16 Ekim 2017 Pazartesi

Hoş Geldin Güz Nallıhan

Hoş Geldin Güz

İlkokul yıllarımda ‘güz’ demek yaklaşan karlı kış günlerine hazırlık demekti... O yılların yaz boyunca sokaktan eve girmeyen çocukları ‘güz telaşı’ nı Hayat Bilgisi dersinin üçüncü ya da dördüncü ünitesinde yaşardık ilk, “kışa hazırlık” başlığıyla. Salçalar yapılır, turşuluk malzeme alınır, reçeller kaynatılıp, konserveler hazırlanırdı... Daha marifetli olanlar tarhana yapar, biber patlıcan kuruturdu. 



Bütün bir yaz çoluk çocuk, genç yaşlı demeden konuk ağırladı tüm sahiller, Ege’nin şirin kasabaları... Açık havada, balkonlarda, bahçelerde kuruldu en güzel sofralar, dostlarla paylaşıldı pişirilen birbirinden lezzetli yemekler. Güneş olabildiğince ısıttı, terletti. Koştuk atladık masmavi denize... Belki kulaç attık sabahın erken saatlerinde. 
Yaz bitti... Sahilde masalar, sandalyeler toplandı, yazlık evlerin kepenkleri bir bir kapatıldı. Komşularla vedalaşıldı. Sözler verildi “seneye bahçenin şurasına yeni çiçekler ekelim, aman ihmal etmeyelim” diye. Dönüldü yeniden şehirlere, kışlık yaşamlara...

Şimdi güz zamanı, kışa hazırlık başladı, hepimizi tatlı bir telaş sardı...
İlkokul yıllarımda ‘güz’ demek yaklaşan karlı kış günlerine hazırlık demekti... O yılların yaz boyunca sokaktan eve girmeyen çocukları ‘güz telaşı’ nı  Hayat Bilgisi dersinin üçüncü ya da dördüncü ünitesinde yaşardık ilk, ‘kışa hazırlık’ başlığıyla. Salçalar yapılır, turşuluk malzeme alınır, reçeller kaynatılıp, konserveler hazırlanırdı... Daha marifetli olanlar tarhana yapar, biber patlıcan kuruturdu. Şimdi büyüdük, güz telaşı büyük şehirlerde kayboldu gitti, artık ne salça yapan var ne de reçel kaynatan... 

Nallıhan’da Güz Telaşı
Yazdan kalma bir günde özlemle anarken dostlarla  o günleri yolumuz Nallıhan pazarına düşüverdi. Geçmişte tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan Nallıhan, Ankara’ya 160, Bolu’ya 90 km. mesafede bulunuyor. Yöreye Nallıhan adının verilişiyle ilgili değişik rivayetler var. Bunlardan en çok bilineni ise Köroğlu’nun konakladığı hanın bahçesinde atının nalını düşürmesi ve nalı halkın hanın kapısına asmasından sonra yörenin ‘Nallıhan’ olarak anılışı.

Önce pazarımızı yaptık neşeyle, ardından bir bir gezdik gördük her yeri gönüllü rehberlerimiz eşliğinde. Nallıhan’da pazartesi günleri kurulan pazarda herşey var: Turşuluk domates, salatalık, tazecik kokulu biberler, kelek, kışlık kavun, her derde deva kuşburnu, reçellik kayısı, kızılcık... Sonra sebzenin en tazesi. Becerebilene pekmezlik baldan tatlı sarı, siyah üzüm, yok ben ‘yapamam’ diyene mis kokulu pekmez, tarhana, biber salçası... 

Güneşin içimizi sıcacık yaptığı bu yazdan kalma güz gününde herşey çocukluğumuzdaki gibiydi... İşte güz telaşı, kışa hazırlık! Pazarda selam verip tezgahına yaklaştığımız güleryüzlü teyzeler neşeyle anlattılar kış hazırlıklarını... 
Dillere Destan Nallıhan Mutfağı
Tavuklu ya da kavurmalı kapama pilavı, keşli, cevizli erişte, sebzeli güveç, büzme baklava, çekme helva, keçi peyniri ile yapılan höşmerim, keçe erik ile yapılan marmelat, cevizli gazete baklavası, pekmezli çörek... Dilim dilim kesilmiş ilk önce ne olduğunu bir türlü çözemediğimiz sonradan sorup öğrendiğimiz patlıcanlı pekmez, bir de normalde sadece arife günü yapılan ancak bizim önceden haber verip gitmemiz sebebiyle pişirilen cevizli bayram çöreği...Günümüzde hala bayramda ziyarete gelecek eş dost için pişirilen bayram çöreğinin sadece cevizlisi değil, peynirlisi, soğanlısı, patateslisi de yapılıyormuş. Eskiden arife günü bütün kadınlar toplanıp fırına gidip pişiriyorlarmış bayram çöreğini, sonra da herkes ihtiyacı kadarını alıp evine götürüyormuş... 
Nallıhan mutfağında pişen her yemek damak çatlatan cisinden. Özellikle yeme içmede yan komşu Beypazarı ile tatlı bir rekabet yaşanmaya başlamış şimdilerde...




Sevinç,umut, hayal kırıklığı; duygularını işlediği oyalarla dile getirmiş yıllardan beri Nallıhan kadını 
 Meşe yaprağı, leylek, çiğdem, hercai menekşe, balık kılçığı, saray süpürgesi, gönül kurdu, ceylan tırnağı, hanım penceresi, çapkın bıyığı... Nallıhan’ın özgün el sanatlarından olan iğne oyaları anlattığı sessiz hikayelerle, içerdiği anlamlarla işleyen kadının dili, duygularının tercümanı olmuş adeta...


Yaşadığı hayattan memnun olmayan kadınlar mutsuzluğunu ifade etmek için ‘kızılcık oya’ takarlarmış başalarına. Dostlara ‘karanfil oya’ hediye edilirmiş güzellik, hoşluk adına...

"Yarimin ince beli 
Sarmayan olsun deli 
Gelinim çok mutlusun
Başındaki papatyadan belli"


Nallıhan’ın geçmişten günümüze tüm zamanlarına damgasını vurmuş iğne oyaları gün gelmiş önemli bir geçim kaynağı olmuş. Ankara’dan, İstanbul’dan daha da uzaklardan Japonya’dan bile meraklıları varmış gelip buradan oya alan... Kiminde bir küpe, kiminde bir kolye, belki bir kitap ayracı ama en çok eskiden olduğu gibi giyimde aksesuar olan fularlarda, ipek eşarplarda rastlanır olmuş Nallıhan’ın iğne oyalarına...

Nallıhan Kuş Cenneti, asırlık ardıç ağaçlarıyla kaplı Hoşebe piknik alanı, Bacım Sultan, Tapduk Emre Türbeleri, Nasuh Paşa Camii, Kültür Evi, Ilıca Şelalesi, Kocahan ve dillere destan Nallıhan oyaları... Ankara’dan eski güz günlerini, kışa hazırlık telaşını yaşamak için geldiğimiz Nallıhan’da bir gün yetmedi yöreyi ve civarını gezmeye.

Yaz bitti, şimdi güz zamanı, kışa hazırlık başladı, hepimizi tatlı bir telaş sardı... Olsun, hepsi de keyifli, hoş telaşlar. Dostlarla nice sofraların kurulacağı keyifli bir güz geçirmeniz dileğiyle!
Yazı: Yeşim Özcan /yesim@sorbetpr.com/@yesimcimcim
Fotoğraflar: Murat Solakoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder