parlak güneşli , bir gündü. ve pek çok fotoğraf çektikten sonra tekrar geri dönüp  gezimize devam ettik. Eski Bergen Limanı,eski ahşap yapılar ve en eski yapı Meryem Kilisesini  gördükten sonra  Tur Liderimiz Murat Bey'in verdiği serbest zamanı değerlendirip  çevreyi dolaşmaya başladık.Orada çok güzel bir  
Balık Pazarı vardı ve  her çeşit deniz ürünü  hemen seçiyorsunuz  ve önünüzde pişiriyorlar. Müthiş lezzetli ve taze deniz ürünlerinin tadını hala hatırlıyorum                                                   
Şu ana kadar ,böyle  sade masa ve sandalyelerde oturarak bu kadar keyifli yemek  yediğim her halde  yok denilecek kadar azdı  diye düşündüm oradan ayrılırken.
Ertesi sabah gene yola çıkıyoruz. Kahvaltı sonrası her zamanki gibi otel önünde yolculuğa hazır bekliyoruz.Bu defa rotamız . Voss  üzerinden Gudwangen oradan da Norveç'in  en uzun fioyrdunun  bir  kolu  olan Naerofiord'da  ulaşıp  gemi  ile  iki saat boyunca  geziyor, çevreyi izliyor ve fotoğraf çekiyoruz   Bu güzelim  doğa parçasında yaşadığımız her dakikanın tadını çıkarıyoruz... Mavi ve yeşilin  her  tonu  bir birine karışmış.Yüksek tepeleri sarıp sarmalayan bulut mu  yoksa sis mi ? Hiç anlaşılmıyor. Güvertede gözlerimiz renk cümbüşüne takılmış bu güzelliği içimize sindirmeye çalışırken rüzgar  hafiften ıslık çalarak  sürekli  esiyor ve saçlarımız  darmadağın oluyor.,O anları fotoğraf çekerek  daha  sonra da  hatırlamak istiyoruz. Bundan sonra programımızda müthiş bir yolculuk var. ''Flam Treni"  ile   Flam - Myrdral arasında 20 km lik bir yolculuk yapıyoruz.Flam Treni   bu gezinti sırası  yavaş yavaş tırmanırken  bir ara 865 metre yüksekliği bile buluyor. Trenin yol boyunca  her iki tarafından da akıp  giden  manzaraların  ne yazık ki  video kaydını yapamıyorum.. Tren bir istasyonda duruyor. Çok  Müthiş, çok güçlü  bir şelale  iniyor uğultularla  , gürültülerle . Yükseklerden kayaların üstünden atlayarak  ve istasyonun önündeki platform'un  altından güçlü  bir  ırmak olup akıp gidiyor. Şelalenin en üst noktasında bulutlar, sis ve akan  gür suyun köpükleri bir birine  karışmış..Biz bu görüntüyü hayranlıkla izleyip resim çekmeye çalışırken  şelalenin güçlü sesini bile bastıran bir müzik yükseliyor birden bire.
 O anda inanılmaz bir görüntü beliriveriyor  karşıda sağdaki  kayalıklar üstünde"  kırmızı  uzun  elbise giymiş bir geç kız dans ediyor.". Gerçek mi yoksa  bir ışık oyunu olabilir mi diye düşünüyorum. Tabii ki resim çekmeyi de hiç ihmal etmiyorum.. Az sonra o kız kayboluveriyor birden bire,. Çok geçmeden   gene krmızı elbiseli bir başka  kız dans etmeye başlıyor ama  bu defa sol taraftaki kayalıklar üstünde. Hayranlıkla bu dans gösterisini izlerken  epeyce de ıslanıyoruz şelaleden serpilen sularla.Sonra birdenbire müzik bitiyor ve o kız da kayboluyor kayalıkların tepesinde. Biz hala  tepelere bakarken şaşkın bir şekilde tren görevlisi bir düdük çalıp  trenin hareket edeceğini hatırlatıyor  ve biz de dönüyoruz trene.. Bu yolculuk sonrası trenden inip bizi bekleyen  otobüsümüze biniyor  ve Geilo'ya  doğru yol almaya başlıyoruz..Geilo 'da sadece bir gece kalıp tekrar Oslo'ya doğru yola çıkacağız.Yol boyunca  yeşil alanlar, ağaçlar ve  buzları çözülmüş  göller  görünüyor ve  akşam üstü  alçalan güneşin ışık oyunlarıyla  değişik renkler oluşuyor  göller üstünde. Geilo Norveç'in  önemli kayak merkezlerinden biri fakat yaz dönemi ,tamamen boş görünüyor. Kaldığımız tek otelde  bizden başka   çok az sayıda  misafir var. Otelin çevresini geziyoruz .Bir sokak boyunca sağlı sollu  ufak  bungalov tarzı  tek katlı binalarda hiç kimse yok.,Ertesi sabah tekrar yolculuk başlıyor. Oslo'ya kadar  uzun bir yolculuk var. Yol boyunca  bir yerde mola veriyoruz.  Hadeland Cam Fabrikası tesislerinde  biraz olsun yorgunluğumuzu atıyoruz  Tur Liderimiz .Murat Bey'in önerisiyle  kafeteryada önce  deniz ürünleri çorbası içiyoruz.
Gerçekten çok lezzetli, güzel  bir çorba. Sonra fabrikanın satış mağazasında çok ilgi çekici cam  ürünler görüyoruz. Ayrıca bir köşede de Norveç'in  ünlü el örgüsü  bere, eldiven,  hırka, kaşkol  gibi  ilgi çekici ürünler  yer alıyor.Sonra tekrar otobüsümüzle yola çıkıyoruz. 
.Akşam üstü Oslo Limanına ulaşınca kaptanımıza teşekkür ederek  otobüsten ayrılıyoruz. Gemiye biniyoruz ve gideceğimiz  liman Kopenhag..Akşam yemeği sonrası kabine gidip dinlenmeyi  tercih ediyoruz. Sabah kahvaltısı sonrası  gezimizin son durağı Kopenhag'dayız.. Panoramik şehir  turu gene var gezi programımızda.Önce " Küçük Deniz Kızı heykelini" görüyoruz.Limanda. Bir kayalık üstünde  suskun ve dalgın tek başına. Danimarkalı ünlü  yazar  Hans Christian Andersen'in  ünlü  çocuk masallarından  birinin kahramanı  bu "Küçük  Deniz Kızı Yeryüzünde  bir Prens'e  aşık olup" Deniz Ülkesine " dönememiş ve sonsuza kadar suskun kalmıştır..Masal da olsa hüzün veriyor insana böyle bir heykele bakmak bile.Sonra Rosenborg şatosu ,Christianborg Şatosu gibi görülmesi gereken yerleri  görüyoruz.Sonra  Tivoli Otele  gidiyor  ve  valizlerimizi bırakıp Tivoli Bahçelerini  görmek üzere tekrar  yola çıkıyoruz. 



Otel'in Tivoli Bahçeleriyle  bağlantısı olduğu için dönüşte otel'in Shuttle servisinden yararlanıyoruz. Tivoli'de  her yaştan insanın  kendine göre   vakit geçireceği  değişik alanlar var. Yeme- içme için pek çok alternatif  mevcut. Yürüme alanları ve oturacak banklar koymuşlar  park içine  Bizim için  en büyük şans  o akşam üstü saat  5'de marşlar çalarak gösteri yürüyüşü yapan " Tivoli  Çocuk Bandosu'nu" izlemek oldu. 
Ertesi sabah  Danimarka'ya  veda edip yola çıkarken "bir rüya gördüm çok da güzeldi "diye düşünüyordum. Kopenhag'dan İstanbul'a  ve sonra da  İstanbul'dan , Ankara'ya uçuyoruz. Esenboğa'da  bizi Tempo Tur'un otobüsü karşılıyor ve bizi getiriyor Tempo Tur önüne. Sonra vedalaşmalar  başlıyor  bir başka turda buluşmak ümidiyle.
  
Yazı ve fotoğraflar :Pınar YAMAÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder