2 Nisan 2014 Çarşamba

Güneşin En Son Battığı Yer Gökçeada

Bu gezimizde Türkiye sınırları dahilinde “güneşin en son battığı” yer olan Gökçeada’dayız.
Çanakkale’ye bağlı bir ilçe olan Gökçeada, Türkiye’nin en büyük adası. Eski kaynaklarda ve halk arasında İmroz olarak biliniyor. Ancak, 29 Temmuz 1979’da çıkarılan bir kararname ile adı Gökçeada olarak değiştirilmiş.

Kısa Tarih
Gök­çea­da ta­rih bo­yun­ca, Avrupa-Asya arasında bir köprü niteliğinde olduğu için sürekli olarak el değiştirmiş. Bir ara Perslerin yönetimine girmiş, sonra Atinalılara bağlanmış. Ardından Roma ve Bizans’ın egemenlik alanında kalmış. Ada’ya bir dönem Venedikliler ile Cenevizliler hakim olmuş. İmroz, 1455’te Osmanlı yönetimi altına girmiş. Zaman zaman el değiştirse de en sonunda Lozan Barış Antlaşması ile 22 Eylül 1923’te Türkiye Cumhuriyeti  sınırlarına katılmış. Anlaşma ile adada yaşayan Rumların “mübadele”ye tabi tutulmaması kabul edilmiş. 1960 nüfus sayımına göre adada 5.487 Rum, 289 Türk ya­şıyormuş. Bu yıl­dan iti­ba­ren çe­şit­li “ne­den­ler­den” do­la­yı baş­la­yan göç­ler­le Rum nüfusu azal­arak çoğu yaşlı olan 300 ki­şi­ye ka­dar düş­müş. Ama, ekleyelim, dünyanın dört bir yanından “vatan hasreti” çekenlerin gelmesi ile yaz aylarında Rum nüfusu iki bin kişiye kadar çıkıyormuş. Bu noktada küçük bir not: Ada’da sadece 4 öğrencisi bulunan özel bir Rum okulu da bulunmakta.
Nereleri Gezmeli? 

Eski adı Panayia olan merkezde az da olsa yerel mimari örneklerine rastlamak mümkün. Merkezde bulunan lokantalarda son derece hesaplı fiyatlarla yemek yiyebilirsiniz. Bu arada belirtelim, ilçe turizm ofisi sürekli olarak açık; buradan Gökçeada ile ilgili broşürler temin edebilirsiniz. Birkaç dükkân’dan hediyelik eşya da alabilirsiniz. 
Gökçeada’da 10 köy bulunmakta. Eğer Ada’da birkaç gün kalırsanız bu köylerin tamamını gezmeniz mümkün. Köylerin ortak özelliği büyük kısmının bir zamanlar Rum yerleşim yeri olmaları ve güvenlik nedeniyle denizden uzakta bulunmaları. 
Ancak Gökçeada’yı gezmek için sınırlı vaktiniz varsa ilk gitmeniz gereken yer Kaleköy. Adını köyün tepelerinde bulunan bir kaleden alan antik bir yerleşim yeri. Gerçi günümüzde bu kaleden birkaç duvarın dışında birşey kalmamışsa da yine de görmeğe değer bir mekan. Köyün eski adı Kastro. Gökçeada'nın Metropolitan Kilisesi olan Aya Marina Kilisesi bu köyde bulunmakta. Doğrusunu söylemek gerekirse, köyde “tarihi” anlamda pek fazla birşey bulunmamakta. Ama, kilisenin hemen önündeki “cafe”de sabahleyin, eğer “arı”lardan fırsat bulursanız son derece güzel bir kahvaltı yapabilirsiniz. Ada’daki tek sabun atölyesi de bu köyde bulunmakta. Buradan binbir çeşit kokuda sabun almanız mümkün. Küçük bir not: Artık, bu köyde yaşayan Rum kalmamış!


Gezilecek bir diğer yer Zeytinliköy. Adından da anlaşılacağı gibi etrafı zeytinliklerle çevrili. Yaz-kış yaşanan bir köy. Köy meydanında sakızlı muhallebi, kahve ve dondurma satılan birkaç dükkan bulunmakta. Bu dükkanlardan en çok tanınanı “Madamın Yeri”. Gerçi madam çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş ama ünü yine de devam ediyor! Bir küçük bir not daha: Pek çok kaynak burada “dibek” kahvesi yapıldığını söylüyorsa da pek inanmayın, kahve artık dibekte dövülmüyor, makinada çekiliyor! Hayallerinizi yıkmak istemezdim ama, ne yapayım, gerçek bu!

Bu köyde, küçük bir dükkanın önündeki masada sakızı dışarıdan gelse de hoş bir tadı olan muhallebiyi tatmanızı öneririm.

Uğrayacağımız son mekan Tepeköy. Adı üstünde Gökçeada’nın en yüksek yerinde bulunan bir köy. Eski adı “küçük tarlalar” anlamına gelen Agridia. Vaktiyle “terkedilen” köy, kısa bir süre önce memleketine dönen Barba Yorgo’nun girişimleri ile canlanmaya başlamış. Barba, yörenin tek tavernasının sahibi. Şarap üretiyor. Tavernasının bahçesine Baküs’ün bir heykelini dikmiş. Son çıkan yasalar gereği eskisi gibi şarap tadımı yapılması mümkün değil! Durumu kendince “protesto” etmiş. Tavernasının bahçesine iki fıçı koymuş; birinin üzerinde “milli içki”, diğerinin üzerinde “gayrı milli içki” yazmakta.

Bu köyde 1832’de inşa edilmiş güzel bir kilise de bulunmakta. Kilisenin yakın çevresinde artık harabe haline gelmiş Rum binaları yer almakta. Bunların bir an önce tadil edilmesi sanırım “milli” bir görev olarak gerekli! 


 Son Bir Kaç Not
* Türkiye’nin ilk sualtı parkı Gökçeada’da bulunmakta. Yapılan araştırmalara göre yörede 180 çeşit deniz canlısı yaşıyormuş.

* Ada’da zeytincilik oldukça önemli. Zeytin, her yönüyle değerlendiriliyor. Zeytin reçeli bile yapılıyor!
 * Ada’ya gittiğinizde sağda-solda, başlarında çoban olmaksızın “özgürce” dolaşan koyun ve keçilerle karşılaşıyorsunuz. Bu Gökçeada’nın bir özelliği. Hayvanlar hiç bir sınırlamaya tabi olmaksızın otluyor. Adalılar “onların çobanı Allah” diyormuş! Tabii etlerinin ve sütlerinin tadı da bir başka oluyormuş.
* Gökçeada’da bir de tuz gölü bulunmakta. Vaktiye Ada halkı tuz ihtiyacını buradan karşılıyormuş. Günümüzde ise burada bulunan çamur “sağlık turizmi” için kullanılıyor! Tuzla, belirli mevsimlerde flamingolara da ev sahipliği yapmakta.
* Yaklaşık 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmasına rağmen, Ada’da bu döneme ilişkin önemli bir tarihi eser bulunmamakta!
* Gök­çea­da’nın büyük bölümü sit alanı. Bu nedenle yapılaşmaya dikkat ediliyor. Ancak, bütün Ada’da öyle göze çarpar bir mimari eser bulunmadığını da kaydetmek gerekli. Rumlardan kalan yapıların çoğu yok olmuş; kalanlar da bakımsız. Bir diğer ifade ile öyle dikkate değer bir mimari “incelik” yok!
* Ada’dan dönerken merkezdeki pastanelerden badem kurabiyesi almayı unutmamanızı öneririm.
* Son bir not Gökçeada, dünyanın ilk CittaSlow [Sakin Şehir] adası!
Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...

 



YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M.Bülent VARLIK

1 yorum:

  1. Rehber arkadaşım Kansan Arslan sayesinde yazınızdan haberim oldu Bülent Ağabey. Yazı için ellerinize sağlık. Fotoğraflar da tamamlayıcı olmuş. Sözkonusu bölgeye, ben de bir kaç zaman önce ailemle gitmiştim ...

    YanıtlaSil