Mart 2020’de Tempo Tur ile Etiyopya’ya yaptığım son seyahatten dönüşümden birkaç gün sonra tüm dünyayı saran Corona salgını nedeni ile üç buçuk yıl yurtdışına hiç bir seyahat yapma imkanım olmadı. Ancak yurt içerisinde daha ziyade açık hava gezileri yaptım. Bu da benim gibi senede birkaç defa yurtdışı gezisi yapan birisi için çok sıkıcı ve iç karartıcı bir durumdu.
Neyse sonunda salgın bitti de yurt dışına gitme planımı gerçekleştirdim.
Eylül 2020’de Tempo Tur ile Ruanda ve Uganda gezisi yapmayı planlamış ve bunun için tüm hazırlıkları tamamlamıştık. Hemen hemen gitmeye hazır hale gelmiştik. Ama Corona herşeyi altüst etti ve sonunda bu geziyi gerçekleştiremedik.
Salgın bitince tüm planlamaları yapılmış elimizde hazır halde bekleyen Ruanda ve Uganda gezisi ile başlamaya karar verdik. Sonunda da bu geziyi Tempo Tur ile başarılı bir şekilde tamamladık.
Gezi sırasında gördüklerimi ve yaşadıklarımı size bu yazı dizimde aktarmaya çalışacağım.
Afrika benim için diğer bölgelere göre farklı bir yerdir. Bir çok defa Afrika ülkelerine seyahatler yaptım ve hepsinden de büyük keyif aldım.
Size ilk önce Ruanda (Rwanda)’dan söz edeceğim.
Ruanda, tamamen yağmur ormanları ile kaplı, yeşil bir ülke. Yeşilin her tonunu görmek mümkün. Bir ulusal parktan diğerine giderken gördüğüm yeşilliğe hayran kaldım. Yol boyu yeşillikler arasında yürüyen insanların renkli görüntüleri bu yeşillikle bütünleştiğinde ortaya çıkan resim, usta bir ressamın fırçalarından yaratılmış muhteşem bir tablo gibi.
İnsanlar devamlı yürüyorlar nedeni de bisiklet ve motosikletten başka pek ulaşım aracı olmaması olsa gerek.
Emin olun aracın penceresinden dışarı baktığımdaki görüntü, çerçevelenmiş bir yağlı boya tablosu. Özellikle kadınlar rengarenk kıyafetleri içerisinde görülmeye değer. Giysileri ve bu giysiler üzerindeki renkli desenler hemen göze çarpıyor. Sanki Afrika’ya hatta Ruanda’ ya özel bir moda. Bu renklilik ve şıklık içersindeki kadınların görüntüleri, etrafa bir olumluluk ve pozitif enerji veriyor.
Başlarında taşıdıkları testi gibi kapaklı kap ile görüntüleri çok değişik. Bu kabı ilk defa yanlızca Ruanda da gördüm. Sanki Ruanda’nın sembolü gibi. Kadınlar bu kapları bazen renkli bezlere sarmış bir şekilde de taşıyorlar. Birkaç tanesinin çeşitli renklerle bir aradaki görüntüsü görülmeye değer bir manzara. Bunları misafirliğe, düğüne ya da ölü evine giderken içlerine yiyeyecek birşeyler koymak için kullanıyorlarmış.
Yolda durarak selamladığımız bir çok yerde kadınlar, bu şık kıyafetlerine bir de dansı kattılar, Hem söyleyip hem de danslarını karşılıksız icra ettiler. Gayet samimi bir hava içerisinde. Biz sanki onların kırk yıllık dostları gibiydik. Afrika’nın dışında bu görüntüleri görmek mümkün değil. İşte Afrika bu. Renkli, neşeli, yeşil. Evet zengin değil ama hayat dolu, enerjik. Kara Afrika diyenler yanılıyorlar. Afrika, dünyadaki birçok yerden daha renkli.
Yol üzerindeki yerleşim yerlerinde açık pazarlar gördük. Kalabalık ve çok hareketli olan bu pazarlarda sergilenen ve satılan malların çeşitliliği ve çokluğu şaşırtıcı.
Bisiklet ve motosiklet, popüler binek araçları. Ancak herkes, satın alamıyor. İnsanlar pazardan aldıklarını bu araçlarda naklediyorlar. Hatta bu araçlar, insanları da bir yerden diğerine ücreti karşılığı taşıyorlar. Yani bizdeki taksilerin görevlerini yerine getiriyorlar. Bisiklet ve motosiklet durakları var. Birisi ile anlaşıp aracın arkasına bin, adresi ver yeter. Seni istediğin yere götürsün. Bazı motorsikletlerin arkasına aynı zamanda üç kişinin bindiğini gördüm. Yani dolmuş yapıyorlar.
Afrika’da ziyaret ettiğim ülkerin tamamı, turizm açısından gelişmiş ve iyi organize olmuşlar. Dağ başında, orman içinde ya da çölün ortasında olun güvenli ve rahat bir oda, lezzetli bir yemek ile sıcak suyu size sunabilecek bir otel bulursunuz. Güzel, rahat bir gecenin arkasından sabah yapacağınız güçlü bir kahvaltının size verdiği güç ve moralle zorlu da olsa yeni bir güne ve maceraya hazırsınız.
Yolculuk yapacağınız araçlar, dört çeker ve altı kişilik araçlar olacaktır. Sürücüleri ise, gezilecek yerler hakkında sizlere bilgi sunabilecek yeterliliğe sahip kişilerdir. Bir arazi aracı oldukları göz önüne alındığında oldukça konforlular.
Türkiye’den Ruanda’ya THY’nın direkt uçuşu ile çok rahat bir yolculuk yaptık. Kigali şehrine ulaştıktan sonra yere ayak basar basmaz, Afrika’nın sıcak ama kuru havasını da yüzümüzde hissettik.
Kigali, Ruanda’nın başkenti. 1,5 milyon nüfusu ile pek büyük sayılmaz. Sürekli yapılan düzenlemeler ile yeni ve modern bir çehreye kavuşma çabasında. Bu şehirde hemen göze batan, şehrin temizliği. Şehrin sokakları o kadar temiz ki bal dök yala tanımı buna uyuyor. Temizlik konusunda o kadar ileri gitmişler ki naylon poşeti yasaklamışlar. Hava alanında poşetle geçemiyorsunuz. Elinizdeki, hatta valizinizin içerisindeki poşetleri alıyorlar.
Biz Ruanda’ya şehir görmeye gelmedik. Biz bir an evvel şehirden ayrılıp kırsal alana çıkmanın heyecanı içerisindeyiz. Ancak buraya kadar gelmişken 1994 yılında yapılan katliamın anısına inşa edilen Kigali Katliam Müzesi’ni ziyaret etmeden olmaz.
Katliam, yakın tarihlerde yani 1994 yılında yapıldı. Tüm yayın organları tarafından takip edilen bu katliam uzun süre manşetlerden düşmedi. Bu nedenle de bu yazıyı okuyan birçok kimse o günleri hatırlayacaktır. Ben, burada sadece hatırlatmak için insanoğlunun kendi hemcinsine yaptığı bu vahşeti kısaca anlatacağım.
Bu katliamın arkasında Avrupa’nın her zamanki klasik oyunu var. Halkları ilk önce parçala ve birbirine düşman et, sonra her iki tarafa da silah ver, yüzbinlerce kişinin dökülen kanlarını keyifle seyret. Bu katliamın arkasında Belçika ve Fransa’nın olduğu kabul edilmektedir. Tüm insanlık önünde bu katliamların yapılmasına rağmen Birleşmiş Milletler’in sessiz kalması düşündürücü bir insanlık dramıdır.
Bu katliam birden bire olmamış; Belçika ve Fransa’nın yıllar öncesinde yaptıkları sinsi ve acımasız planlaması neticesinde meydana gelmiştir. Belçika yönetimi ülkedeki etnik gruplardan Hutular’a ikinci sınıf insan muamelesi yapmış. Hayvancılıkla uğraşanları Tutsi, tarımla uğraşanları Hutu kabul ederek ikiye bölmüş ve bir kaos ortamını bilerek yaratmıştır. Kimlik kartlarına da Tutsi ve Hutu diye belirgin ifade koymuştur. Bu belirlemelere dayanarak önemli kademelerdeki görevlerin kimlere verileceğine karar vermiş ve daha da ileri giderek Tutsileri entellektüel bir sınıf olarak lanse etmiştir.
1959 yılında Tutsi Kralı’nın tahttan indirilmesi ve 1 Temmuz 1962 tarihinde Ruanda’nın bağımsızlığını ilan ederek Belçika sömürge yönetimine son vermesi üzerine Belçika bu kez de Hutular’ı desteklemeye başlamıştır.
Ruanda’nın seçilmiş ilk devlet başkanı Grégoire Kayibanda, Hutu milliyetçiliğine dayalı katı uygulamalarla Tutsileri kamu hizmetlerinin dışında tutmuş, eğitim imkânlarından yararlanmalarını sınırlamıştır. Tüm yapılan bu uygulamalar, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek olan soykırımın zeminini hazırlamıştır.
6 Nisan 1994’te devlet başkanının uçağının düşürülmesi katliamın ilk kıvılcımı olmuştur. Görevi devir alan yeni başkan Tutsiler’i uçağın düşümesinden sorumlu tutarak katledilmeleri emrini vermiştir.
Aşırı uç Hutular, 7 Nisan günü Tutsiler’e karşı soykırım başlatmış ve yaklaşık 100 gün içinde 1.000.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’yu öldürmüş ve 130.000 kişi de komşu ülkelere göç etmek zorunda bırakılmıştır. Bu katliam, Tutsi destekli isyancı Ruanda Vatansever Cephesi lideri Paul Kagame’ye bağlı güçlerce, Hutu ağırlıklı hükûmetin düşürülmesiyle son bulmuştur. Çatışmaların başlangıç günü olan 7 Nisan, her yıl soykırım günü olarak anılmaktadır.
Bu katliamı aynı milletin ikiye bölünmüş halklarından birisi yapmış görünüyorsa da bunun arkasında suçlu olarak Belçika ve Fransa’nın olduğu bir gerçek. O tarihlerde büyük bir insanlık suçu işleyen bu devletlerin bu gün insanlık dersi vermeleri komik olsa gerek.
Şimdi bu katliamlarda ölenlerin toplu mezarı üzerine inşa edilmiş Kigali Soykırım Müzesi’ndeyiz. Müzeye giriş, serbest. Oldukça küçük, iki katlı bir bina. İç parçalayıcı ve üzüntü verici bir müze. Çünkü olayları video ve fotoğraflarla tüm çıplaklığı ile anlatmışlar.
Bugün katliamın acı anılarını silmiş ve hiç arkaya bakmadan yeni kurdukları cumhuriyeti huzur içersinde geliştirme heyecanı ve çabası içerisindeler.
Kigali Soykırım Müzesi’ndeki gezimizden sonra Kigali’deki turumuzunda sonuna geldik. Bundan sonra tamamen kırsal alanda ya da yağmur ormaları içerisindeki serüvenimiz başlıyor. Bu nedenle de Kigali’den ayrılıyor, Volkanlar Ulusal Parkı’na doğru yola çıkıyoruz.
Sonunda Volkanlar Ulusal Parkı’na ulaştık ve Mount Gorilla View Lodge adlı otelimize yerleştik. Adından da anlaşılacağı üzere gorillerin bölgesindeyiz. Ruanda’da goril trekking yapmak isteyenler bu otelde kalıyorlar. Nitekim bu gruplardan birkaçına burada rastladık. Biz burada goril trekking yapmayacağız. Çünkü 1.500 USD. Biz 700 USD olan Uganda’da bunu gerçekleştireceğiz.
Volkanlar Ulusal Parkı, adını bu parkta bulunan 7 adet volkandan alıyor. Muhteşem görüntüleri ile insanı büyülüyorlar.
Bu volkanlardan birisinin eteklerinde bulunan bir köy var ki bu köyden birkaç satırda sizlere söz etmek istiyorum. Köyün adı, Kinigi köyü. Bildiğimiz sıradan bir köy izlenimi verdi ilk önce. Araçtan inip taş duvarla sınırlandırılmış bir yoldan ilerleyip bir kapının önüne geldiğimizde bizi buranın yöneticisi ve rehberi olan bir bayan ile yerel kıyafetleri ve ellerindeki mızraklarıyla iki kişi samimi bir şekilde karşılıyor. Onların bu güzel görüntüsü ve samimi havası, bize bundan sonra olacakların güzel bir habercisi. Sonradan gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla yanılmadığımızı anlıyoruz.
Burası, bir Ruanda köyündeki günlük yaşamı ve geleneksel dansları turistlere göstermek için hazırlanmış özel bir mekan. Tam manası ile dünyada da örneklerini gördüğümüz yaşayan köy. Burada yerel kiyafetleri içerisinde geleneksel danslarından çeşitli örnekler sundular. Kadınlar ayrı erkek ayrı olarak. Zaman zaman da beraber sunulan bu danslı gösterilerde davulların vuran tokmalarının ritmine uymamak mümkün değil. Davullar çalmaya, kızlar ve erkekler dans etmeye başlayınca kendisini bu çoşkulu havaya kaptırmayan ve yerinde dans etmeyen kimseyi görmedim. Çok eğlenceli ve coşku dolu, hareketli olan bu dansları seyrederken çok eğlendik.
Buradaki gösteriler bununla da bitmedi. Bizleri de başrole dahil ederek gelinin evinden alınıp damadın evine götürülmesindeki gelin alayı, eğlencenin zirvesi oldu.
İçimizden birisini seçip kabilenin kralı yaptılar ve kral giysilerini giydirdiler. Başına tacını takıp eline de mızrağını verdiler. Bir bayanı da kraliçe gibi giydirip kralın yanına koydular. Diğerleri bu kral ve kraliçenin tebası oldular. Çok güldük.
Otele döndüğümüzde yemek vaktine kadar başka bir yerel dans grubunun gösterilerini keyifle izledik. Güzel bir akşam yemeğinden sonra herkes, yarının hayalini kurarak mutlu bir tebessümle odalarına çekildi.
Ruanda’da yemek konusunda hiç sıkıntı çekmezsiniz. Keçi ve dana etinden yapılmış kebaplar ile keçi kavurması çok lezzetli; ben tavuk eti yemeklerini özellikle tercih ettim. Bizim çiftlik tavuğu gibi değil. Köyde yakalanıp getirilmişler. Gerek dana, gerekse tavuk ve keçi doğal ortamda beslendiğinden çok lezzetliler. Çorbalar da içilir. Tropikal meyveler için söylenecek bir şey yok, burası da diğer Afrika ülkeleri gibi bir cennet. Ruanda birasını tadın derim. Hiç de fena değil. Yemekten sonra ve kahvaltıda Ruanda kahvesi de iyi gidiyor. Afiyet olsun.
Ruanda seyahatimiz bitti. Yarın sınırı geçip Uganda’ya geçecek ve seyahatimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Uganda’da buluşmak üzere hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/
Fotoğraf Galerisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder