29 Mart 2012 Perşembe

Hoş Gelişler Ola Serhat Şehri Kars'a...


2005 yılında katıldığımız Doğu Anadolu turunda, Kars şehrini pek beğenmiş ve ızgara planlı sokaklarını, Ani Harabelerinin heybetini, satın aldığımız kaşar peynirinin lezzetini zevkle anlatmıştık. Yıllar geçti; Tempo Tur'un kışın trenle Kars turu başlattığını duyunca, Kars şehrini bu kez de karlar altında görmeyi istedik. Gezi planımıza aldık ve aylar öncesinden heyecanını yaşamaya başladık. Gezinin keyfine ortak etmek istediğimiz arkadaşlarımız da “Tamam” deyince, geriye sadece termal çoraplar ve kalın pantolonlar almak kalmıştı...


Kemaliye turunda yataklı treni tecrübe etmiştik ve pek hoşumuza gitmişti. O yüzden Kars’a giderken hem tura adapte oluruz hem de kış manzarasının tadını çıkarırız diye treni, dönüşte de yorgun oluruz diye uçağı seçtik.


Trende okunacak kitaplarımızı ve yolluk kurabiyelerimizi hazırlayıp garda buluştuğumuzda 2012 yılının ilk turuna çıkıyor olmanın mutluluğuyla çocuklar gibi şendik...


Tren rahat ve sıcaktı. Yemekli vagonun yemekleri pek başarılı sayılmazdı ama yol boyu kaç tane saydığımızı unuttuğumuz tilkiler, Erzincan' lı zurnacı Erduran' ın canlı müzik ziyafeti, insana "Bura nire, ben kimim?" dedirten manzara görülmeye değerdi.


29 saatlik yolculukta, treni tercih eden katılımcılar olarak tanışmış, kaynaşmış ve sevgili rehberimiz Serhan'dan ilk bilgileri almıştık: Kars,  dağ ve yaylalarıyla yurdumuzun en yüksek şehirlerinden biri. Türk kavimlerine Anadolu yolu, Selçuklu Sultanı Alparslan' ın, 1064'te Kars'ı ele geçirmesiyle açılmış. Adını buraya yerleşen Türk boyu Karsaklar' dan alması nedeniyle Türkçe il adına sahip ilk şehir Kars. Osmanlı döneminde Ruslar' la yapılan savaşlarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı da "Gazi" unvanı almış ilk şehrimiz...


Uçakla gelen arkadaşlarımızla yaptığımız ilk kahvaltının ardından yola koyulduk. Programda Ani Harabeleri ve Sarıkamış vardı. Ani Antik Kenti, Kars'a 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içinde, volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehri... Türkiye - Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehrinin batısında yer alıyor; karşıda Ermenistan'ın boş gözetleme kuleleri var.


Antik kent surları, kapıları, kiliseleri, hamam ve sarayıyla görülmeye değer. Anadolu'daki ilk Türk camisi olan Ebul Menuçehr Camisi Ani'de yer alıyor. Tarihi İpek yolu üzerinde kurulmuş Anadolu'daki ilk ticaret kenti olan Ani'ye yılda 30.000 ziyaretçi geliyormuş. İlk ziyaretimizde buradaki fotoğraf çekme yasağı yeni kalkmıştı.


Bu kez de karlar altındaki Ani'de bol bol fotoğraf çekip, surların dibinde çaylarımızı içtik, çocuklara şeker dağıtıp Kars'a döndük.


Kars Müzesi'nde, herhangi bir müzede görebileceğimiz çanak, çömlek, taş eserler ve etnoğrafik eserler dışında çok özel bir şey var: Müze yanında döşenen kısa ray üzerinde, Rus komutan Keker'in Kazım Karabekir Paşa'ya armağan ettiği vagon sergileniyor. 17 m. uzunluğunda, yataklı, banyolu, büfeli ve yazı / çalışma masası, kitaplığı da bulunan Kazım Karabekir Paşa tren salonu ziyaretçilerin çok ilgisini çekiyor.


Sarıkamış, 7 yıl önce nasıldıysa hala öyle.. Hiç bir gelişme göremedik. Hatta o zaman tuvalet bile bulamamıştık da, Belediye'ye gitmiştik. Tuvaletin kilitli olduğunu görünce temiz olacağını düşünmüştük ama açıldığında hayal kırıklığına uğramıştık.. :(
Sarıkamış Kayak Merkezi ise kış sporları bakımından Türkiye’nin birinci derecede öncelikli beş merkezinden birisiymiş.


Kayak için ideal kar çeşidi olan "kristal kar"a sahip ve özellikle 'Alp ve Kuzey Disiplini' kayak uygulamaları ile 'kayak safari' ve 'kızaklı geziler' için çok uygun olduğu söyleniyor. Çevresi ünlü sarıçam ormanları ile kaplı, 2 adet telesiyejin olduğu merkezin günlük kapasitesi 15.000 kayakçı..


Kars, Türkiye'nin ilk planlı kenti olarak biliniyor, il merkezi eski ve yeni olmak üzere 2  bölümden oluşuyor. Eski Kars, kuzeyde, kale içinde yer alıyor. Kars Kalesi şehre hakim konumundan öte, hiç onarım görmeden bugüne gelmiş olmasıyla önem taşıyor.


Kalenin etrafındaki Taş Köprü, hamamlar, Evliya Camii ve Fethiye Camii de görülmeye değer eserler. Yine bu bölgedeki Havariler Kilisesi, Selçuklular tarafından camiye dönüştürülmüş ve Kümbet Camii adını almış.


Gezerken etrafımızda dolaşan çocuklar bize rehberlik yapmaya çalışırken bir tanesi Havariler'in adını sayınca gülmekten ısındık: "Büyük Yakup, Küçük Yakup, Patos, Cheetos, Andreyas, Tomas..."
Rus işgalinden sonra güneyde geniş caddeleri, büyük parkları ve ızgara planıyla çağdaş bir kent oluşturulmuş. Kuzeyden güneye uzanan 4 cadde, doğudan batıya uzanan 4 cadde ile kesişince 16 blok oluşmuş. Yollar boyunca yer alan, Rus döneminden kalma Baltık mimari stilinde birçok ev ve bina kente düzenli bir görünüm kazandırmış.


Vali Konağı, PTT Binası, Ortodoks Kilisesi (Merkez Camii), Demir Köprü, İsmet Paşa İlköğretim Okulu, Hekim Evi (Opera Binası), Fevzi Paşa İlköğretim Okulu bunlardan birkaçı...


Şehrin sokaklarını yürüyerek gezince yorulduk ve üşüdük. Otele dönmeden önceki son durağımız 1 asırlık Ariş Ticaret'ti. Kaşar tekerleri arasında kendimizi kaybettik; soba üstünde ısıtılan lavaş arasına koyduğumuz kaşar peyniri, bal ve kaymağı çay eşliğinde kısa sürede tükettik. Evlerimize kargo ile gönderilmek üzere peynir, bal ve kaz siparişlerimizi verip otele döndük.


Ertesi gün buz tutmuş Çıldır Gölü'nde balık avlama heyecanıyla yola çıktığımızda başımıza ne geleceğinden habersizdik: Çıldır'a 38 km kala yolda kaldık! Allahtan "her yerde adamımız var" diyen sevgili rehberimiz Serhan hemen İl Turizm Müdürü'nü aradı, karayollarının aracı çok kısa sürede geldi ve uzunca bir süre bize eşlik etti. Böylece Serhan hocanın sözünün doğruluğu da test edilip onaylanmış oldu :)


"Buzlar kırılır da göle düşer miyiz?" nidaları arasında Çıldır Gölü'ne düşe kalka indik. :)


Balık ağları göl buz tutmadan önce atılıyor ve şamandıralar konarak yerleri işaretleniyormuş.  Buzlar kırıldı ve balıklar avlandı, fotoğraflar çekildi, sonra da Atalay'ın Yeri'nde balık yemeye gittik.


Sıcak şarapla iyice ısınıp, buz tutmuş göl üzerinde atlı kızaklara bindik. Atların süsleri o beyazlıkta öyle güzel görünüyordu ki..  

       
Bu gezide bir an bile boş geçmedi; gezilen görülen yerler ve yapılan her şey değişik ve eğlenceliydi. En duygulu anları ise Sarıkamış Şehitliği'nde yaşadık. Enver Paşa Rusları Allahüekber dağlarından aşarak vurmayı ve Kars'ı geri almayı hedeflemiş. Ama Mısır'dan yazlık üniformalarla gelmiş Türk askerleri, Allahuekber dağlarında soğuğa ve yanlış stratejilere yenilmişler. Kardan topraklara gömülen binlerce şehit bahar gelip de karlar eriyince  kardelen çiçekleri gibi ortaya çıkmış. O yüzden Sarıkamış, kardelen şehitlerinin yurdu olarak biliniyor. 1914 yılında Sarıkamış'ta donarak şehit olan askerlerimiz anısına yapılan şehitlikte bedenlerimizden çok yüreklerimiz üşüdü...


Akşam yemeğinden sonra aşıkların atışmalarını izlemek üzere KarStore'daydık. "Dudak değmez" ustaları Kars türkülerini söylemeden önce hepimize tek tek "hoşgeldiniz" dediler. Herkesin adını, işini ve memleketini öğrenip başladılar söylemeye: "Sizlere ısındı canım / iliğimde damarımda kanım  / Amasya'dan Çiğdem Hanım / Serhat Kars'a hoşgeldiniz, Kars'ımıza hoşgeldiniz..." Ve tabii bu sıcak hoşgeldinin karşılığını da aldılar.


Kars'ta lezzetli yöresel yemeklerin tadına bakma imkanımız da oldu: "Oklava" erişte aşı çorbası, hangel, kaz, kavurma ve diğer yemekleri ve tatlılarıyla damaklarımızda güzel bir tat bıraktı. Son akşam yemeğimizi yediğimiz "Hanımeli"nde ise nefis yemeklere dükkan sahibi Dilek Hanım'ın eşinin çaldığı akordiyon ve tar eşlik etti.


Ve dönüş: Uçuşumuz hava muhalefeti nedeniyle iptal edilince, gittiğimiz gibi trenle döndük Kars’tan… Gidiş dönüş 60 saat tren yolculuğu sohbetle, kitap okumakla, etrafı seyretmekle ve uyumakla geçti.. 2 günlük gezi için 2,5 gün yol yaptık; uçak, tren, minibüs, atlı kızak ve telesiyej olmak üzere 5 farklı seyahat aracımız oldu :)
Her ne kadar uzun ve karlı Ankara kışından bunalsak ta,  karlı Kars teneffüs gibi geldi bana.. İnka tapınaklarına çıkan Avrupalıların hikayesindeki gibi, bizler de çoğu zaman ruhlarımızın bedenlerimize yetişemediğini unutup koşturmaya devam ediyoruz.


Durup soluklanmaya, etrafa bakmaya, iç sesimizi dinlemeye vaktimiz yok. Hayat alelacele geçiyor. Oysa hayat biz nasıl istersek öyle geçiyor, hızlı ya da yavaş… Trende etrafı seyrederken, Kars sokaklarında dolaşırken hep bunu düşündüm. Yıllar geçmiyor, ömrümüz geçiyor ve zamanı genişletip ömrümüzü uzatacak şey bizim seçimlerimiz.. Siz de arada teneffüs yapmak için kendinize izin verin bence...

Tempo Tur'a, sevgili rehberimiz Serhan ve şoförümüz Sevdakar'a teşekkürlerimizle...


YAZI : ÇİĞDEM ATABEY - www.cigdematabey.com / ncigdematabey@gmail.com
FOTOĞRAFLAR: BATURHAN ATABEY / baturhanatabey@yahoo.com

20 Mart 2012 Salı

Geometrik Beton Medeniyeti: Abu Dabi


Lapa lapa yağan kar tanelerini arkada bırakıp, denizin turkuaz renkli tuzlu sularına kendini bırakmak... Ayak parmaklarını  beyaz kum tanelerine teslim etmek... Kış ortasında, bir "yaz rüyası" değil de nedir? Bazen rüyalar gerçek oluyor!
Türkiye'de kara kış yaşanıyor. Aylardan şubat. Ankara'da hava sıcaklığı eksi 6 derece!
Eksi 6 dereceden, 30 derece sıcaklığa  sadece 4.5 saat içinde geçebilmek, dünya coğrafyasının ve teknolojinin insanlara sunduğu yüzlerce mucizeden sadece bir tanesi.  Ne mutlu bana ki, bu mucizeyi yaşayan ve bir rüyayı gerçekleştirebilen  şanslı bir insan yavrusuyum :)

Ankara'yı bembeyaz karlar altında bırakıp, THY ile önce İstanbul'a sonra Abu Dabi'ye (Abu Dhabi) uçtum. Aslında uçan THY'nin uçağı, ben sadece uçuşa eşlik edenim, fakat insanoğlunun ah bu kuşlara öykünme tutkusu yok mu..? THY'nin kanatlarındaki uçan kuş logosu da o tutkunun bir eseri muhakkak...


Ankara-İstanbul uçuşu 40-45 dakika, İstanbul-Abu Dabi ise yaklaşık 4.5 saat sürdü.  THY, Emirates ve Fly Dubai'nin her gün İstanbul'a uçuşları var.  Vizeli giriş yaptığım Abu Dabi Havaalanı'nda görevli memurların kıyafetlerine şaşırıyorum ilk önce... Araplara özgü uzun beyaz elbiseleri, beyaz örtü üzerine siyah simit oturtulmuş başlıkları ve terlikli ayaklarıyla alışılmışın dışındalar.

Terlikli memurların pasaport kontrolünden önce, ABD’dekine benzer bir biçimde göz retinası taramasından geçtim.  Sonrası malum işte... ''Welcom to the Abu Dhabi!!!'' Arapça hoşgeldiniz "Ehlen ya seyyidi" değil, dikkatinizi çekerim. Zira, Abu Dabi'de İngilizce bilmeyen yok! Eğitim-öğrenim hayatında, İngilizce derslerinde Mr. and Mrs. Brown'dan öte gidemeyen bir jenerasyonun bireyi olarak, bu durum bana ilginç geliyor.

Havaalanından çıkıp, denizcilerin tabiriyle "şerbet gibi" şahane bir havayla karşılaştım Abu Dabi'de... Ankara'dan eksi 6 dereceden "kazak-mont-bot" kış üçlüsüyle  gelip,  30 derecelik günlük güneşlik bir havada, "tişört,şort,sandalet" yaz üçlüsüne geçiş yapmak muhteşem :)   


Abu Dabi, 7 emirlikten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) başkenti.  Arap Yarımadası'nın doğusunda Basra Körfezi'nde yer alıyor. Aslında bir ada olan Abu Dabi, 3 köprüyle karaya bağlanıyor. Emirliğin, tüm dünyada en çok tanınan kenti aslında Dubai...

Abu Dabi'nin turistik alanda Dubai ile bir yarış halinde olduğu söylenebilir. Ancak bu iki emirliğin turist potansiyeli açısından ciddi farkları var. Dubai; gezmek, alışveriş yapmak yeni yerler görmek için gelen ziyaretçileri, Abu Dabi ise daha çok iş görüşmeleri, anlaşmalar ve toplantılar için gelen turistleri ağırlıyor.


Abu Dabi ve Dubai'de nüfusun çoğunluğunu Hintli, Pakistanlı, Bangladeşli ve Filipinliler oluşturuyor. Yerel halk yani Emirati'ler azınlıkta. Özellikle hizmet sektöründe çalışanların büyük bölümü çikolata renkli Hintli ve Filipinliler. Nereye giderseniz gidin servis her zaman mükemmel ve hizmette sınır yok!


BAE, kendi para birimi dirham (AED) ve Amerikan dolarına sabitlenmiş. Ülkede her zaman 1 $=3.65 AED değerinde. Alışverişte para birimlerini TL'ye çevirmenin en kolay yolu ise, yarısını almak. Yani 100 AED =50 TL. 

Resmi dil İngilizce ve Arapça, fakat yabancı nüfus fazla olduğu için her yerde İngilizce konuşuluyor. Dünyanın tüm petrol rezervinin % 10'u burada. Ayrıca kendileri, Rusya, İran ve Katar'dan sonra dünyanın 4. en büyük doğalgaz üreticisi. İnanılmaz gibi gelse de benzinin litresi 1 $ dolar. 

Dümdüz, ''kaymak'' gibi yollar... Üstünde ise asfaltı hüngür hüngür ağlatan son model arabalar... Ve sudan ucuz benzin!  Çok yaşanası geliyor kulağa... :) Tabii hayatı nasıl algıladığınıza ve yorumladığınıza göre değişir bu! 


Uzun yıllar İngilizlerin sömürgesi olan bölge, İngilizlerin Basra Körfezi'nden çekilmesiyle 2 Aralık 1971'de bağımsızlığını ilan ediyor. Bir araya gelen emirlikler, "Birleşik Arap Emirlikleri" adı altında bir federasyon oluşturuyor. Abu Dabi, dünyanın en son inşa edilen şehirlerinden biri olmasından dolayı çok modern ve altyapı iyi tasarlanmış. Caddeler gökdelenlerle bezenmiş. Bir Arap kentinden ziyade Amerika'ya benziyor. 41 yıllık geçmişi  olan bir ülkenin "geometrik beton medeniyeti"ni izlemek ilginç bir deneyim.


Abu Dabi'de beni en çok şaşırtan koskoca çöle kurdukları vaha... Paranın gücü ve insan beyninin yaratıcılığı gerçekten sınır tanımıyor. Bir avuç toprak ve su bulunmayan, kumla kaplı devasa bir alanı yeşillendirmek için harcadıkları para ve emek takdir edilesi.


 Frank Gehry'den, Zaha Hadid'e yıldızlardan oluşan mimarlar grubunun elinden çıkan binalar  ve köprüler Abu Dabi'yi tasarım başkenti haline dönüştürmüş aynı zamanda. Adalarla karaya bağlanan  kentteki, 800 metre uzunluğundaki "Sheikh Zayed Köprüsü", sinüs dalgası şeklindeki kıvrımlı yapısıyla iddialı projelerden biri.  Kıyıdan bakıldığında köprü, roller coaster'ı andırıyor. 


Abu Dabi'deki bir diğer önemli tasarım harikası da Yas Adası Marina. Burada F1 pistinin yanı sıra oteller, marinalar, lunapark, su parkı, golf alanları ve villalarla tam bir turizm bölgesi yaratılmış. 2,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanan Yas Marina için 800 milyon pound gözden çıkarılmış. Paranın havada uçuşması böyle bişey demek ki!


Şu anda dünyanın en pahalı F1 pisti Abu Dabi'de... 50 bin kişi kapasiteli pist, 5.5 km. uzunluğunda. Toplam 21 virajı bulunuyor ve  araçlar 320 km hıza kadar çıkabiliyor.


Toplu ulaşım araçları otobüs ve taksi. Benzin ucuz ve bol olduğundan oldukça ekonomik. Kente gelen yabancılar için ayrıca tur otobüsleri mevcut.


Carrefour, ülkedeki 7 emirlikte mağaza açmış. Market pazarının yüzde 25'ini elinde tutuyor. Fiyatlar Türkiye ile hemen hemen aynı.


Seyahat etmek çok sayıda farklı kültürü ve benzerlikleri tanımamızı sağlıyor. Abu Dabi'de de öyle oldu. Arap ülkelerindeki Türk dizisi furyası bir şehir efsanesi değilmiş meğer! Yıllar önce "Dallas" ve Brezilya dizilerinin bizde yarattığı aynı etki yaşanıyor Birleşik Arap Emirlikleri'nde... Bir çok Türk dizisi ekranlarda yayınlansa da şuan en popüler diziler "Fatmagülün suçu ne?" ve "Muhteşem Yüzyıl"... Abu Dabi'nin gökdelenlerle dolu caddelerini "Muhteşem Yüzyılın" reklam panoları süslüyor.


Abu Dabi'de beni en çok gülümseten erkeklerin genel görüntüleri oldu. Nereye giderseniz gidin karşınızda beyaz elbiseli, terlikli beyefendiler... Hepsi, kopyalanıp çoğaltılmış gibi :) Kafa sesim sürekli şöyle diyor; "Porsche, Ferrari, Maserati gibi ultra lüks arabaların gaz pedallerine bu terlikli ayaklar mı basıyor?" Terlik ve Porsche'yi yanyana getiremeyen zihnimin  tragedyası diyelim buna :)  

Abu Dabi'deki beylerin kıyafetlerinden bahsedip hanımefendileri es geçmek olmaz!  Bir kere inanılmaz süslüler. Bazıları sadece başlarını kapatıyor. Çok bakımlılar. Göz makyajları tam bir sanat eseri! Bazıları komple kara çarşaflı. Yüz, göz tamamen kapalı. Fakat çarşafların altında yürürlerken gördüğüm topuklu ayakkabılar inanılmaz! 

Marina Mall'de alışveriş yaparken, gördüğüm çarşaflı kadının parlament mavisi 11 pontluk muhteşem ayakkabısını hala her yerde arıyorum. Keşke utanmayıp gidip sorsaydım "Nerden aldınız ayakkabılarınızı" diye...  1.75 cm boyla 11 pontluk ayakkabıların peşinden koşmam komik belki  ama insan -en-lerin ve gökdelenlerin yarıştığı bu kentte sürekli "en uzun" olma hissine kapılıyor. "Gökdelen sendromu" diye birşey var mıdır acaba?    

Bir de abartmıyorum;  gördüğüm tüm çarşaflı kadınların  kollarında  Hermes, Chanel, Gucci, LV gibi dünyaca ünlü marka çantalar vardı.  Bunu okuyan tüm yurdum kadınları ağlamak isteyecek, erkekler neden bahsettiğimi anlamayacak ama, kızlar, çantaların hepsi ne yazık ki gerçek!!!


Şimdi gelelim Abu Dabi'de nasıl ve nerede konaklama yapılabileceğine... Abu Dabi'de her türlü lüksün ve konforun sunulduğu çok sayıda tatil otelinin yanı sıra butik hizmet veren şehir otelleri de mevcut. Fiyatlar bizim Antalya otelleriyle kıyaslandığında pahalı. Ben havaalanına yarım saat mesafedeki Hilton Otel'de konakladım. Kent merkezinde,  kendisine ait çok güzel, küçük bir plajı var. Denize sıfır değil, plaja alt geçitten kısa bir yürüyüşle ulaşılabiliyor.   
  

Abu Dabi'de hemen her ülkenin mutfağı yer alıyor. Yerel lezzetleri yok gibi. Lübnan yemeklerinden beslenmişler mutfak kültürlerinde.  Özellikle büyük alışveriş merkezleri başta olmak üzere, şehrin hemen her yerinde Hint, Çin, Japon, İtalyan, İran ve Lübnan yemeklerini bulabilirsiniz. Otellerin açık büfelerindeki deniz ürünleri bölümleri sevmeyenler için bile iştah açıcı... Benim gibi soya sosu, biraz vasabi ve bol miktarda suşiye hayır diyemeyenler için tam bir şölen tabii ;)


BAE'nin başkentini genel olarak tanıdık, sıra geldi Abu Dabi'de yapılmadan dönülmeyecekler listesine... Bir yanda deniz, beyaz kum, güneş diğer yanda tüm egzotizmiyle çöl! Çılgınlar gibi alışveriş, dünyanın en büyük temalı kapalı parkı Ferrari World, Abu Dabi'nin simgesi haline gelen Sheikh Zayed Cami. 

Hepsi bir sonraki yazımda...      

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: GÜLDEN KAYA

16 Mart 2012 Cuma

TALAS- GESİ- KAYABAĞ VE AĞIRNAS


-Talas-
“Kayseri’ye gitmişken Talas’a uğramamak olmaz” deyip burayı da şöyle bir gezmeye çalıştık. Ama hemen belirtelim, Kayseri’ye sırf Talas’ı gezmek için gitmek gerekli, umarım ve dilerim yakın zamanda yolumuz düşer!

Talas, günümüzde 60 bini aşan nüfusa sahip, çok katlı binaların hakim olduğu bir yöre. Gezip-görülecek yerler Kiçiköy mahallesinde ve Ali Dağı'nın eteklerinde kalmış.

Kiçiköy Mahallesi: Aşağı Talas’ta bulunan mahalledeki en önemli yapılar hemen girişte yer alan çeşme ile biraz ileride bulunan Ali Saip Paşa camii. Her iki eser de 1887’de yaptırılmış. Caminin özellikle giriş kapısı ilginç. Talas belediyesi eserlerin yer aldığı yolun bir “Osmanlı Sokağı” niteliğine bürünerek turizme kazandırılması için çalışmalar başlatmış.


Yaman Dede Camii: 1886’da inşa edilen kilise 1925’te camiye çevrilmiş. Bugün kaybolmuş olan kitabesinin Karamanlıca (Grek harfleriyle Türkçe) olarak yazıldığı bilinmekte. Talas’ın en güzel yapılarından biri olan bu caminin adının ilginç bir hikayesi var. Kısaca anlatalım: 1877’de Talas’ta doğan Kayseri Rumlarından “Dyamandi”, çocuk yaşlarından itibaren İslamiyete ilgi duyar. Eğitim için gittiği İstanbul’da bu ilgisi artar, gönlünce Müslüman olur. Bunu uzun yıllar gizledikten sonra açıklar. Adını da “Yaman Dede” olarak değiştirir. 1962’de vefat eder. Kiliseden camiye çevrilen ibadethaneye de Talaslı olması nedeniyle onun adı verilir.
 

Atatürk Köşkü: Yukarı Talas’ta bulunan köşk 1927’de yapılmış. Atatürk, 1934’te Kayseri’yi ziyaret ettiğinde burada kalmış.

Şüphesiz ki Talas’ta görülmesi gereken başka yerler de bulunmakta. Amerikan Koleji ve hastanesi bunlar arasında yer almakta. Kolejin bir bölümü Erciyes Üniversitesi tarafından kullanılmakta. Gezmek için izin almak gerekiyor.


-Gesi-
Gesi, Kayseri’nin Melikgazi ilçesine bağlı, yaklaşık olarak dört bin nüfuslu bir yerleşim yeri. Beldenin neredeyse tümü her biri 100-150 yıllık konaklar ile dolu. Ev sahipleri son derece misafirperver; sizi büyük bir keyif içinde evlerine konuk etmekte, ikramda bulunmakta.


Gesi’ye doğru giderken göreceğiniz ilk “eserler” sanki bir kule gibi yükselen “güvercinlik”ler. Yöre halkı bu yapıları “burç” olarak adlandırmakta. Güvercin gübresinin özellikle asmaların verimini olumlu yönde etkilediği bilinmekte. Bu nedenle “Gesi bağları”nın ihtiyacını karşılamak üzere, belirli yerlere “güvercin konakları” yapılmış. Bu arada güvercin gübresinin vakt-i zamanında barut yapımında kullanıldığını da ekleyelim. Neyse, günümüze dönelim: Zemini genellikle 2x2 metre olan kulelerin yüksekliği 8-10 metreye kadar ulaşmakta; bu yuvalarda binlerce güvercin konaklamakta. Güvercinliğin sahibi olan kişi, yılın belli zamanlarında yuvanın altındaki bir tünelden içeri girerek biriken gübreyi dışarı çıkarmakta ve gereken yerlerde kullanmakta.


“Gesi Bağlarında Dolanıyorum”

Bir zamanlar Gesi’de bağlar varmış; şimdi birkaç asma kütüğü görmek için çevrede epeyi dolaşmak lazım. Ama, zamanında olan bağlar, muhtemelen hepimiz tarafından bilinen bir türkünün konusu olmuş.
Anlatıldığına göre; bir genç kız Gesi’ye gelin gelir. Ama, kısa bir süre sonra kocası çalışmak için gurbete gider. Gelin, köyde yalnız kalır, kocasından da bir haber gelmez, sıkıntılı günler geçirir. İçinde bulunduğu “ruh halini” anlatmak için bir türkü yakar:

Gesi Bağları’nda dolanıyorum/Yitirdim yarimi aranıyorum/Bir çift selamına güveniyorum.
Atma garip anam beni dağlar ardına/Kimseler yanmasın anam yansım derdime/Gesi bağlarında bir top gül idim/Yağmur yağdı güneş vurdu eridim/Evvel yarin sevdiceği ben idim/Gel otur yanıma hallerimi söyleyim/Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim.

İlk ve son “beşlik”ini aktardığımız bu türküyü ilk kez Ahmet Gazi Ayhan derlemiş. Zaman içinde yapılan eklemelerle türkü 500 dizelik bir “destan”a dönüşmüş. Bana kalırsa eşsiz bir “sosyolojik malzeme”.

-Kayabağ Köyü-
Gesi’nin hemen yanı başındaki Kayabağ köyünün eski adı Darsiyak. Bir zamanlar Rumların yaşadığı bir köymüş. 1837 tarihli “Yanartaş” kilisesi zamanın bütün tahribatına rağmen halâ ayakta. Bahçesinde ineklerin ve koyunların otladığı kilise, günümüzde özel mülkiyete ait. O nedenle, gezmek için ev sahibini bulmanız gerekli.


Anlatıldığına göre, bugün yıkılmış olan kubbenin altında bir zamanlar, Rusya’dan getirilen “yanar” bir taş varmış.


Yaklaşık iki insan boyundaki bu taş özellikle geceleri ay ışığının yansıması ile köy üzerine değişik ışıklar saçmaktaymış. Rivayete göre, Rumlar mübadelesi sırasında taşı söküp götürmüş.

Kilisenin yanındaki okul da tarihi değere sahip...


-Ve Ağırnas-
Mimar Sinan’ın doğum yeri olan Ağırnas, yaklaşık dört bin nüfuslu, Melikgazi ilçesine bağlı bir yerleşim yeri. Osmanlılar zamanında ağırlıklı olarak Rumlar yaşıyormuş; 1924 mübadelesi ile hepsi göç etmek zorunda kalmış. Gidenler Yunanistan’da “Arkides” köyünü kurmuş.


Yeraltı Şehri: Ağırnas’ta ilk gezilecek yer, Aşağı Pınarbaşı mevkiinde bulunan yeraltı şehri. Bu yapı, Ağırnas’ın geçmişinin en az iki bin yıl öncesine kadar uzandığını kanıtlamakta. Burasının aslında Kapadokya bölgesinde oldukça yaygın olarak görülen diğer yeraltı şehirlerinden pek farkı yok. Girişinde yer alan büyük değirmen taşı, gerektiğinde kapatılarak güvenlik sağlanıyor; içinde toplantı odaları, kilise, mutfak, yemek odaları gibi mekanlar bulunuyor. Bu yeraltı şehrinin 120 kilometre uzunluğunda olduğu, Kapadokya’ya kadar uzandığı yolunda söylenceler bulunmakta! Genellikle kapalı olan bu yapının gezilebilmesi için Belediye’ye haber verilmesi gerekmekte.

Burada bir parantez açarak küçük bir bilgi aktaralım: Yeraltı şehrinin çevresinde “gilaboru” olarak adlandırılan bir bitki yetişmekte. Anlatılanlara göre bu bitkinin küçük, kırmızı meyvelerinin suyu özellikle mide rahatsızlıklarına iyi gelirmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben tadına baktım, ama pek beğenmedim!  


Mimar Sinan Evi: Ağırnas’ta mutlaka gezilmesi gereken yapı Mimar Sinan’ın doğduğu ve 22 yaşına kadar kaldığı iddia edilen bina. Altında bir yeraltı şehrini andıran bölümlerin bulunduğu evin orta katı 1939’da, üst katı ise 1951’de inşa edilmiş. Söz konusu ev Ağırnas Belediyesi tarafından satın alınmış, Kayseri Valiliği, Erciyes  Üniversitesi ve ÇEKÜL’ün katkıları ile onarılarak ziyarete açılmış.


Çeşmeler: Anlatılanlara göre Mimar Sinan memleketine 3 çeşme yaptırmış, bugün bunların ikisinin bence yerini görmek mümkün. Çünkü mevcut çeşmeler pek öyle birkaç asırlık bir görünüm sergilemiyor!


Agias Prokopis Kilisesi: 1857 yılında yapılan kilise uzun yıllar depo olarak kullanılmış, daha sonra temizlenmiş ve çevresinin düzenlemesi yapılmış. Yunanistan’a göç eden Ağırnaslıların torunları “anayurt”larını ziyarete geldiğinde ibadete açılıyor!


Günümüzde Ağırnas evleri, sokakları, meydanları ile bir bütün olarak koruma altında. Beldede beton ve asfalta yer yok! Ama, en kısa zamanda bakıma ihtiyaç var!!!

Yöre ile ilgili son bir not; Ağırnas’a giderken tedbirli olmak lazım. Çünkü, burada karnınızı doyurabileceğiniz bir aşevi bile bulunmamakta; ancak çınarın altındaki kahvehanede çay-kahve içebilirsiniz!

Kayseri’den Ayrılırken

Kayseri, şüphesiz ki, sadece yazdıklarımızdan ibaret değil. Selçukluların merkezi olan bu kentte gezilecek, görülecek daha pek çok yer var. Tarihi kent merkezinde yer alan bölgelerde örneklerine rastlanılan taştan inşa edilmiş Kayseri evleri belki, başlı başına bir yazı konusu.


YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.BÜLENT VARLIK / mbvarlik@gmail.com