29 Mayıs 2025 Perşembe

Pakistan İndus Vadisi

Pakistan ile ilgili yazı serime yaklaşık 5.000 yıl önce ortaya çıkan insanlık tarihinin en eski uygarlıklarından birisi olan İndus Vadisi Uygarlığı ile ilgili özet bilgileri anlatmakla devam ediyorum.
Yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde İndus Vadisi Uygarlığı’nın yerleşim yerinin Pakistan sınırlarındaki Mehrgarh denilen bölge olduğu düşünülmektedir. Bu bölgede yapılan çalışmalar sonunda elde edilen kanıtlarla, bu uygarlığın, M.Ö. 7.000 yılına kadar geriye gittiği sanılmaktadır.
Yapılan kazılar sonucunda İndus şehirlerinin şehir planlamacılığı, kentsel çevre tasarımı ve alan kullanımı tekniği ile ilgili dikkat çekici bir gelişmişliğe ulaştığı anlaşılmıştır. Uygarlık, ayrıca tuğladan yapılan evleri, detaylar göz önüne alınarak gerçekleştirilmiş kanalizasyon ve su temin sistemlerinde de ileri seviyeye ulaşmıştır. Tüm bunlara ilaveten düzenli atık su drenaj ve atık toplama sistemleri, halka açık hamamlar ile tahılların saklanması için kulllanılan tahıl ambarları da bulunmaktaydı.
İndus Vadisi Uygarlığı’ndan Mohenjo-daro ve Harappa olmak üzere iki adet antik yerleşim yerini ziyaret ettim. M.Ö. önce 26. yüzyılda kurulduğu düşünülen Mohenjo-daro’nun, zamanında yalnızca İndus Vadisi Uygarlığı'nın en geniş şehri değil, dünyanın en büyük şehir merkezlerinden birisi olduğu kananaatine varılmıştır.
İndus Nehri'nin batısında Larkana bölgesinde yer alan Mohenjo-daro, ileri seviye mühendislik ve şehir planlamacılığı ile dönemin en gelişmiş şehirlerinden birisi haline gelmiştir.
Harappa ise, bu günkü Pakistan sınırları içerisinde bulunan ve etrafı surlarla çevrili bir şehirdi. 23.500 kişinin yaşadığı tahmin edilen şehirde halk, kil ve kırmızı kumdan inşa edilen ve düz çatılara sahip olan oyma evlerde yaşıyordu. Her iki şehrin etrafı, şehirlerin savunmasını sağlamak ve su baskınlarına karşı koymak maksadıyla surlarla çevrilmiş idi.
Uygarlığın, Bronz Çağı toplumu olduğu görüşü kabul görmektedir. Uygarlık, kurşun, bronz, bakır ve kalayın işlenmesiyle ilgili metalurji alanında yeni teknikler geliştirmiştir. Harappalılar ayrıca yarı değerli bir taş olan akikten yapılan ürünleri kullanarak karmaşık el işleri yapmışlardır.
Bu iki kentin dışında yüzden fazla kent, kasaba ve köyde hüküm sürdüğü bilinen İndus Vadisi Uygarlığı'nın 250-500 kadar karakterden oluştuğu sanılan yazı dili henüz çözülememiştir. Bazı konu, hala karanlıktadır.
İndus Vadisi Uygarlığı M.Ö. 1800 yılları civarında düşüşe geçmiştir. Bilim insanları uygarlığın sona ermesine hangi faktörlerin sebep olduğu hakkında çeşitli görüşlere sahip olup tartışmalar hala devam etmektedir.
Multan şehrinin merkezinde konuşlanmış olan Rükn-i Alem türbesi, 35 metre yüksekliği ve genişliği ile bakanları hayrete düşürecek kadar ihtişamlı ve alımlı. Delhi Sultanlığı’nın Tuğruklu Hanedanı Hükümdarı Gıyaseddin Tuğluk tarafından 1320 tarihinde inşa edilmiştir.
Gıyaseddin Tuğluk’un türbeyi önce kendisi için inşa ettirdiği ancak daha sonra Rükn-i Alem olarak tanınan sufi Rükneddin Ebü’l-Feth'in ailesine hediye ettiği söyleniyor.
Türbenin içerisinde Rükneddin Ebü’l-Feth'in kabrinin etrafında , aile üyelerine, yakınlarına ve takipçilerine ait çok sayıda mezar da bulunuyor. Bu mezarların sadeliğinin yanında Rükneddin Ebü’l-Feth'in mezarının görüntüsü çok görkemli.
Yıllara meydan okuyarak ayakta kalmayı başaran türbe, UNESCO Dünya Geçici Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Bu türbede her yıl kasım ayında ortalama 100 bin kişinin katıldığı Rükn-i Alem'in Şebiarus törenleri düzenlenmektedir.
Pakistan'ın Pencap eyaletindeki Çolistan Çölü'nde konuşlandırılan yerel halkın Çöl Güzeli diye adlandırdığı Deraver Kalesi, yüksekliği 30 metreyi bulan 40 burcu ile uzaktan bile bütün ihtişamı ile dikkatleri üzerinde topluyor. Yakına gelince tüm görüntüsü ile güç ve yenilmezliğin sembolü gibi duran kale, tüm varlığı ile 1200 senedir ayakta duruyor. 1,5 kilometre uzunluğundaki çevresi, kalenin büyüklüğü açısından sizlere fikir verebilir.
Bu kale, 9. yüzyılda Hindu Kral Rai Jajja Bhati tarafından inşa ettirilmiştir. 18. yüzyılda Müslümanların eline geçtikten sonra çeşitli değişiklikler yapılarak şimdiki haline getirilmiştir.
Deraver Kalesi, Orta Asya ile alt kıtayı birbirine bağlayan ticaret yollarına ilaveten Mekke ile Hindistan arasındaki hac yollarının korunmasında ve etkinleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Kendi görüntüsünün muhteşemliği ile birlikte yaptığı görevin önemi düşünüldüğünde tarihin sayfalarındaki yerini hak ettiği değerde almıştır. Kaleye girmeden önce ziyaret ettiğimiz cami, tamamen beyaz rengi ile bir başka güzel görüntü veriyor.
Bibi Jawindi Türbesi, Pencap eyaletinin Uch Şerif kentinde bulunan son derece görkemli görünüşü ile ziyaret edenlerin tüm takdirini topluyor. Bibi Jawindi Türbesi, kendisine bakanlar üzerinde bu yapının mimari açıdan ne kadar önemli bir yapı olduğu izlenimini bırakıyor. Türbe İran Prensi Dilshad tarafından Sufi aziz Jahaniyan Jahangasht’ın torunu sufi ve şair Bibi Jawindi için 1493 yılında, yaptırılmış.
Ne yazık ki bu muhteşem eserin tamamını göremedim. Çünkü 1817 yılında yaşanan sel felaketi sırasında türbenin yarısı yok olmuş. Yine de sel insaflı davranıp bize yarısını bırakmış. Kendimi şanslı hissetmeliyim.
Sekizgen bir taban üzerine sırlı tuğlalar kullanılarak inşa edilen Bibi Jawindi’nin mezarının, sekiz köşesinin her birine kuleler ilave edilmiştir. Hem iç hem de dış kısımları İslami metinlerle bezenmiş olan türbe, oymalı ahşaplar ve mavi-beyaz mozaik çinilerle zengin bir süslemeye sahip. Pakistanda görülmeye layık önde gelen eserlerden birisidir. Ayrıca türbenin etrafında çok sayıda mezarda bulunmaktadır.
Bibi Jawindi’nin türbesi, 2004 yılında UNESCO tarafından Tehlike Altındaki Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.
Multan’da ziyaret ettiğim önemli türbelerden birisi de, Baha-ud-din Zekeriya (1183-1262) türbesidir. Türbenin neredeyse tamamı, 1848’deki Multan kuşatmasında İngilizler tarafından tahrip edilmiş, ancak daha sonra şehirde yaşayan Müslümanlar tarafından restore edilmiştir. Ölümünden 8 asır sonra bugün de türbe, halkın ziyaretine açıktır.
Her yıl burada düzenlenen, sevgiliye kavuşma anlamına gelen Urs Programlarında, çeşitli yörelerden gelen bilim insanları konuşmalar yapmaktadırlar. Bu nedenden dolayı da bu dönemde türbeyi ziyaret edenlerin sayısı, artmaktadır.
Bu gün Şehvan’dayız ve Lal Şahbaz Kalender’in türbesini ziyaret edeceğiz. Bizim memleketimizde fazla bilinmeyen ancak Pakistan’da çok tanınan ve sevilen Lal Şahbaz Kalender, 1177 yılında Afganistan’da doğuyor, batı Asya ve Ortadoğu’yu gezmeye başlıyor. Bu seyahatlerinin sonuna geldiğine inandığında Şehvan’a geliyor ve burada yerleşmeye karar veriyor. 1274 yılında da vefat ediyor. Çok sevildiğinden ve sayıldığından Hindu’lar onu su tanrıları Varuna’nın reenkarnasyonu olarak kutsal kabul etmişler, Şiiler onun kendilerinden olduğuna inanmışlardır. Tüm giysileri, kırmızı renkte olduğu için kırmızı manasına gelen Lal adıyla anılmıştır. Bunlara daha sonra kutsal anlamında Şahbaz ve gezgin manasında Kalender eklenerek Lal Şahbaz Kalender adı ortaya çıkmıştır.
Minareleri ve kubbesi ile birlikte bir cami görünümünde olan türbesi, 1356 yılında yapılmıştır. Türbe dikkati çekecek kadar kalabalık. Bunun da nedeninin, biraz sonra başlayacak olan Sufi ayini olduğunu öğreniyorum. Lal Şahbaz Kalender’in mezarı iki katlı ve büyük bir kubbesi olan binanın içerisinde. Görünüşü çok alımlı. Hiç bir masraftan kaçınılmamış. Mezarını kubbenin altına yerleştirmişler. Üstüne de dikkat çekici kristal bir avize asmışlar. Ayinin yapılacağı avluya girdiğimde avlunun oldukça yüksek ve büyük olduğunu görüyorum. Sol taraf bantla ayrılmış. Burada ayini seyredecek seyirciler var. Salonun ortası ise ayini yapacak olanlara tahsis edilmiş. Burada biriken insanlar var. Ayrıca dört ya da beş tane davul ve zurnacı yerlerini oturarak almışlar. Önleri çevrilmiş. Sağ tarafta yanlızca kadın seyirciler var. Banttan bana kadar olan alan da, seyircilere ayrılmış. Burası benim için çok uygun. Buradan ayini rahatlıkla seyredebilirim. Biraz sonrada ayin başlıyor. Davul ve zurnaların sesi, kapalı alanda duvarlardan yankı yaparak olduğundan daha fazla çıkıyor. Ayine katılanlar, davul ve zurna sesleriyle birlikte ellerini yukarı kaldırıp oldukları yerde zıplıyarak dans etmeye başlıyorlar. Aynı zamanda başlarını sert bir biçimde sanki havada daire çizer gibi sallıyorlar. Bu arada bir görevli, seyirciler arasında dolaşarak para topluyor. Anladığım kadarı ile para vermek zorunlu değil, isteğe bağlı. Sağ tarafta oturan kadınların bir kısmı, da ayakta dönerek, bükülerek ve sallanarak bu dansa katılıyorlar. Kimisi kendini yere atıyor ve orada danslarına devam ediyorlar.
Bir saat kadar süren bu Sufi ayininden sonra türbeyi terk ediyorum. Bu, Pakistan’da gördüğüm çok değişik bir görüntü ve deneyim idi.

Hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi:


















1 Mayıs 2025 Perşembe

Pakistan -Lahor Türk İzleri

Bu yazıma Pakistan’nın Lahor kenti ile devam ediyorum. Lahor, gerçekten bir tarih şehri ve bünyesinde birçok tarihi eseri bünyesinde bulunduruyor. Bu gün gezimi tamamlayıp yarın Karaçi istikametine devam edeceğim.
Lahor gezimin ikinci gününde ilk ziyaretimi Cihangir Şah Türbesi’ne yapıyorum. Türbenin, Pakistan ve halkı için özel bir yeri var. Çünkü Babür sultanlarına ait Pakistan’daki tek mezar, Cihangir Şah’ın türbesi. Babür Devleti'nin dördüncü hükümdarı Cihangir Şah'ın 1627'de ölümünün ardından yapımına başlanmış ve 10 yıl süren çalışmalar sonunda, 1637'de tamamlanmıştır.
Buraya türbe demek hafif kalır. Daha ziyade bir anıt mezar görünümünde olan türbe geniş bahçeleri ve yapılarının gösteriş ve ihtişamı ile bir saray. Yani sultan, hayatta iken de sarayda yaşamış, öldükten sonra da.
Türbeye ortada büyük bir kapı, iki yanda iki katlı ikişer nişi olan bir giriş binasından giriliyor. Girer girmez de uzun bir yolu olan geniş bahçe ile karşılaşılıyor. Zaten burası türbe alanı olarak düzenlenmeden önce Oilküşa adı verilen büyük bir bahçe imiş.
Yolu yürüyerek bitirdim, ama daha türbeye ulaşamadım. Sağa dönünce ilerde bir başka büyük bir kapının olduğunu gördüm. Yaklaşınca açık olan kapıdan türbenin silüetini fark ettim. Ortası ve kenarları çiçeklerle donatılmış uzun bir yol, türbeyi kapıya bağlamakta. Türbe, dediğim gibi türbe değil, sanki bir saray. Yaklaştıkça görkemli görünüşü ile ziyaretçileri etkisi altına alıyor.
Kare şeklinde inşa edilmiş binanın kırmızı tuğlaları üzerine beyaz mermerden dekoratif şekiller verilmiş. Binanın dört köşesine yerleştirilmiş sekiz köşeli minarelerinin de binanın o görkemli görünüşüne katkıları inkar edilemez.
Türbe, SikhIer zamanında çok hasar görmüş olup özellikle ince mermer işçiliği ile bezenmiş bölümler sökülerek, Amritsar'daki kendi mabetlerine götürülmüştür. Tüm bu olumsuzluklara rağmen türbe, Pakistan’da gördüğümüz Türk eserleri arasındaki tarihi yeri ile saygıya ve görülmeye değerdir.
Binanın merdivenlerini çıktıktan sonra türbenin bulunduğu alana geçiyorum. Zeminin yapımında siyah ve beyaz mermer mozayik kullanılmış. Burası köşeli bir oda, duvarlar dekore edilmiş mermerle kaplanmış ve tavanı ise tek bir kubbe olarak inşa edilmiş. Cihangir Şah’ın mezarı, odanın ortasında ve kubbenin altında.
Ben içeride iken öğretmenleri başlarında ziyarete gelen okul talebeleri ile birlikte mezarın başında saygı duruşunda bulunduk. Duygu dolu, unutulmaz bir anı oldu. Bu fotoğraf, Pakistan’ın geçmişi ile geleceğinin görüntüsü idi.
Lahor’da ikinci olarak ziyaret ettiğim yer, Pakistan’da en görkemli bir şekilde inşa edilmiş ve buraya her gelen tarafından geliştirilmiş Lahor Kalesi.
Bu muhteşem eser, yine Babürlülere ait. Ekber tarafından 1566’da inşaasına başlatılan kale oğlu Cihangir tarafından tamamlanmıştır.
Çilsütun yani kırk sütun denilen Divan-Umm, Musemmen Burç ve içindeki Şiş Mahal, uyku odası, hükümdarlık hamamı, ayrıca kadınlar bahçesi, mermerden inşa edilmiş bir taht odası ve halkın ziyaretine ayrılmış bir kabul salonu içindeki yapılardan bazılarıdır.
Yerel dilde “Şahî Kila” olarak bilinen Lahor Kalesi Güney Asya’da Babürlüler tarafından kurulan en görkemli kalelerden biridir. Kalenin temelleri antik çağlara kadar uzansa bile, şu anda onu taşımakta bulunan temel Babür Hükümdarı Ekber tarafından 1556-1605 tarihleri arasında inşa ettirilmiş ve mevcut yapı sırasıyla Babürlüler, Sihler ve İngilizler tarafından geliştirilmiştir.
Bence Cihangir'in eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Aynalı Saray, görülmeye değer mimari şahaser. Görenleri hayret düşürecek ve keyif verecek tarzda dekore edilmiştir. Duvar ve tavanında aynalar kullanılarak gündüz gökyüzünde parlayan yıldızlar yaratılmaya çalışılmıştır.
Kalenin birçok yeri harap hale gelmiş vaziyettedir. Duvarlarında bulunan sanat eseri değerindeki süslemelerin çoğu tahrip olmuş ya da başka yerlerde kullanılmak için sökülmüştür.
Kaleden Badshani camisinin güneş batarken ki görüntüsü, çok güzel ve görülmeye değer.
Kale ,1981 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Uzak doğuda efsaneler çoktur. Dilden dile dolaşır. Bunlardan bir tanesi de hem Hindistan hem de Pakistan’da çok meşhur olan Anarkali efsanesidir. Anarkali İnci Tanesi anlamına gelmektedir.
Efsaneye göre, Şah Cihan güzeller güzeli Anarkali isimli bir kıza gönlünü kaptırmıştır. Babası Babür İmparatoru Ekber, bunu haber alınca kızı idam eder. Şah Cihan babasından sonra tahta geçtiğinde unutamadığı aşkı için duvarlarla çevrili bir bahçe ortasına taştan muhteşem bir mezar yapılmasını emreder. Mezarın 1615 yılında yapımı bitirilir. Mezarın etrafında oluşan çarşı, ismini bu türbeden almıştır. Anarkali’nin yaşayıp yaşamadığı hiç bilinmemektedir. Mevcudiyetine dair hiç kayıt yoktur, ama Anarkali, roman ve filmlere konu olmuştur.
Ben, gezilerimde gittiğim ülkede bir ya da iki çarşı ve pazarı programıma dahil ederim. Çünkü pazarlar halkı ve ülkenin dinamiklerini görebileceğim yerlerin başında gelirler. Özellikle halkın günlük yaşamları ile ilgili ip uçlarını verirler. Özetle ciddi gözlem alanlarıdır. Bu nedenle de Anarkali çarşısını ziyaret ettim. Düşüncelerimde hiç de yanılmadığımı anladım. Gerçekten çok hareketli, kalabalık, her aradığınızı bulabileceğiniz bir yer. Pazarda giyimden hediyelik eşyaya, ev tekstilinden kırtasiyeye kadar ne ararsan var. Karnın acıktığında yemek yeme şansın da var. Ya yarı kapalı lokantalardan, ya da sokaklarda bu hizmeti verenlerden faydalanabilirsin.
Yollar dar ve kalabalık, omuz omuza yürünüyor. Bunlara ilaveten seyyar satıcılar ve eşekli, atlı arabalar karmaşayı arttırıyor. Hiç de şikayetçi değilim benim görmeyi ve Pakistan’da yaşamayı arzu ettiğim bu idi. Bu yoğunluğu Pakistan’a özgü olarak türbelerde de yaşadım. Bence Anarkali çarşısı, Pakistan’da görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Çok eskilere dayanan bir tarihe ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış olması nedeni ile Pakistan’daki müzelerin bu medeniyetlere ait çok sayıda tarihi esere sahip olmaları gerektiği ilk akla gelen olabilir. Ancak ne yazık ki gördüğüm üç müze de sergiledikleri eserler bakımından son derece zayıftılar. Bunun da sebebi, İngilizlerin büyük çapta tarihi eseri ülkelerine götürmeleri ve buna ilaveten de İngilizlerden geriye kalanları da Hintlilerin Hindistan’a taşımalarıdır. Geriye ne kaldıysa müzelerde. Bu, tam bir soygun.
Lahor müzesi İngilizler tarafından 1894 yılında Babür mimari tarzında kırmızı tuğladan yapılmış güzel bir bina. Müzenin içerisinde sergilenen eserlerden Fasting Buddha, Mitacle of Saravati, Buddha’nın başı, İslam süsleme sanatları ve minyatürler dikkati çeken eserlerdir. Müzede İslam, Budist, Sikhm ve Hindu dönemlerine ait 60.000 eserin sergilendiği belirtilmektedir. Benim gezmekten ve sergilenen eserleri görmekten keyif aldığım bir müze oldu Lahor müzesi.
Yapımı Şah Cihan tarafından 1637 yılında başlatılan ve 1641 yılında tamamlanan Şalimar Bahçeleri şehrin nefes aldığı bir yer. Lahor’un gürültülü ve kirli havasından biraz olsun kurtulmak ve rahatlamak için devlet erkanı ve halk için inşa edilen bu bahçeler ince bir işçilikle tüm detaylar düşünülerek çok masrafla yapılmış. 16 hektar bir alanı kapsayan bahçelerde havuzlar ve köşkler de inşa edilmiş. Bu köşklerin mimari yapıları da görülmeye değer nitelikte. Sihler döneminde, bahçenin mermerlerinin çoğu yağmalanmış ve Amritsar yakınlarındaki altın tapınak ve Ram Bagh Sarayı’nın süslemesinde kullanılmıştır. Zaman zaman yapılan restorasyonlarla bu günkü durumuna getirilmiştir.Bahçeler 1981'de UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne alınmıştır.
1959 yılından bu yana Pakistan ile Hindistan arasındaki Wagah Sınır Kapısı'nda bayrak töreni yapılmaktadır. İnsan merak ediyor, bu törende ne yapılıyor diye. Otobüsten inip törenin yapılacağı yere yürümeye başladığımda ilerden gelen büyük bir uğultu duyuyorum ne olduğunu sorduğumda bu gürültünün töreni seyretmeye gelen Pakistanlı ve Hintlilerin tezahüratı olduğunu öğreniyorum.
Bu gürültü ile bir yer bulup oturduktan sonra etrafı incelemeye başlıyorum. Demir parmaklıklar şeklinde sınırı belirleyen her iki tarafta da kapı var ve şu anda kapalılar. Kapıların bir tarafında Hintli seyircilerin oturacağı tribün, diğe tarafta da Pakistanlıların oturacağı tribün var.
Törene katılacak olan Pakistanlı askerler tamamen siyah, Hintli askerler ise açık haki renkte üniforma giymişler. Bu üniformalar bildiğimiz askeri üniformalar değil, bu maksatla özel olarak hazırlandıkları belli oluyor. Çünkü çok süslü ve gösterişliler. Askerlerin de özel olarak seçildikleri anlaşılıyor. Atletik yapıda, 1.90 ile 2.00 metre üzeri boyda seçilmişler.
Her iki tarafta da amigolar var; bunlar tribünde oturan onlarca seyirciyi hep bir ağızdan megafonlarla coşturuyorlar bu arada marşlar da çalınıyor.
Sınır kapısının gösteri sırasında açılmasıyla iki ülke askerleri birbirlerine karşılıklı olarak daha önce çalışılmış koreografi ile tezahüratlar arasında akrobotik olarak kol ve bacaklarını kaldırak yürüyor ve güç gösterisinde bulunuyorlar. Sonra her iki tarafın da bayrakları indirilerek törene son veriliyor. Hepsi bu kadar.
Hoşça kalınız.

olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi: