Yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde İndus Vadisi Uygarlığı’nın yerleşim yerinin Pakistan sınırlarındaki Mehrgarh denilen bölge olduğu düşünülmektedir. Bu bölgede yapılan çalışmalar sonunda elde edilen kanıtlarla, bu uygarlığın, M.Ö. 7.000 yılına kadar geriye gittiği sanılmaktadır.
Yapılan kazılar sonucunda İndus şehirlerinin şehir planlamacılığı, kentsel çevre tasarımı ve alan kullanımı tekniği ile ilgili dikkat çekici bir gelişmişliğe ulaştığı anlaşılmıştır. Uygarlık, ayrıca tuğladan yapılan evleri, detaylar göz önüne alınarak gerçekleştirilmiş kanalizasyon ve su temin sistemlerinde de ileri seviyeye ulaşmıştır. Tüm bunlara ilaveten düzenli atık su drenaj ve atık toplama sistemleri, halka açık hamamlar ile tahılların saklanması için kulllanılan tahıl ambarları da bulunmaktaydı.
İndus Vadisi Uygarlığı’ndan Mohenjo-daro ve Harappa olmak üzere iki adet antik yerleşim yerini ziyaret ettim. M.Ö. önce 26. yüzyılda kurulduğu düşünülen Mohenjo-daro’nun, zamanında yalnızca İndus Vadisi Uygarlığı'nın en geniş şehri değil, dünyanın en büyük şehir merkezlerinden birisi olduğu kananaatine varılmıştır.
İndus Nehri'nin batısında Larkana bölgesinde yer alan Mohenjo-daro, ileri seviye mühendislik ve şehir planlamacılığı ile dönemin en gelişmiş şehirlerinden birisi haline gelmiştir.
Harappa ise, bu günkü Pakistan sınırları içerisinde bulunan ve etrafı surlarla çevrili bir şehirdi. 23.500 kişinin yaşadığı tahmin edilen şehirde halk, kil ve kırmızı kumdan inşa edilen ve düz çatılara sahip olan oyma evlerde yaşıyordu. Her iki şehrin etrafı, şehirlerin savunmasını sağlamak ve su baskınlarına karşı koymak maksadıyla surlarla çevrilmiş idi.
Uygarlığın, Bronz Çağı toplumu olduğu görüşü kabul görmektedir. Uygarlık, kurşun, bronz, bakır ve kalayın işlenmesiyle ilgili metalurji alanında yeni teknikler geliştirmiştir. Harappalılar ayrıca yarı değerli bir taş olan akikten yapılan ürünleri kullanarak karmaşık el işleri yapmışlardır.
Bu iki kentin dışında yüzden fazla kent, kasaba ve köyde hüküm sürdüğü bilinen İndus Vadisi Uygarlığı'nın 250-500 kadar karakterden oluştuğu sanılan yazı dili henüz çözülememiştir. Bazı konu, hala karanlıktadır.
İndus Vadisi Uygarlığı M.Ö. 1800 yılları civarında düşüşe geçmiştir. Bilim insanları uygarlığın sona ermesine hangi faktörlerin sebep olduğu hakkında çeşitli görüşlere sahip olup tartışmalar hala devam etmektedir.
Multan şehrinin merkezinde konuşlanmış olan Rükn-i Alem türbesi, 35 metre yüksekliği ve genişliği ile bakanları hayrete düşürecek kadar ihtişamlı ve alımlı. Delhi Sultanlığı’nın Tuğruklu Hanedanı Hükümdarı Gıyaseddin Tuğluk tarafından 1320 tarihinde inşa edilmiştir.
Gıyaseddin Tuğluk’un türbeyi önce kendisi için inşa ettirdiği ancak daha sonra Rükn-i Alem olarak tanınan sufi Rükneddin Ebü’l-Feth'in ailesine hediye ettiği söyleniyor.
Türbenin içerisinde Rükneddin Ebü’l-Feth'in kabrinin etrafında , aile üyelerine, yakınlarına ve takipçilerine ait çok sayıda mezar da bulunuyor. Bu mezarların sadeliğinin yanında Rükneddin Ebü’l-Feth'in mezarının görüntüsü çok görkemli.
Yıllara meydan okuyarak ayakta kalmayı başaran türbe, UNESCO Dünya Geçici Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Bu türbede her yıl kasım ayında ortalama 100 bin kişinin katıldığı Rükn-i Alem'in Şebiarus törenleri düzenlenmektedir.
Pakistan'ın Pencap eyaletindeki Çolistan Çölü'nde konuşlandırılan yerel halkın Çöl Güzeli diye adlandırdığı Deraver Kalesi, yüksekliği 30 metreyi bulan 40 burcu ile uzaktan bile bütün ihtişamı ile dikkatleri üzerinde topluyor. Yakına gelince tüm görüntüsü ile güç ve yenilmezliğin sembolü gibi duran kale, tüm varlığı ile 1200 senedir ayakta duruyor. 1,5 kilometre uzunluğundaki çevresi, kalenin büyüklüğü açısından sizlere fikir verebilir.
Bu kale, 9. yüzyılda Hindu Kral Rai Jajja Bhati tarafından inşa ettirilmiştir. 18. yüzyılda Müslümanların eline geçtikten sonra çeşitli değişiklikler yapılarak şimdiki haline getirilmiştir.
Deraver Kalesi, Orta Asya ile alt kıtayı birbirine bağlayan ticaret yollarına ilaveten Mekke ile Hindistan arasındaki hac yollarının korunmasında ve etkinleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Kendi görüntüsünün muhteşemliği ile birlikte yaptığı görevin önemi düşünüldüğünde tarihin sayfalarındaki yerini hak ettiği değerde almıştır. Kaleye girmeden önce ziyaret ettiğimiz cami, tamamen beyaz rengi ile bir başka güzel görüntü veriyor.
