Herkesin kendine göre hayalleri vardır. Ancak bir gezginin hayalleri farklıdır. Çünkü onun hayallerinin nedeni, ona bulaşarak gezi bağımlılığı yapan bir gezi virüsüdür.
İlk başlarda, yani virüsün kuluçka döneminde bunu pek anlayamaz, bir iki defa daha geziye gidersem bunu sonlandırırım diye düşünür; ancak bu bir yanılgıdır ve virüsü hafife almaktır. Gerçekte bu bir iki defa daha düşüncesi virüsün aktif ve güçlü hale geldiğinin kanıtıdır.
Virüsün gelişme dönemlerinde de artık evde oturamaz; bir gezi biterken aklında gideceği en az birkaç yer daha vardır. Artık bağımlı olmuştur. Bunun tedavisi yoktur. Çünkü bağımlısının dünya, insanlar, doğa ve kültürleri tanımanın ötesinde dünya ve insanlara bakış açısını olumlu yönde geliştirir. Öngörürüz ve tarafsız olmayı sağlar. Dünyadaki gerçekleri objektif olarak görür ve analiz eder.
O, artık dünyanın ne kadar büyük, insanların ne kadar iyi ve kötü olduğunu değerlendirebilir.
Tüm dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin insandan kaynaklandığını anlar.
Tüm güzel ve muhteşem eserleri yaratanın aynı zamanda da yok edenin insan olduğunu keşfeder.
Okullarda öğretilenlerin çoğunun çarpıtılarak okutulduğunu; gerçeklerin ise nasıl saklandığını ya da çarpıtıldığını, tarihin isteğe göre yazıldığını keşfeder.
O artık yalnızca evinde, mahallesinde, şehrinde ve ülkesinde değil, dünyanın tamamında yaşamaktadır. Bu nedenle de gördüğü ülkelerin keyfini yaşarken, görmediklerinin hasreti ve merakı içerisindedir.
Tamamen virüsün etkisi altına girmiştir. Virüsten kurtulmak yerine bu virüse hayatı boyunca dört elle sarılır.
Virüs, artık onun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Yalnızca beynini değil, tüm vücudunu sarmıştır.
Ben de bu virüsle beraberliğimizin en son evresini yaşayan birisi olarak dünyayı daha çok gezmek ve daha çok tanımak hayalleri içerisinde bu seferki rotamı Etiyopya çevirdim.
Etiyopya’ya gidene kadar gezilerimdeki tek hayalim, dünyada daha fazla ülke gezmek ve görmekti. Ancak Etiyopya’yı özellikle de Omo Vadisini gezerken burada yaşayan birbirinden ilginç kabileleri görmek hayalimin ötesinde de başka bir hayalim olabileceğini anladım.
Bu ise, bu güne kadarki durumdan farklıydı ve bu durumla hiç karşılaşmamıştım. Bununla ne demek istediğimi yazımın OMO vadisi bölümünde aktarmaya çalışacağım. Belki o bölümü okuduktan sonra ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız ümidindeyim.
Başlangıcı M.Ö. 1200 yıllarına kadar geriye giden ve eski adı Habeşistan olan Etiyopya, dünyanın en eski bağımsız uluslarındandır.
Afrika üzerinde sömürgeleştirilemeyen tek ülke, Etiyopya’dır.
1936-1941 yılları arasında İtalyanlar tarafından işgal edilmiş olmalarına rağmen sömürgeleşmemişlerdir. Bu da, Etiyopya’yı Afrika’da özel yapmaktadır.
Bazı kaynaklarda Etiyopya’nın tesadüfen sömürge olmadığı belirtilmektedir. Bir Avrupa yakıştırması daha. Tamamen Afrika’yı, burada yaşayan insanları ve devletleri küçümseyen ve aşağılayan bir ifade. Bu yazıyı okuduktan sonra umarım siz de bana hak vereceksinizdir.
İlk durağımız, 2335 metrelik yüksekliği ile dünyanın en yüksek rakımlı beşinci başkenti olan AdisAbaba.
Etiyopya’nın resmi dili Amharca. Amharca dilinde AddisAbaba, “Yeni Çiçek” anlamına geliyor. Ne kadar da güzel.
Bu güne kadar elde edilen bilgilere göre, Homo Sapiens’in yani atalarımızın, 90 bin yıl önce Etiyopya’da ortaya çıktıkları ve buradan dünyaya yayıldıkları bilinmektedir.
Bu durumda insanoğlunun vatanı Etiyopya, tüm dünyada yaşayan insanlar Etiyopyalı ve dünyanın merkezi de Etiyopya oluyor. Yürütülen çalışmalar sonucunda elde edilen yeni bilgiler olmadıkça, ben bu yazıyı yazarken durum bu idi.
1974 yılında Etiyopya Afar bölgesinde bulunan, öldüğünde 18-25 yaş aralığında olduğu belirlenen ve 3,2 milyon yaşındaki ünlü insanımsı (hominid) fosili Lucy'nin iskeleti, Etiyopya Ulusal Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ayrıca Awash Nehri civarında 1994 yılında bulunan Ardi iskeleti, 4,4 milyon yıl ve 2000 yılında keşfedilen ve 3 yaşındaki Selam adı verilen kalıntı 3,3 milyon yıl öncesine aittirler. Bütün bu bulgularla Etiyopya, insanlık tarihinde önemli bir yerde olmayı hak ediyor.
Dilbilimcilere göre, Etiyopya, Sapiens yani bu günkü modern diye sınıflandırılan insanın doğduğu yer olduğuna göre, modern dilin de doğum yeridir. Yine bunlara göre dil, MÖ. 250.000-100.000 yıllarını kapsayan dönem içerisinde oluşmuş ve gelişmeye başlamıştır. Bu dönem de, insanların Afrika dışındaki diğer bölgelere doğru genişlemeye başlamasından önceye denk gelmektedir.
Yapılan çalışmalar sonucunda Etiyopya tarihi ile ilgili olarak bulunan, kayıtlar 5.000 yıl öncesine kadar gitmektedir. Ülkenin Eski Ahit'teki Kral Süleyman ve Saba Kraliçesi hikayesinde geçmesi, Hristiyanlığı ilk kabul edenler arasında bu topraklardaki Aksum Krallığı'nın olması, İslamiyet'in doğuşunda Bilal-ı Habeş (Habeşistanlı Bilal)'in ilk inananlardan biri olması, ilk Müslümanlar'dan bazılarının Habeşistan'a göç etmesi Etiyopya'nın üç büyük dinin tarihinde de önemli bir yer kapladığını göstermektedir.
Etiyopya, Afrika’da en çok UNESCO Dünya Mirası Listesinde yere sahip ülke. Bunların içerisinde Omo Vadisi ve Lalibella Kaya Oyma Kiliseleri, dikkati çeken yerlerdir. Lalibella’da yapılan Timkat Dini Festivali dünyaca ün kazanmıştır.
Kahve seven birisi olarak Etiyopya’nın bende özel bir yeri vardır. Çünkü kahvenin ana vatanı Etiyopya’dır. Etiyopya kahvesi de, aromasından dolayı tercih ettiklerimdendir. Kahve içiyorsanız Etiyopya kahvesini de denemenizi öneririm. Kahve, Etiyopyalıların günlük yaşamlarında da önemli bir yer işgal etmektedir.
İlk defa Kafa bölgesinde bulunan kahveyi, Jebena adı verilen cezvelerle közde pişiriyorlar ve özel fincanlarla servis ediyorlar.
Etiyopya’da günlük yaşamın önemli bir ritüeli haline gelen kahve içme alışkanlığı, gün içinde en az üç kere yapılıyor.
Etiyopya’nın Ge’ez diye adlandırılan bir alfabesi var. Günümüzde de kullanılan ve en eski alfabe olarak bilinen bu alfabede 300 harf bulunmaktadır.
Bu farklılık yalnızca alfabe ile kalmıyor. Ayrıca dünyanın kullandığından farklı bir takvim ve saat dilimi kullanıyorlar. Habeş Takvimi olarak adlandırdıkları bu takvimi, ülkedeki Hrıstiyanlar da dini takvim olarak kabul etmişler. Etiyopya takvimi, miladi takvimi yaklaşık olarak 7 yedi yıl 8 ay geriden takip eden, güneş esaslı bir takvim. Takvimde 30 günden oluşan 12 ay ile 5 ya da 6 artık günü içeren 13’üncü ay bulunuyor. Bu takvime göre yeni yıla, her yıl 11 ya da 12 Eylül’de giriliyor. Kendine özgü takvimin yanı sıra farklı saat sistemi de kulllanan Etiyopya’da gün, 12 saatlik iki farklı bölümden oluşuyor. 12 saatlik ilk saat dilimi 06.00’da, ikincisi ise 18.00’de başlıyor.
Etiyopya, 110 milyon nüfusu ve 1.130.000 km2 yüzölçümü ile Afrika’nın en büyük ülkelerinden birisi olmasına rağmen dünyanın fakir ülkelerinden birisidir. Ancak bu kadim ülke, 80’in üzerinde farklı dili 200’den fazla lehçe ile konuşan, çeşitli etnik kökenlerden oluşan canlı bir müzedir.
Etiyopya’nın geleneksel olarak öne çıkan yiyeceği hiç şüphesiz İnjera’dır. Son derece ünlü olan bu yiyecek, gerçekte bir çeşit ekmektir. Eğer araştırırsanız dünyada en ünlü 10 ekmek arasındadır. Sizin bu ekmek hakkında daha önceden bilginiz yoksai ekmek gözünüzün önünde olsa bile hala onu ararsınız. Çünkü bu ekmek, ekmek görünümünde değildir. Böyle olacağını nereden mi biliyorum? Ben dahil birçok kişinin yaşadığı bir olay bu.
Daha ziyade bizdeki krep görünümünde ve yemeğine göre çeşitli boylarda yapılıyor. Dediğim gibi krep inceliğinde ve üzeri sünger gibi delikli olan bu ekmek, sofraların olmaz ise olmazı. Etiyopya’ya özgü “teff” unundan üretilmiş lavaş benzeri, ekşi, fermente bir ekmek olan injera, koparılarak yeniyor.
İnjeradan bir parça koparıyorsunuz ve yiyeceğinize daldırıp ellerinizle yiyorsunuz. Çatal ve kaşık kullanılmıyor.
Ben ilk başta bilmediğimden injeradan bir parça kopardım ve sade olarak ağzıma attım. Tadı ekşi geldi ve bu ekşilik damak tadıma uymadığından hoşuma gitmedi. Ta ki Etiyopyalıların yemeği ekmeğin arasına alıp yemelerini görünceye kadar.
Ben de önüme gelen sulu bir et yemeğinin suyuna banıp etleri injera ile yemeğe başladığımda ağzımın içinde oluşan lezzet patlamasından sonra tüm yemeklerimi hep injeralı yedim.
Emin olun injeranın ekşiliğinin yemeklerin lezzetine katkısı olağanüstü.
İnjera, Kuzey Etiyopya'nın dağlık kesimlerinde yılda bir kez ekilen, çok ufak taneli, yumuşak ve tatlı bir bitki olan “teff”den yapılıyor. Beyaz, kırmızı ve kahverengi olarak üç çeşidi bulunuyor. Bu nedenle injera hangi renk teffden üretilmiş ise o renkte oluyor.Önemli ölçüde protein, magnezyum, kalsiyum, fosfor, demir, C vitamini içeren bu bitki aynı zamanda gultensizdir.
Etiyopya’da yiyecek sıkıntısı çekilmiyor. Çorbaları, çok lezzetli. Genel de et, tavuk ve göl balıkları yemekleri lezzetli. Benim tavukla pek aram yoktur, ama burada tavuğu tattıktan sonra gezi süresince tercihim oldu. Çünkü dana ve tavuklar tamamen doğal ortamda yetişiyorlar. Bizim bildiğimiz çiftlikler yok. Doğal ortamda da beslendiklerinden lezzetlier.
Kırmızı et ve sebzelerle birlikte yapılan ve “watt” adı verilen güveç ile etin üzerine dökülen sıcak sosla servis edilen hafif ve az baharatlı “kitfo”, Etiyopya’nın en sevilen yemeklerinden. Körili mercimek olan “messer” tercih edilebilecek yemeklerden. Kahvaltılarda injera üzerinde alınan “Azira” adlı salata sağlıklı beslenmeyi tercih edenler için ideal. Ayrıca kahvaltıların vazgeçilmezi olan baharatlı kırmızı sosla karıştırılmış injeradan yapılmış “firfir” ayrı bir lezzet.
Çeşitli isimlerde yerel olarak imal edilen biralarından “Habesha”, diğerlerine göre daha çok tercih ettiğim oldu.
Sevseniz de sevmeseniz de Etiyopya kahvesinin özellikle de Jebena diye adlandırılan ve közde pişen kahvesinin lezzetini tatmadan Etiyopya’ya gitmiş sayılmazsınız herhalde.
Etiyopya’nın başkenti olan Adisababa, ülkenin kalan diğer bölgelerine kıyasla daha gelişmiş bir yerleşim yeri görünümünde. Bunu başkentten ayrılıp kırsal kesimin derinliklerine doğru ilerledikçe çok net bir şekilde görebiliyoruz. Kent, başkent olmasının yanı sıra ülkenin politik, ekonomik ve siyasi merkezi konumunda.
Kentte görülecek yerlerin başında gelen Ulusal Müze’nin bodrum katında, yukarıda sözünü ettiğim Lucy’nin yanı sıra, Ardive Selam adlı fosiller ve birçok hayvan fosili sergileniyor.
Müzenin zeminkatında ise 1930-1974 tarihleri arasında ülkeye hükmetmiş İmparator Haile Selassie'ye ait oyma ahşap taht, taçlar ve kraliyet eşyaları koleksiyonu ile Aksumite, Solomonik, Gonder dönemlerine ait eşyalar sergileniyor. İbexes ve Sebe yazıtları da dikkat çekenlerden.
İkinci katta, tuval yağlı boya eserler, üçüncü katda ise geleneksel silahlar, takılar, mutfak eşyaları, giyim ve müzik aletleri yer alıyor.
Bir zamanlar İmparator Haile Selassie’nin sarayı olan Etnografya müzesini gezdim. Etiyopya’daki kırsal hayatı ve kabile yaşantılarından örnekler görmek, Omo vadisine yapacağımız gezi öncesi oldukça bilgilendirici oldu.
Tedavi özelliğine sahip olduğuna inanılan kutsal ayazması ile ünlü, şehre hakim bir tepeden bakan St. Mary Kilisesi’ni gezdim. Kilise, ülke birliğini simgelemek maksadıyla daire şeklinde inşa edilmiş ve Etiyopya bayrağında bulunan yeşil, sarı ve kırmızı renklerle boyanmış. Bu nedenle de alışılmış kiliselerden farklı ve renkli.
Kilisenin arkasında İmparator II. Menelik’in eski sarayı bulunuyor. Saray kerpiçten yapılmış oldukça mütevazi bir saray. Saray demeseler kimse saray olduğunu anlamaz. Böylesini de ilk defa görüyorum. İçi boş olduğu için kullanıldığı zamanlarda nasıl donatıldığı konusunda fikir sahibi olamadım. Belki de duvarlarının kerpiçliği kadar mütevazi idi.
Son imparator Haile Selassie ve eşinin mezarları bulunan St.Trinity Katedrali, Aksum’daki Efendimiz Meryem Kilisesi’nden sonra Ortodokslar için en önemli ikinci ibadet yeridir.
Gezimin birinci bölümünü tamamlamış oldum. Yarın erken saatlerden itibaren uzun bir zamanımızı alacak ikinci ve gezinin esas bölümü olan Omo Vadisi gezime başlayacağım. Bu gezimle ilgili gördüklerimi bundan sonraki yazılarımda anlatmaya çalışacağım. Ancak Omo Vadisi’ne giderken yolumun üzerinde olan Adadi Meryem Kilisesi’ni de anlatmadan diğer yazıya geçmek istemedim.
Kayalara oyulmuş kiliseleri ile ünlü Etiyopya’da Lalibela bölgesinde bu kiliselerden çok miktarda olduğunu biliyorum, ama bu kiliseleri görmek, benim gezimin programında yok. Benim gezimin maksadı, Omo Vadisi’ndeki kabileleri gezmek. O nedenle bu kiliseleri görmeye gitmiyorum. Tam tersi bir yönde seyahatime devam edeceğim. Belki başka bir zamanda.
Buraya kadar gelmişken en azından bir kayaya oyulmuş kilise görmek, hiç de fena olmaz. Bunu yerel rehbere söylediğimde aracın yönünü, kiliseye doğru çevirdik.
Adadi Meryem adındaki bu kilise, Hristiyanlığın Etiyopya’nın güneyine gelişinin sembolü olarak zemin seviyesinin altındaki kaya bloğuna oyularak 1106 yılında Kral Lalibela tarafından inşa ettirilmiş. İnsanoğlunun sabır ve gayreti ile neler yapabileceğine güzel bir örnek.
Alışılmışın dışında son derece sade olan bu kiliseye 20 basamaklı bir merdivenle iniliyor. Çok büyük olmayan bu kilisenin etrafında bir koridor var. Beyaz baş örtülü ve beyaz entari giymiş kadınların kilisenin dışında diz çökerek dua etmeleri Etiyopya’ya özgü görüntü yaratıyor.
Hoşça kalın.
olay.salcan@gmail.com
Fotoğraf Galerisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder