Kayseri çevresinde bilinen en eski yerleşim alanı, merkeze 20 kilometre kadar uzakta bulunan ve bir Hitit kenti olan olan "Kültepe" ya da eski adı ile "Kaniş."
Kaniş, biri yerli ahalinin oturduğu, diğeri Asurlu tüccarların yerleştiği “Karum” olmak üzere iki bölümden oluşmakta (hemen belirtelim, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi'nin sonunda yer alan alış-veriş merkezinin adı da buradan gelmekte). Bölge ile ilgili ilk araştırmalar 1881 yılında yapılmış ama fazla bilgi edinilememiş. Anlatıldığına göre; 1925’te yörede gezen B. Hrozny, tesadüfen bir köstebek yuvasının ağzında Hititçe tabletler bulmuş. Köylülere bu tip tabletleri “iyi fiyatla” satın alacağını bildirmiş. Ertesi yıl Kaniş’e tekrar geldiğinde kendisine yüzlerce tablet sunulmuş! Kayserililerin ticarete ne denli yatkın olduğu ta o yıllarda anlaşılmış! Bu arada, laf aramızda, Kaniş’te belki yüze yakın köstebek yuvasını gözden geçirdim ama, bir tek tablete bile rastlayamadım!
3000 yıl kadar önce Erciyes’in eteğinde bir kent kurulmuş. Kent, zaman içinde Friglerin, Kimmerlerin, Lidyalıların ve Medlerin egemenliğine girmiş. Ardından Pers yönetimi yaşanmış. Aradan yıllar yıllar geçmiş, sonunda yöreye dönemin Roma İmparatoru’nun adına izafeten “Ceasera” adı verilmiş. Ve kent, o gündür, bu gündür “Kayseri” olarak anılmış! Ardından Selçukluların başkentlerin biri olmuş, sonra Anadolu’yu istila eden Moğollardan nasibini almış. 500 yıl kadar önce de Osmanlı topraklarına katılmış.
-Günümüz Kayseri’si-
Su gibi akıp geçen geçen yılları bir kenara bırakıp, günümüz Kayseri’sine yönelirsek, görünen manzara, Kayseri’nin bir sanayi şehri olduğu. Bir zamanlar Asur ticaret kolonisinin egemenliğindeki Kayseri, artık dünyaya sanayii ile açılan bir kent. Kayserililer kendilerini “Türkiye'nin Üretim Üssü” olarak tanımlamakta.
Kayseri, bir sanayi kenti olduğu için, doğrusunu söylemek gerekirse yakın zamanlara kadar, kış mevsiminde Erciyes’e kayak için gidenlerin dışında turizme pek önem vermemiş. Ancak, son zamanlarda turizmin de kente katkıda bulunacağı gerçeği kavranmış ve Kayseri’de turizmin gelişmesi için bazı çabalara girişilmiş. Ama, her şey yolunda mı, işte o tartışmalı bir konu.
-Nasıl Gezilmeli?-
Binlerce yıllık bir geçmişi olduğu için Kayseri, gezmenin bir anlamda kolay olduğu “klasik” bir kent görünümünde. Tarihi ve “turistik” eserlerin nerede ise tamamı kentin merkezi çevresinde toplanmış durumda.
Kale
Kent merkezinde binlerce yıllık kale surlarının bir bölümü halâ ayakta. İç kalenin yaklaşık olarak 2300 yıl kadar önce inşa edildiği tahmin edilmekte. Antik kent merkezindeki surlar, Kayseri’de hayatın bir parçası olarak yer almakta. Antik kaleden kalan surlar ve burçlar kente başka bir “hava” katmakta.
Kent merkezinde binlerce yıllık kale surlarının bir bölümü halâ ayakta. İç kalenin yaklaşık olarak 2300 yıl kadar önce inşa edildiği tahmin edilmekte. Antik kent merkezindeki surlar, Kayseri’de hayatın bir parçası olarak yer almakta. Antik kaleden kalan surlar ve burçlar kente başka bir “hava” katmakta.
Saat Kulesi
Anadolu’nun pek çok kentinde olduğu gibi Kayseri’de de kent merkezinde bir saat kulesi bulunmakta. Yaklaşık olarak 10 metre yüksekliğinde son derece zarif olan bu eser, 1906’da mutasarrıf Haydar Bey tarafından yaptırılmış. Kulenin hemen yanı başında bir muvakkithane (A. Hamdi Tanpınar’ın deyişi ile “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”) yer almakta. Anlatıldığına göre, Milli Mücadele yıllarında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu küçük yapıda faaliyette bulunmuş. Bu iddiayı kuvvetlendiren bir husus ise, Mustafa Kemal Paşa’nın, 1924 yılında Kayseri’yi ziyaret ettiğinde burada oturarak halkın taleplerini dinlemiş olması!
Anadolu’nun pek çok kentinde olduğu gibi Kayseri’de de kent merkezinde bir saat kulesi bulunmakta. Yaklaşık olarak 10 metre yüksekliğinde son derece zarif olan bu eser, 1906’da mutasarrıf Haydar Bey tarafından yaptırılmış. Kulenin hemen yanı başında bir muvakkithane (A. Hamdi Tanpınar’ın deyişi ile “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”) yer almakta. Anlatıldığına göre, Milli Mücadele yıllarında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu küçük yapıda faaliyette bulunmuş. Bu iddiayı kuvvetlendiren bir husus ise, Mustafa Kemal Paşa’nın, 1924 yılında Kayseri’yi ziyaret ettiğinde burada oturarak halkın taleplerini dinlemiş olması!
Saat kulesinin hemen yanı başında nefis güzellikte bir Atatürk anıtı yer almakta. Eskiden meydanın ortasında olan heykel son yıllarda kent içi ulaşımın yeniden düzenlenmesi sırasında bir kenara itilmiş, o eski ihtişamını önemli ölçüde yitirmiş!
Şüphesiz ki ilk gezilmesi gereken yer arkeoloji müzesi. Kayseri’de ilk müze yıllar önce 1929’da Hunat Hatun Medresesi’nde oluşturulmuş. Müze yıllar sonra, 1969’da yeni binasına taşınmış. Müzenin sergi salonlarında ağırlıklı olarak Kültepe’den çıkarılan eserlere yer verilmekte. Bahçede de son derece önemli eserler sergilenmekte. Küçük ama, mutlaka gezilmesi/görülmesi gereken fakat biraz bakımsız olan bir müze.
Kayseri’de mutlaka ziyaret edilmesi/görülmesi gereken bir diğer mekan Etnografya Müzesi. İlk etnografya müzesi 1983’de Hunat Hatun Medresesi içinde açılmış, ama 1998’de Güpgüpoğlu Konağına taşınmış. Bir cephesi dış kale duvarlarına yaslanan Güpgüpoğlu Konağı, Anadolu’nun belki de en eski sivil mimari eserlerinden birisi. 1417-1419 yılları arasında inşa edilmiş. Neresinden bakarsanız bakın 500 yıllık bir yapı. Bu muhteşem eser Anadolu’da “soylular”ın gündelik hayatı nasıl yaşandığını herkese göstermekte. Bu müzede Beyşehir’de bulunan Kubadabad sarayında kullanılan çinilerin benzerlerini görmeniz mümkün! Bu kadar güzel çiniler Konya’daki Karatay Medresesi’nde bile bulunmamakta!!!
Binanın ihtişamı karşısında kişinin söyleyeceği bir söz kalmamakta! Gerçekten son derece güzel restore edilmiş müthiş güzellikte bir yapı. Konağın bahçesinde de olağanüstü güzel eserler sergilenmekte.
Hunat/Huant Hatun Külliyesi
Kent merkezinde yer alan en önemli eser hiç şüphesiz ki Hunat Hatun külliyesi. Bazı kaynaklarda “Huant Hatun” adıyla da anılan külliye, hamam, cami, türbe, imaret ve medreseden oluşmakta. Yapı, halen imaret dışında varlığını sürdüren bütünselliği ile Anadolu Selçuklu eserlerinin en güzellerinden birisi olma niteliğini taşımakta. İnşaında kesme köfeki taşı kullanılan külliye, 1237-1246 yılları arasında I. Alaaddin Keykubat'ın eşi ve II. Gıyasettin Keyhüsrev'in annesi Mahperi Hunat Hatun tarafından yaptırılmış.
Cami; dikdörtgen planlı olup 50 kadar paye/ayak arasında yer alan kemerler üzerine oturtulmuş bir yapı. İnşası, 1238 yılında tamamlanmış. Geometrik desenlerle bezeli görkemli bir taç kapısı bulunmakta. “Cümle kapısı” olarak da adlandırılan bu kapının üstünde, Kapadokya bölgesinin pek çok camiinde olduğu gibi bir “köşk minare” bulunmakta. Kapının hemen sağındaki büyük minare ise çok sonra yapılmış. Kalenin hemen dışında, Kayseri’nin merkezinde yer alan cami, pek çok caminin aksine neredeyse tüm gün açık. İsteyen istediği vakit gelip namazını eda ediyor.
Medrese; caminin hemen yanı başına inşa edilmiş. Bu yapı da dikdörtgen plana sahip. İki eyvanı, mescidi, büyükçe bir avlusu ve bu avlunun etrafına iki sıra halinde dizilmiş onaltı dersane/ hücre bulunmakta. Bu arada belirtelim; medresenin eyvanındaki aslan başı şeklindeki “çörtenler”/yağmur olukları dikkati çekmekte. Medrese, bugün çay bahçesi ve hediyelik eşya çarşısı olarak kullanılmakta. Kent merkezinde yapacağınız bir geziden sonra soluklanmak için gerçekten güzel bir yer.
Hunat Hatun Türbesi; cami ile medresenin arasında yer alan son derece gösterişli bir mekan. Mermer bir kaide üzerine oturmuş olan türbe, sekiz köşeli bir yapı. Türbenin dış cephesini yakından görmek için önce camiye girmek gerekli. Caminin girişinin hemen yanındaki avluda bulunan türbenin girişi demir bir kapı ile kapatılmış; anahtarı da caminin imamında. O nedenle, türbeyi görmek için namaz vakitlerini seçmek doğru olur! Türbenin içini görmek isterseniz, biraz önce sözünü ettiğimiz medreseye gitmeniz gerekmekte. Giriş kapısının tam karşısındaki eyvanın sağında bulunan hediyelik eşya mağazasını açık olarak bulunsanız, karanlık bir merdivenden çıkarak türbenin içini ziyaret edebilirsiniz! Aslında türbenin içinde en büyüğü Hunat Hatun’a ait olan yan yana üç sandukadan başka bir şey olmadığını da belirtmek gerekir.
Hamam ise iki kısımdan oluşmakta. Erkekler kısmı, kadınlar kısmına göre daha büyük. Günümüzde de kullanılan hamamın mimarisi zaman içinde bazı değişiklere uğramış. Son zamanlarda yapılan restorasyon sırasında Kubadabad üslubunda çiniler bulunmuş. Güpgüpoğlu Konağı’nda bulunan Etnografya Müzesi’ndeki çinilerin kaynağı da burası!
İki Cami
Kent merkezinde bulunan iki cami de görülmeye değer nitelikte. Bunlardan ilki 1134-1143 yılları arasında inşa edilen Ulu Cami ya da diğer adıyla Cami-i Kebir. İki kubbesi olan cami son halini 1722 depreminden sonra almış. Diğer cami ise planı Mimar Sinan tarafından çizilen Kurşunlu Cami.
Döner Kümbet
Talas yolu üzerinde bir parkın içinde bulunan Döner Kümbet, Kayseri'de görülmesi gereken önemli eserler arasında yer almakta. 1276-1279 yıllarında Şah Cihan Hatun adına yaptırılmış olan bu görkemli türbe, Selçuklu eserlerinin en seçkin örneklerinden birini oluşturmakta. Özellikle dış cephede yer alan “hayat ağacı” motifleri son derece dikkat çekici.
Arkeoloji Müzesi’nin yakınlarında bulunan Seyyid Burhaneddin Türbesi de bir diğer önemli yapı. Türbenin etrafı mezarlık. Ama Kayseri Belediyesi çok ilginç bir uygulama ile bu mezarlığı bir parka dönüştürmüş: Yemyeşil. Tarihi mezar taşlarının aralarına banklar konulmuş. Ölüm ve yaşam iç içe!!!
Anadolu’nun en büyük ikinci kapalı çarşısı Kayseri de bulunmakta. 1859’da halk tarafından yaptırılan çarşı, 100.000 m2 .lik bir alanda yayılmakta. Son derece renkli bir çarşı. Çarşının içinde bir de bedesten bulunmakta. Oldukça bakımsız olsa da hala kullanılmakta. Eğer Kayseri’den halı ve kilim almak isterseniz bu bedestene uğramanızda yarar var. Tabii, pazarlık etmeyi unutmamak kaydıyla!
Gezilemeyen Müzeler!
Görülmesi gereken ama görülemeyen önemli bir yer “Tıp Tarihi Müzesi”. Selçuklu sultanı II. Kılıçaslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan’ın vasiyeti üzerine kardeşi Gıyaseddin Keyhusrev tarafından 1205’te yaptırılan yapı, zamanında Anadolu’nun ve Avrupa’nın ilk tıp okulu ve hastanesi olarak kullanılmış. Bir-iki yıldır restorasyon çalışmaları yapıldığı için gezilemiyor; söylendiğine göre sadece tıp fakültesinin mezuniyet töreninin yapıldığı gün açılıyormuş!
Gevher Nesibe Sultan vakfiyesinin hemen yakınında bir başka medrese daha bulunmakta. O nedenle bu iki yapı “Çifte Medrese” olarak adlandırılmakta. İkinci medrese halen “kitapçı” olarak faaliyet göstermekte. Sanırım, Türkiye’de bu denli büyük ikinci bir kitapçı dükkanı daha bulmak mümkün değil. Ve işin iyi tarafı, deyim yerinde ise medrese/dükkan “ağzına kadar” dolu.
Kent merkezinde bulunan Atatürk Müzesi de gezilemeyen yerler arasında. Diğer günleri bilmem ama, en azından hafta sonu kapalı. Ama, yine de dıştan da olsa binayı görmek güzel. Yapı, XIX. yüzyıl sonunda Raşit Ağa tarafından yaptırılmış. Mustafa Kemal, 1919 sonunda Kayseri’ye geldiğinde bu evde kalmış.
“Gezilemeyen Müzeler”i anlatırken bir not düşelim, kent merkezinde bulunan turizm ofisi de hafta sonlarında çalışmıyor!
Ne yenir?
Doğrusunu söylemek gerekirse, Kayseri tam anlamı ile bir “gurme” merkezi; müthiş bir mutfak cenneti. Ne diyeyim, bütün bir yazıyı sadece Kayseri mutfağına ayırmak da mümkün! Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan bu mutfakta ilk akla gelenler ise pastırma ve sucuk.
Bu arada, kalem inceliğindeki yaprak sarmayı, kendine özgü yöntemlerle pişirilen ciğeri de unutmamak gerekir. Bir kaşığa kırk adedinin sığdığı mantının da neredeyse yine kırk kadar çeşidi bulunmakta. Kent merkezindeki pek çok lokantada başta mantı olmak üzere birçok mahalli yemeği tatmanız mümkün.
Bu noktada yemekler konusunda olumsuz gelişmeleri de not etmek gerekli: Bir; talep artınca mantı el yerine makinelerde üretilir olmuş, tabii tadı biraz kaçmış! İki, fiyatlar artınca pidenin içine konan pastırma miktarı düştükçe düşmüş!!!
Söz yemekten açılmışken bir de “kağıtta pastırma” tarifi verelim: Alüminyum folyonun içini tereyağı ile sıvayın. Sonra, folyonun üstüne pastırma dilimlerini yerleştirin. Ardından üstüne dilimlenmiş domatesleri, limonları, sivri biberleri ve maydanozu yerleştirin ve orta hararetli fırında 20-25 dakika pişirin. Afiyet olsun.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M. BÜLENT VARLIK
1953'de Ankara'da doğdu. Konya Erkek Lisesi'ni ve ODTÜ/İdari İlimler Fakültesi/Ekonomi-İstatistik Bölümü'nü bitirdi. Ankara Üniviversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi'nde yüksek lisansını tamamladı. Yıllardır sürdürdüğü "iktisat, emek ve basın tarihi" üzerine çalışmaları devam etmekte.
Yaklaşık 20 kadar kitaba imza attı. Halen "Kebikeç" dergisinin yayın kurulu ve "Mülkiye" dergisinin danışma kurulu üyesi olarak görev yapmakta. "Yemek ve Kültür" dergisinde yazıları yayınlanıyor. 40 yıldan bu yana geziyor. Gezi notları on yılı aşkın süredir "ODTÜ Mezunları Derneği Bülteni"nde yayınlanıyor. Gezi yazılarının bir bölümü "Hocam İnecek Var-1" (2005) ve "Hocam İnecek Var-2" (2007) başlıkları altında yayınlandı. Yaklaşık 20 yıllık bir Tempo Tur müdavimi olarak emekliliğinin tadını çıkarmaya çalışıyor.
Değerli site admini, bu güzel yorumlarınız ve makale için teşekkür ederiz. Lazer merkezleri olarak bloğunuzun takibinde olduğumuzu bildirmek isteriz.
YanıtlaSil