Bibi Jawindi Türbesi, Pencap eyaletinin Uch Şerif kentinde bulunan son derece görkemli görünüşü ile ziyaret edenlerin tüm takdirini topluyor. Bibi Jawindi Türbesi, kendisine bakanlar üzerinde bu yapının mimari açıdan ne kadar önemli bir yapı olduğu izlenimini bırakıyor. Türbe İran Prensi Dilshad tarafından Sufi aziz Jahaniyan Jahangasht’ın torunu sufi ve şair Bibi Jawindi için 1493 yılında, yaptırılmış.
Ne yazık ki bu muhteşem eserin tamamını göremedim. Çünkü 1817 yılında yaşanan sel felaketi sırasında türbenin yarısı yok olmuş. Yine de sel insaflı davranıp bize yarısını bırakmış. Kendimi şanslı hissetmeliyim.
Sekizgen bir taban üzerine sırlı tuğlalar kullanılarak inşa edilen Bibi Jawindi’nin mezarının, sekiz köşesinin her birine kuleler ilave edilmiştir. Hem iç hem de dış kısımları İslami metinlerle bezenmiş olan türbe, oymalı ahşaplar ve mavi-beyaz mozaik çinilerle zengin bir süslemeye sahip. Pakistanda görülmeye layık önde gelen eserlerden birisidir. Ayrıca türbenin etrafında çok sayıda mezarda bulunmaktadır.
Bibi Jawindi’nin türbesi, 2004 yılında UNESCO tarafından Tehlike Altındaki Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.
Multan’da ziyaret ettiğim önemli türbelerden birisi de, Baha-ud-din Zekeriya (1183-1262) türbesidir. Türbenin neredeyse tamamı, 1848’deki Multan kuşatmasında İngilizler tarafından tahrip edilmiş, ancak daha sonra şehirde yaşayan Müslümanlar tarafından restore edilmiştir. Ölümünden 8 asır sonra bugün de türbe, halkın ziyaretine açıktır.
Her yıl burada düzenlenen, sevgiliye kavuşma anlamına gelen Urs Programlarında, çeşitli yörelerden gelen bilim insanları konuşmalar yapmaktadırlar. Bu nedenden dolayı da bu dönemde türbeyi ziyaret edenlerin sayısı, artmaktadır.
Bu gün Şehvan’dayız ve Lal Şahbaz Kalender’in türbesini ziyaret edeceğiz. Bizim memleketimizde fazla bilinmeyen ancak Pakistan’da çok tanınan ve sevilen Lal Şahbaz Kalender, 1177 yılında Afganistan’da doğuyor, batı Asya ve Ortadoğu’yu gezmeye başlıyor. Bu seyahatlerinin sonuna geldiğine inandığında Şehvan’a geliyor ve burada yerleşmeye karar veriyor. 1274 yılında da vefat ediyor. Çok sevildiğinden ve sayıldığından Hindu’lar onu su tanrıları Varuna’nın reenkarnasyonu olarak kutsal kabul etmişler, Şiiler onun kendilerinden olduğuna inanmışlardır. Tüm giysileri, kırmızı renkte olduğu için kırmızı manasına gelen Lal adıyla anılmıştır. Bunlara daha sonra kutsal anlamında Şahbaz ve gezgin manasında Kalender eklenerek Lal Şahbaz Kalender adı ortaya çıkmıştır.
Minareleri ve kubbesi ile birlikte bir cami görünümünde olan türbesi, 1356 yılında yapılmıştır. Türbe dikkati çekecek kadar kalabalık. Bunun da nedeninin, biraz sonra başlayacak olan Sufi ayini olduğunu öğreniyorum. Lal Şahbaz Kalender’in mezarı iki katlı ve büyük bir kubbesi olan binanın içerisinde. Görünüşü çok alımlı. Hiç bir masraftan kaçınılmamış. Mezarını kubbenin altına yerleştirmişler. Üstüne de dikkat çekici kristal bir avize asmışlar. Ayinin yapılacağı avluya girdiğimde avlunun oldukça yüksek ve büyük olduğunu görüyorum. Sol taraf bantla ayrılmış. Burada ayini seyredecek seyirciler var. Salonun ortası ise ayini yapacak olanlara tahsis edilmiş. Burada biriken insanlar var. Ayrıca dört ya da beş tane davul ve zurnacı yerlerini oturarak almışlar. Önleri çevrilmiş. Sağ tarafta yanlızca kadın seyirciler var. Banttan bana kadar olan alan da, seyircilere ayrılmış. Burası benim için çok uygun. Buradan ayini rahatlıkla seyredebilirim. Biraz sonrada ayin başlıyor. Davul ve zurnaların sesi, kapalı alanda duvarlardan yankı yaparak olduğundan daha fazla çıkıyor. Ayine katılanlar, davul ve zurna sesleriyle birlikte ellerini yukarı kaldırıp oldukları yerde zıplıyarak dans etmeye başlıyorlar. Aynı zamanda başlarını sert bir biçimde sanki havada daire çizer gibi sallıyorlar. Bu arada bir görevli, seyirciler arasında dolaşarak para topluyor. Anladığım kadarı ile para vermek zorunlu değil, isteğe bağlı. Sağ tarafta oturan kadınların bir kısmı, da ayakta dönerek, bükülerek ve sallanarak bu dansa katılıyorlar. Kimisi kendini yere atıyor ve orada danslarına devam ediyorlar.
Bir saat kadar süren bu Sufi ayininden sonra türbeyi terk ediyorum. Bu, Pakistan’da gördüğüm çok değişik bir görüntü ve deneyim idi.
Hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/
Fotoğraf Galerisi: