Neden “Yanık Ülke”?
Belediyenin
girişinde jeoparkı anlatan güzel bir salon hazırlanmış. Kanımca buradaki en
güzel malzeme, yanardağın patlaması sırasında kaçışan insanların küller
üzerinde bıraktığı ayak izleri. Bu ayak izlerinin bir bölümü de Ankara’da MTA
Tabiat Tarihi Müzesi’nde bulunmakta. Tempo Tur’un kış aylarında düzenlediği
ücretsiz müze gezilerine katıldığınız takdirde, bu ayak izlerini görmeniz
mümkün.
Gezginlerin Kaleminden Kula
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Kula’nın küçük bir
kasaba olduğunu belirtir.
1830’larda
bölgeyi gezen Hamilton, Researchers in
Asia Minor, Pontus and Armenia’da, Kula’yı “yanık ülke” haline getiren Kara
Devlit yanardağından söz eder ve “üzerinde şehrin durduğu siyah lavdan yapılmış
evler, temiz ve iyi döşeli bir avluyla genelde yoldan ayrılıyor ve loş
görüntüsüne katkıda bulunan yüksek bir duvarla çevriliyor” diye yazar. Şehrin
nüfusunun üçte birini Rumların oluşturduğunu belirtir.
Hamilton’dan
kısa bir süre sonra Kula’yı ziyaret eden Charles Texier de Küçük Asya adlı eserinde yanardağ hakkında bilgi verdikten sonra
şehirden; “ağaçlıkların arasında, beyaz duvarlarıyla gözükerek şehrin siyah
volkanik taşlardan yapılmış evlerinin hüzünlü görüntüsünden sıyrılan camilerin
çok sayıdaki minareleri, ağaçların üzerinden görünür. Hemen hemen bütün evler,
birkaç ağaçla gölgelenmiştir. Sokaklar temizdir. Çalışkan ve sanat sahibi olan
halkının, rahat içinde olduğu görülür. Yün, pamuk, afyon ve tahıllardan oluşan
yerel ticareti, hemen hemen tamamen Rumların elindedir. Türkler kervan
ticaretinden başka Rumlarla bir sanatı paylaşırlar ki o da iyi bir geleceği
olan halı üretimidir. Bu halılar Amerika’ya kadar ihraç edilir” satırlarıyla
söz eder.
Şehrin
1890’lardaki hali hakkında bilgi veren Vital Cuinet de La Turquie d’Asie’de Rum nüfusunun azalmış olduğunu, şehirde 30
cami, 2 ortodoks kilisesi, 3 hamam, 2 han, 1 çarşı, 35 dükkan, 10 kahvehane, 12
depo, 2 fırın ve 15 çeşme bulunduğunu yazar.
Kula Evleri
Şüphesiz ki, bir
kenti gezmenin en iyi yolu sokakları arşınlamaktır. Biz de öyle yapıyoruz. Kula
sokaklarının dikkati çeken noktası çok sayıda tarihi eve sahip olması. Bu
evleri ahşap ve taş yapılar olarak iki ana gruba ayırmak mümkün. Ahşap konaklar Müslümanlara, taş yapılar ise Gayrımüslimlere ait.
Müslümanlara ait Kula evleri genellikle
bahçe içinde, iki katlı olup üst katlar sokağa doğru çıkıntılı. Çatılar
çoğunlukla kiremitle örtülü. Sokaklar dar olduğu için bazı sokaklarda evler
birbirinin içine girmiş durumda. Karşılıklı iki evin çatısı sokağın üstünü
kapatmakta!
Rum evleri ise taştan yapılmış ve
görkemli bir dış görünüşe sahip. Kapılar oldukça yüksek.
Kula’da Türk
mimarisini yansıtan konaklardan biri belediye tarafından satın alınarak daha
çok etnografik eserlerin sergilendiği bir müze haline getirilmiş.
Ahşap
konaklardan biri kısa bir süre önce butik otele dönüştürülmüş. Burada bir gece
konaklamak her halde ilginç olur.
Bazı ahşap
konakların kapısında 1924 yılında kurulan “İtimad-ı Milli” sigorta şirketinin
levhaları halâ durmakta.
Kula çarşısı
hala geleneksel sanatların icre edildiği bir yer. Çarşıya yakın konumdaki
Kurşunlu camii ve yakınlarındaki Roma dönemine ait çeşme görülmesi gereken
yerler arasında.
Geçmişten kalan
iki kilisenin biri onarılmış ve kültür merkezine dönüştürülmüş. Bahçesinde bir
kısmı Karamanlıca olan mezar taşları bulunmakta. Diğeri ise kurtarılacağı günü
bekliyor.
Bu arada
belirtelim; başta Salihli olmak üzere Ege’de pek çok yerde tadabileceğiniz
“odun köftesi” Kula’da da yapılmakta. Bir kilo kuzu kıymasının içine sadece
yirmişer gram tuz ve un konularak yapılan köftenin özelliği meşe kömüründe
pişirilmesi. Bu güzel köfteyi Kula’ya özgü ekşi maya ile yapılmış ekmekle
birlikte yemek gerçekten büyük keyif!
Emre Köyü
Kula’ya kadar gitmişken Emre
köyünü ziyaret etmemek olmaz. Bu küçük köyde iki önemli yapı bulunmakta.
Bunlardan ilki Taptuk Emre Türbesi.
Yunus Emre’nin Türkiye’nin çeşitli yerlerine yayılmış mekanlarından birisi de
türbenin hemen önünde, tabir-i caizse “ayak ucu”nda. Yunus Emre, kırk yıl
boyunca dergaha hepsi düzgün olan odunları taşımış. Bu nedenle olsa gerek Yunus
Emre’nin mezarının başucuna üzerinde balta rölyefi olan bir Roma mezar taşı
konulmuş!
Köydeki ikinci yapı ise 1547 yılında yapılmış olan Carullah Bin Süleyman Cami. Cami'nin son cemaat yeri ve içi tamamıyla kalem işi süslemelerle dolu. Neler resmedilmemiş ki bu süslemelerde. Çiçekler, meyveler, ağaçlar, üzüm salkımları... İnanılması güç ama bir panoda “ananas” bile var! Bir duvara yeldeğirmeni çizilmiş, karşısındaki duvarda da yelkenliler, hurma ağaçları ve “apartmanlar” resmedilmiş.
Ressam, büyük bir olasılıkla, Kuzey Afrika limanları ile bazı Avrupa kentlerini görmüş. Araştırmacılar, resimlerin bir yabancı tarafından yapılmış olması ihtimali üzerinde de durmakta. Ayrıca, bazı resimlerdeki üslup farklılıkları, çizimlerin birkaç sanatçı tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığını da akla getiriyor.
Cami'nin arkasında bir şadırvan
ile harap vaziyette bir hamam bulunmakta.
Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...
M. Bülent Varlık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder