Bu gezimizde Türkiye sınırları dahilinde “güneşin en son
battığı” yer olan Gökçeada’dayız.
Çanakkale’ye bağlı bir ilçe olan Gökçeada, Türkiye’nin en
büyük adası. Eski kaynaklarda ve halk arasında İmroz olarak biliniyor. Ancak,
29 Temmuz 1979’da çıkarılan bir kararname ile adı Gökçeada olarak
değiştirilmiş.
Kısa Tarih
Gökçeada tarih boyunca, Avrupa-Asya arasında bir köprü niteliğinde
olduğu için sürekli olarak el değiştirmiş. Bir ara Perslerin yönetimine girmiş,
sonra Atinalılara bağlanmış. Ardından Roma ve Bizans’ın egemenlik alanında
kalmış. Ada’ya bir dönem Venedikliler ile Cenevizliler hakim olmuş. İmroz,
1455’te Osmanlı yönetimi altına girmiş. Zaman zaman el değiştirse de en sonunda
Lozan Barış Antlaşması ile 22 Eylül 1923’te Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına katılmış. Anlaşma ile adada
yaşayan Rumların “mübadele”ye tabi tutulmaması kabul edilmiş. 1960 nüfus
sayımına göre adada 5.487 Rum, 289 Türk yaşıyormuş. Bu yıldan itibaren çeşitli
“nedenlerden” dolayı başlayan göçlerle Rum nüfusu azalarak çoğu yaşlı
olan 300 kişiye kadar düşmüş. Ama, ekleyelim, dünyanın dört bir yanından
“vatan hasreti” çekenlerin gelmesi ile yaz aylarında Rum nüfusu iki bin kişiye
kadar çıkıyormuş. Bu noktada küçük bir not: Ada’da sadece 4 öğrencisi bulunan
özel bir Rum okulu da bulunmakta.
Nereleri Gezmeli?
Eski adı Panayia olan merkezde az da olsa yerel mimari
örneklerine rastlamak mümkün. Merkezde bulunan lokantalarda son derece hesaplı
fiyatlarla yemek yiyebilirsiniz. Bu arada belirtelim, ilçe turizm ofisi sürekli
olarak açık; buradan Gökçeada ile ilgili broşürler temin edebilirsiniz. Birkaç dükkân’dan
hediyelik eşya da alabilirsiniz.
Gökçeada’da 10 köy bulunmakta. Eğer Ada’da birkaç gün
kalırsanız bu köylerin tamamını gezmeniz mümkün. Köylerin ortak özelliği büyük
kısmının bir zamanlar Rum yerleşim yeri olmaları ve güvenlik nedeniyle denizden
uzakta bulunmaları.
Ancak Gökçeada’yı gezmek için sınırlı vaktiniz varsa ilk
gitmeniz gereken yer Kaleköy. Adını
köyün tepelerinde bulunan bir kaleden alan antik bir yerleşim yeri. Gerçi
günümüzde bu kaleden birkaç duvarın dışında birşey kalmamışsa da yine de
görmeğe değer bir mekan. Köyün eski adı Kastro. Gökçeada'nın Metropolitan
Kilisesi olan Aya Marina Kilisesi bu köyde bulunmakta. Doğrusunu söylemek
gerekirse, köyde “tarihi” anlamda pek fazla birşey bulunmamakta. Ama, kilisenin
hemen önündeki “cafe”de sabahleyin, eğer “arı”lardan fırsat bulursanız son
derece güzel bir kahvaltı yapabilirsiniz. Ada’daki tek sabun atölyesi de bu
köyde bulunmakta. Buradan binbir çeşit kokuda sabun almanız mümkün. Küçük bir
not: Artık, bu köyde yaşayan Rum kalmamış!
Gezilecek bir diğer yer Zeytinliköy. Adından da anlaşılacağı gibi etrafı zeytinliklerle çevrili. Yaz-kış yaşanan bir köy. Köy meydanında sakızlı muhallebi, kahve ve dondurma satılan birkaç dükkan bulunmakta. Bu dükkanlardan en çok tanınanı “Madamın Yeri”. Gerçi madam çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş ama ünü yine de devam ediyor! Bir küçük bir not daha: Pek çok kaynak burada “dibek” kahvesi yapıldığını söylüyorsa da pek inanmayın, kahve artık dibekte dövülmüyor, makinada çekiliyor! Hayallerinizi yıkmak istemezdim ama, ne yapayım, gerçek bu!
Bu köyde, küçük bir dükkanın önündeki masada sakızı
dışarıdan gelse de hoş bir tadı olan muhallebiyi tatmanızı öneririm.
Uğrayacağımız son mekan Tepeköy.
Adı üstünde Gökçeada’nın en yüksek yerinde bulunan bir köy. Eski adı “küçük
tarlalar” anlamına gelen Agridia. Vaktiyle “terkedilen” köy, kısa bir süre önce
memleketine dönen Barba Yorgo’nun girişimleri ile canlanmaya başlamış. Barba,
yörenin tek tavernasının sahibi. Şarap üretiyor. Tavernasının bahçesine
Baküs’ün bir heykelini dikmiş. Son çıkan yasalar gereği eskisi gibi şarap
tadımı yapılması mümkün değil! Durumu kendince “protesto” etmiş. Tavernasının
bahçesine iki fıçı koymuş; birinin üzerinde “milli içki”, diğerinin üzerinde
“gayrı milli içki” yazmakta.
Bu köyde 1832’de inşa edilmiş güzel bir kilise de
bulunmakta. Kilisenin yakın çevresinde artık harabe haline gelmiş Rum binaları
yer almakta. Bunların bir an önce tadil edilmesi sanırım “milli” bir görev
olarak gerekli!
Son Bir Kaç Not
* Türkiye’nin ilk sualtı parkı Gökçeada’da bulunmakta. Yapılan araştırmalara göre yörede 180 çeşit deniz canlısı yaşıyormuş.
* Ada’da zeytincilik oldukça önemli. Zeytin, her yönüyle
değerlendiriliyor. Zeytin reçeli bile yapılıyor!
* Gökçeada’da bir de tuz gölü bulunmakta. Vaktiye Ada halkı tuz ihtiyacını buradan karşılıyormuş. Günümüzde ise burada bulunan çamur “sağlık turizmi” için kullanılıyor! Tuzla, belirli mevsimlerde flamingolara da ev sahipliği yapmakta.
* Yaklaşık 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmasına rağmen,
Ada’da bu döneme ilişkin önemli bir tarihi eser bulunmamakta!
* Gökçeada’nın büyük bölümü sit alanı. Bu nedenle
yapılaşmaya dikkat ediliyor. Ancak, bütün Ada’da öyle göze çarpar bir mimari
eser bulunmadığını da kaydetmek gerekli. Rumlardan kalan yapıların çoğu yok
olmuş; kalanlar da bakımsız. Bir diğer ifade ile öyle dikkate değer bir mimari
“incelik” yok!
* Ada’dan dönerken merkezdeki pastanelerden badem kurabiyesi
almayı unutmamanızı öneririm.
* Son bir not Gökçeada, dünyanın ilk CittaSlow [Sakin Şehir]
adası!
Bir başka rotada birlikte
olma dileğiyle...
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.Bülent VARLIK
Rehber arkadaşım Kansan Arslan sayesinde yazınızdan haberim oldu Bülent Ağabey. Yazı için ellerinize sağlık. Fotoğraflar da tamamlayıcı olmuş. Sözkonusu bölgeye, ben de bir kaç zaman önce ailemle gitmiştim ...
YanıtlaSil