14 Ağustos 2014 Perşembe

YANIK ÜLKE-KULA

 Kula, Manisa’ya bağlı, yaklaşık 25.000 nüfuslu, tarihi oldukça gerilere uzanan bir ilçe. İlçenin adının “kule” sözcüğünden kaynaklandığı ile sürülmekte. Hikaye bu ya, yörenin havası ve suyu iyi olduğu için, zengin bir kişi hasta olan kızının iyileşmesi için buraya bir kule yaptırmış ve bu kule de bulunduğu yere adını vermiş.

Neden “Yanık Ülke”?
 Amasyalı hemşehrimiz, antik çağın büyük coğrafyacısı Strabon, Geographika adlı eserinde Kula’nın bulunduğu coğrafyayı “Katakekaumene” yani “yanıp bitmiş, kül olmuş” olarak tanımlar. Strabon’a göre “burada hiç ağaç yoktur; sadece kalite olarak ünlü şarapların hiçbirisinden aşağı olmayan şarabın elde edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları bunun yıldırımlardan ve ateşli yeraltı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir”. Gerçekten de yaklaşık olarak oniki bin yıl önce patlayan bir yanardağ oldukça geniş bir bölgeyi etkilemiştir. Dikkate değer jeolojik oluşumların bulunması nedeniyle bölge dünyanın 99. jeopark alanı olarak ilan edilmiş. Günümüzde volkan konisini, peri bacalarını, karstik mağaraları barındıran jeopark alanının çok küçük bir bölümü gezilebilmekte


Belediyenin girişinde jeoparkı anlatan güzel bir salon hazırlanmış. Kanımca buradaki en güzel malzeme, yanardağın patlaması sırasında kaçışan insanların küller üzerinde bıraktığı ayak izleri. Bu ayak izlerinin bir bölümü de Ankara’da MTA Tabiat Tarihi Müzesi’nde bulunmakta. Tempo Tur’un kış aylarında düzenlediği ücretsiz müze gezilerine katıldığınız takdirde, bu ayak izlerini görmeniz mümkün.
Gezginlerin Kaleminden Kula

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Kula’nın küçük bir kasaba olduğunu belirtir.

1830’larda bölgeyi gezen Hamilton, Researchers in Asia Minor, Pontus and Armenia’da, Kula’yı “yanık ülke” haline getiren Kara Devlit yanardağından söz eder ve “üzerinde şehrin durduğu siyah lavdan yapılmış evler, temiz ve iyi döşeli bir avluyla genelde yoldan ayrılıyor ve loş görüntüsüne katkıda bulunan yüksek bir duvarla çevriliyor” diye yazar. Şehrin nüfusunun üçte birini Rumların oluşturduğunu belirtir. 

Hamilton’dan kısa bir süre sonra Kula’yı ziyaret eden Charles Texier de Küçük Asya adlı eserinde yanardağ hakkında bilgi verdikten sonra şehirden; “ağaçlıkların arasında, beyaz duvarlarıyla gözükerek şehrin siyah volkanik taşlardan yapılmış evlerinin hüzünlü görüntüsünden sıyrılan camilerin çok sayıdaki minareleri, ağaçların üzerinden görünür. Hemen hemen bütün evler, birkaç ağaçla gölgelenmiştir. Sokaklar temizdir. Çalışkan ve sanat sahibi olan halkının, rahat içinde olduğu görülür. Yün, pamuk, afyon ve tahıllardan oluşan yerel ticareti, hemen hemen tamamen Rumların elindedir. Türkler kervan ticaretinden başka Rumlarla bir sanatı paylaşırlar ki o da iyi bir geleceği olan halı üretimidir. Bu halılar Amerika’ya kadar ihraç edilir” satırlarıyla söz eder.

Şehrin 1890’lardaki hali hakkında bilgi veren Vital Cuinet de La Turquie d’Asie’de Rum nüfusunun azalmış olduğunu, şehirde 30 cami, 2 ortodoks kilisesi, 3 hamam, 2 han, 1 çarşı, 35 dükkan, 10 kahvehane, 12 depo, 2 fırın ve 15 çeşme bulunduğunu yazar. 
Kula Evleri

Şüphesiz ki, bir kenti gezmenin en iyi yolu sokakları arşınlamaktır. Biz de öyle yapıyoruz. Kula sokaklarının dikkati çeken noktası çok sayıda tarihi eve sahip olması. Bu evleri ahşap ve taş yapılar olarak iki ana gruba ayırmak mümkün. Ahşap konaklar Müslümanlara, taş yapılar ise Gayrımüslimlere ait.
Müslümanlara ait Kula evleri genellikle bahçe içinde, iki katlı olup üst katlar sokağa doğru çıkıntılı. Çatılar çoğunlukla kiremitle örtülü. Sokaklar dar olduğu için bazı sokaklarda evler birbirinin içine girmiş durumda. Karşılıklı iki evin çatısı sokağın üstünü kapatmakta! 
Rum evleri ise taştan yapılmış ve görkemli bir dış görünüşe sahip. Kapılar oldukça yüksek.
Kula’da Türk mimarisini yansıtan konaklardan biri belediye tarafından satın alınarak daha çok etnografik eserlerin sergilendiği bir müze haline getirilmiş. 
Ahşap konaklardan biri kısa bir süre önce butik otele dönüştürülmüş. Burada bir gece konaklamak her halde ilginç olur.



Bazı ahşap konakların kapısında 1924 yılında kurulan “İtimad-ı Milli” sigorta şirketinin levhaları halâ durmakta.
Kula çarşısı hala geleneksel sanatların icre edildiği bir yer. Çarşıya yakın konumdaki Kurşunlu camii ve yakınlarındaki Roma dönemine ait çeşme görülmesi gereken yerler arasında. 
Geçmişten kalan iki kilisenin biri onarılmış ve kültür merkezine dönüştürülmüş. Bahçesinde bir kısmı Karamanlıca olan mezar taşları bulunmakta. Diğeri ise kurtarılacağı günü bekliyor. 

Bu arada belirtelim; başta Salihli olmak üzere Ege’de pek çok yerde tadabileceğiniz “odun köftesi” Kula’da da yapılmakta. Bir kilo kuzu kıymasının içine sadece yirmişer gram tuz ve un konularak yapılan köftenin özelliği meşe kömüründe pişirilmesi. Bu güzel köfteyi Kula’ya özgü ekşi maya ile yapılmış ekmekle birlikte yemek gerçekten büyük keyif!
Emre Köyü

Kula’ya kadar gitmişken Emre köyünü ziyaret etmemek olmaz. Bu küçük köyde iki önemli yapı bulunmakta. 
Bunlardan ilki Taptuk Emre Türbesi. Yunus Emre’nin Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılmış mekanlarından birisi de türbenin hemen önünde, tabir-i caizse “ayak ucu”nda. Yunus Emre, kırk yıl boyunca dergaha hepsi düzgün olan odunları taşımış. Bu nedenle olsa gerek Yunus Emre’nin mezarının başucuna üzerinde balta rölyefi olan bir Roma mezar taşı konulmuş!
Köydeki ikinci yapı ise 1547 yılında yapılmış olan Carullah Bin Süleyman Cami. Cami'nin son cemaat yeri ve içi tamamıyla kalem işi süslemelerle dolu. Neler resmedilmemiş ki bu süslemelerde. Çiçekler, meyveler, ağaçlar, üzüm salkımları... İnanılması güç ama bir panoda “ananas” bile var! Bir duvara yeldeğirmeni çizilmiş, karşısındaki duvarda da yelkenliler, hurma ağaçları ve “apartmanlar” resmedilmiş.



Ressam, büyük bir olasılıkla, Kuzey Afrika limanları ile bazı Avrupa kentlerini görmüş. Araştırmacılar, resimlerin bir yabancı tarafından yapılmış olması ihtimali üzerinde de durmakta. Ayrıca, bazı resimlerdeki üslup farklılıkları, çizimlerin birkaç sanatçı tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığını da akla getiriyor.


Cami'nin arkasında bir şadırvan ile harap vaziyette bir hamam bulunmakta.


Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...


M. Bülent Varlık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder