#pakistanturu#kültürturu #tempoturpakistanturu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#pakistanturu#kültürturu #tempoturpakistanturu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2025 Çarşamba

Pakistan Karaçi

PAKİSTAN-Karaçi

Bu yazım, Pakistan ile ilgili olarak hazırladığım yazı serisinin sonuncusu olacaktır. Zaten gezimin de sonuna gelmiş durumdayım. Aşağıda anlatacağım konular da gezim sırasında gördüğüm son yerledir.
Ranikot Kalesi, Sindh eyaletinin Jamshoro bölgesindeki Sann’a 30 kilometre mesafede konuşlandırılmıştır. Diğer bir adı Sindh Seddi olan ve ilk bakışta Çin Seddi’ni andıran yapısı ile Ranikot Kalesi, tepeleri birbirine bağlayarak başlangıcı ve sonu görünmeyen yerlere kadar uzanan bir kale. Yaklaşık 27 kilometre uzunluğu ile dünyanın en büyük kalelerinden birisi olduğunu sanıyorum.
Bu kalenin ne maksatla inşa edildiği ve neyi koruduğu bilinmiyor. Bazı tarihçiler, inşasının başlangıç tarihini M.S. 8. yüzyıl olarak ileri sürerken, bazıları da 17. yüzyıl olarak belirtmektedirler. Yani kale bu güne kadar gizemini korumuştur. Öylesine bozkırın ortasında duruyor ve kaleye ulaşmak için doğru dürüst bir yol dahi yapmamışlar. Bizde bir tanım vardır; kervan geçmez, kuş uçmaz. Kalenin konumu, tamda bu tanıma uyuyor. Kale, 1993’ten beri UNESCO Dünya Mirasını Koruma Programı’na alınacaklar listesinde bulunmaktadır. Babür Sultanı Şah Cihan döneminde 17. yüzyılda Thatta şehrinde inşa edilen Şah Cihan camisi, kobalt mavisi, turkuaz, manganez menekşesi ve beyaz çinilerin bir biri ile uyumlu bir şekilde kullanıldığı görsel şölen. Tüm bu güzelliklere Babür dönemi camileri için alışılmadık bir dekoratif unsur olan geometrik tuğla işçiliğiyle de ilave edildiğinde görülmeye ve gezilmeye doyulamayan gerçek bir eser ortaya çıkmış.
Bu camide 93 kubbe ve 33 kemer bulunmaktadır. Diğer camilerin aksine camide minare yapılmamıştır. Fakat diğer camilerde olduğu gibi geniş bir avlu ve dar bir iç mekan düşünülmüştür. 1993'de geçici UNESCO Dünya Mirası listesine eklenmiştir. Makli Necropolis (Makli Mezarları), Pakistan’nın Sindh eyaletinin Thatta şehrine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bir yerde bulunuyor. 10 kilometrekare genişliğinde bir alanı kapsayan mezarlıkta yaklaşık 500.000 mezar bulunduğu belirtiliyor. 400 yıllık bir geçmişe sahip bu mezarlık, bu hali ile dünyanın en büyük mezarlıklarından birisi, ancak bana kalırsa mezarlarının yapılış tarzı ve uygulanan sanat açısından dünyada açık ara önde gelir. 1981 yılında da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Mezarlığa Hindu, Pers ve Müslümanlar gömülmüşlerdir. Gömülenler, genellikle idareciler, hanedan mensupları, sufi azizleri ve bilim adamlarıdır.
Mezarlar, bizim bildiğimiz mezarlara hiç benzemiyorlar. Bir kısmı, saray büyüklüğünde geniş bir alan kaplayacak şeklinde, bir kısmı büyük ve küçük köşkler gibi, gördüklerimden diğerleri de, gösterişli türbeler şeklinde farklı mimari tarzlarda inşa edilmişler. Burada bulunan anıt mezarlar ve anıtlar, yüksek kaliteli mermer, taş ve tuğladan inşa edilmiş olup üzerlerinde bulunan seramikler dönemin Sindh Uygarlığını temsil etmektedir.
Alan çok geniş, görülecek mezar çok fazla, bu nedenle de hepsini görmek imkansız. Mezarlığın bir kısmını araçla bir kısmını da yürüyerek geziyoruz. Kırmızı tuğladan yapılan ve bazılarında çini kullanılan mezarlardaki işçilik görülmeye değer. Bu kadar büyük mezarlarda aile fertleri yatıyor. Kişilerin parası ve toplumdaki sosyal yerine göre mezarların boyutları da değişiyor.
Burayı görmeden burası hakkında tam bir fikir sahibi olmak mümkün değil, ancak gezilip görüldükten sonra tatmin edici bir bilgiye sahip olabilirsiniz. Hem dünyada ve hem de memleketimizde az bilinen bir mezarlık. Mezarlık deyip geçmemek lazım. Pakistan’da gördüğüm en enteresan ve şaşırtıcı yerlerden birisi idi. Dünyada böyle yerde mi varmış dedirttiren bir mekan.
Sultan İbrahim bin Mirza Muhammed İsa Tarhan’ın (Ö. 1651) anıt mezarı da burada bulunmakta olup görünüşü ve büyüklüğü ile dikkatleri üzerine çekmektedir. İki katlı olan bu yapı UNESCO Dünya Mirasını Koruma Programı’na dahildir ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilmektedir.
Çavkandi Mezarları (Chaukhandi Tombs) erken İslam döneminin mezarlarıdır. Sindh eyaletine bağlı Karaçi şehrine 20 kilometre uzaklıktadır.
Mezarlık denince aklıma biraz sonra göreceklerim hiç gelmezdi. Ancak giriş kapısından geçtikten sonra gördüklerimden resmen şoke oldum. Gezilerimde birçok mezarlık gördüm-örneğin Guatemala, Küba ve Mısır’da- ancak bunun gibisini görmedim. Bence dünyada bu mezarlığın eşi ve benzeri yok. Bana birisi anlatsa amma da abartıyor der inanmazdım.
Burası sanki bir mezalık değil. Bir açık hava müzesimi desem, yoksa açık hava sanat galerisimi desem. Karar vermek çok güç; onun içinde ikisini de kullanacağım.
Farklı zamanlarda farklı hanedanlara ait mezar taşları ve mozoleler üzerine yapılan taş işçiliği gerçekten bir sanat eseri. İnsanı hayrete düşürecek ve hayran bırakacak kadar muhteşemler. Bir mezar yerinde bunları görmek, büyük bir sürpriz.
Buradaki mezarların bir kısmı, birden fazla yan yana yani aile mezarı şeklinde tuğladan ve kum taşından, bir kısmı da mozele şeklinde yine aile mezarı olarak inşa edilmişler. Her ikisinin de parası çok olanlar için yaptırıldığı belli oluyor. Bunların dışında kalanlar da, üzeri taş ve toprakla örtülmüş ve kendi haline bırakılmış mezarlar. Bunlar da parası olmayanlar için.
Çavkandi Mezarları’daki taş işçiliği, Pakistan’da beni şaşırtan, hayran bırakan yer oldu. Pakistan gezimde gördüklerim arasında en tepede yer aldı. Ne yazsam az gelir. Burada yazdıklarımla sizlere tam olarak bu mekanı anlatamadığımdan eminim. Burasını gezip görmeden neler hissettiğimi de anlamanız mümkün değil. Ancak ne yazık ki böyle muhteşem bir yer, hem memleketimizde hem de dünyada pek bilinmiyor. Bunun da sorumlusunun Pakistan yetkilileri olduğunu düşünüyorum. Her türlü çalışmayı yaparak burasını dünyaya tanıtmaları gerekmektedir. Tüm dünyanın da, bunu bilmeye hakkı vardır.
Sonunda, Pakistan’da son durağım olan Karaçi’ye geldim. Karaçi, dünyanın en kalabalık şehirlerinden birisi. Bu kalabalığın içerisinde devamlı hareket halinde olan oto rikşalar ve renkli görüntüleri ile otobüsler şehre dinamizm katıyorlar. Pakistan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi çevre ve hava kirliliği yüksek seviyelerde.
Karaçi’nin Pakistan’ın finans ve ekonomisine katkıları çok önemli seviyededir. Sindh eyaletinin başkenti olan Karaçi, Pakistan’ın en eski şehirlerinden biridir. Şehirde İngiliz etkisi, oldukça hakim durumdadır.
Karaçi’de gördüğüm en enteresan yapı, Tooba camisi. Caminin yapımında hiç sütun, kullanılmamış. 72 metre çapındaki kubbe, hiç bir sütun ile desteklenmemiş. Elli yıl önce inşası tamamlanan ve en büyük tek kubbeli cami olduğu belirtilen Mescid-i Tooba (Tooba Camisi) ise, farklı mimarisiyle dikkati çekiyor.
Türk Babür döneminde yapılmış camilerin aksine bu caminin avlusu yok, ancak iç mekanı geniş olarak tasarlanmış. Yine de ana giriş kapısından girdikten sonra geniş bir bahçe ile karşılaşılıyor. Giriş kapısı ile cami arasındaki uzun bir havuz, dekorasyonu tamamlıyor.
Karaçi’de gördüğüm ikinci bina, yapım tarihi 1927 yılı olan Mohatta Sarayı. Bu saray, Shivratan Mohatta adlı bir Hintli iş adamı tarafından kendisine yazlık saray olarak yaptırılmıştır. Yapımında kullanılan pembe renkli taşlar, Hindistandan özel olarak getirilmiştir. Pakistan’ın bağımsızlığından sonra 1967’de Pakistan’ın kurucu lideri Muhammet Ali Cinnah, kız kardeşi ile birlikte bu saraya taşınmıştır. Saray, şu anda müze olarak kullanılmaktadır.
Pakistan mutfağı, son derece lezzetli menüsü ile herkese hitap ediyor. Buraya gelip de Pakistan yemeklerini yiyen kişilerin kilo almamasına olanak yok. Çünkü çok lezetliler insanın yedikçe yiyesi geliyor. Ancak yemekler baharatlı. Her yemekte baharatı kullanıyorlar. İlk iki gün baharata alışık değilseniz biraz sıkıntı veriyor. Ancak sonrasında yediklerinizden keyif alıyorsunuz. Yiyecek konusunda en müşkülpesent olanlar için de bir sorun olacağını sanmıyorum. Yemekler genelde tavuk ağırlıklı etli oluyor. Hemen hemen her yemekte her çeşit eti kullanıyorlar. Sebze yemeklerinin lezzet açısından diğerlerinden geri kalır yanı da yok.Tavuk şiş tikka başta olmak üzere tavuktan yapılan sulu yemek karahi, önde gelen yemekleri. Etli yiyeceklerin çoğu, roti, paratha ve nan adı verilen tandırda ya da saçta yapılan ekmeklerle tüketiliyor.Sütlü çay "dut patti” ve içerisinde çeşitli kuruyemişlerin bulunduğu "Keşmir çayı" da yine ziyaretçilerin beğenerek tükettiği sıcak içecekler arasında bulunuyor.

Hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi:



















1 Mayıs 2025 Perşembe

Pakistan -Lahor Türk İzleri

Bu yazıma Pakistan’nın Lahor kenti ile devam ediyorum. Lahor, gerçekten bir tarih şehri ve bünyesinde birçok tarihi eseri bünyesinde bulunduruyor. Bu gün gezimi tamamlayıp yarın Karaçi istikametine devam edeceğim.
Lahor gezimin ikinci gününde ilk ziyaretimi Cihangir Şah Türbesi’ne yapıyorum. Türbenin, Pakistan ve halkı için özel bir yeri var. Çünkü Babür sultanlarına ait Pakistan’daki tek mezar, Cihangir Şah’ın türbesi. Babür Devleti'nin dördüncü hükümdarı Cihangir Şah'ın 1627'de ölümünün ardından yapımına başlanmış ve 10 yıl süren çalışmalar sonunda, 1637'de tamamlanmıştır.
Buraya türbe demek hafif kalır. Daha ziyade bir anıt mezar görünümünde olan türbe geniş bahçeleri ve yapılarının gösteriş ve ihtişamı ile bir saray. Yani sultan, hayatta iken de sarayda yaşamış, öldükten sonra da.
Türbeye ortada büyük bir kapı, iki yanda iki katlı ikişer nişi olan bir giriş binasından giriliyor. Girer girmez de uzun bir yolu olan geniş bahçe ile karşılaşılıyor. Zaten burası türbe alanı olarak düzenlenmeden önce Oilküşa adı verilen büyük bir bahçe imiş.
Yolu yürüyerek bitirdim, ama daha türbeye ulaşamadım. Sağa dönünce ilerde bir başka büyük bir kapının olduğunu gördüm. Yaklaşınca açık olan kapıdan türbenin silüetini fark ettim. Ortası ve kenarları çiçeklerle donatılmış uzun bir yol, türbeyi kapıya bağlamakta. Türbe, dediğim gibi türbe değil, sanki bir saray. Yaklaştıkça görkemli görünüşü ile ziyaretçileri etkisi altına alıyor.
Kare şeklinde inşa edilmiş binanın kırmızı tuğlaları üzerine beyaz mermerden dekoratif şekiller verilmiş. Binanın dört köşesine yerleştirilmiş sekiz köşeli minarelerinin de binanın o görkemli görünüşüne katkıları inkar edilemez.
Türbe, SikhIer zamanında çok hasar görmüş olup özellikle ince mermer işçiliği ile bezenmiş bölümler sökülerek, Amritsar'daki kendi mabetlerine götürülmüştür. Tüm bu olumsuzluklara rağmen türbe, Pakistan’da gördüğümüz Türk eserleri arasındaki tarihi yeri ile saygıya ve görülmeye değerdir.
Binanın merdivenlerini çıktıktan sonra türbenin bulunduğu alana geçiyorum. Zeminin yapımında siyah ve beyaz mermer mozayik kullanılmış. Burası köşeli bir oda, duvarlar dekore edilmiş mermerle kaplanmış ve tavanı ise tek bir kubbe olarak inşa edilmiş. Cihangir Şah’ın mezarı, odanın ortasında ve kubbenin altında.
Ben içeride iken öğretmenleri başlarında ziyarete gelen okul talebeleri ile birlikte mezarın başında saygı duruşunda bulunduk. Duygu dolu, unutulmaz bir anı oldu. Bu fotoğraf, Pakistan’ın geçmişi ile geleceğinin görüntüsü idi.
Lahor’da ikinci olarak ziyaret ettiğim yer, Pakistan’da en görkemli bir şekilde inşa edilmiş ve buraya her gelen tarafından geliştirilmiş Lahor Kalesi.
Bu muhteşem eser, yine Babürlülere ait. Ekber tarafından 1566’da inşaasına başlatılan kale oğlu Cihangir tarafından tamamlanmıştır.
Çilsütun yani kırk sütun denilen Divan-Umm, Musemmen Burç ve içindeki Şiş Mahal, uyku odası, hükümdarlık hamamı, ayrıca kadınlar bahçesi, mermerden inşa edilmiş bir taht odası ve halkın ziyaretine ayrılmış bir kabul salonu içindeki yapılardan bazılarıdır.
Yerel dilde “Şahî Kila” olarak bilinen Lahor Kalesi Güney Asya’da Babürlüler tarafından kurulan en görkemli kalelerden biridir. Kalenin temelleri antik çağlara kadar uzansa bile, şu anda onu taşımakta bulunan temel Babür Hükümdarı Ekber tarafından 1556-1605 tarihleri arasında inşa ettirilmiş ve mevcut yapı sırasıyla Babürlüler, Sihler ve İngilizler tarafından geliştirilmiştir.
Bence Cihangir'in eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Aynalı Saray, görülmeye değer mimari şahaser. Görenleri hayret düşürecek ve keyif verecek tarzda dekore edilmiştir. Duvar ve tavanında aynalar kullanılarak gündüz gökyüzünde parlayan yıldızlar yaratılmaya çalışılmıştır.
Kalenin birçok yeri harap hale gelmiş vaziyettedir. Duvarlarında bulunan sanat eseri değerindeki süslemelerin çoğu tahrip olmuş ya da başka yerlerde kullanılmak için sökülmüştür.
Kaleden Badshani camisinin güneş batarken ki görüntüsü, çok güzel ve görülmeye değer.
Kale ,1981 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Uzak doğuda efsaneler çoktur. Dilden dile dolaşır. Bunlardan bir tanesi de hem Hindistan hem de Pakistan’da çok meşhur olan Anarkali efsanesidir. Anarkali İnci Tanesi anlamına gelmektedir.
Efsaneye göre, Şah Cihan güzeller güzeli Anarkali isimli bir kıza gönlünü kaptırmıştır. Babası Babür İmparatoru Ekber, bunu haber alınca kızı idam eder. Şah Cihan babasından sonra tahta geçtiğinde unutamadığı aşkı için duvarlarla çevrili bir bahçe ortasına taştan muhteşem bir mezar yapılmasını emreder. Mezarın 1615 yılında yapımı bitirilir. Mezarın etrafında oluşan çarşı, ismini bu türbeden almıştır. Anarkali’nin yaşayıp yaşamadığı hiç bilinmemektedir. Mevcudiyetine dair hiç kayıt yoktur, ama Anarkali, roman ve filmlere konu olmuştur.
Ben, gezilerimde gittiğim ülkede bir ya da iki çarşı ve pazarı programıma dahil ederim. Çünkü pazarlar halkı ve ülkenin dinamiklerini görebileceğim yerlerin başında gelirler. Özellikle halkın günlük yaşamları ile ilgili ip uçlarını verirler. Özetle ciddi gözlem alanlarıdır. Bu nedenle de Anarkali çarşısını ziyaret ettim. Düşüncelerimde hiç de yanılmadığımı anladım. Gerçekten çok hareketli, kalabalık, her aradığınızı bulabileceğiniz bir yer. Pazarda giyimden hediyelik eşyaya, ev tekstilinden kırtasiyeye kadar ne ararsan var. Karnın acıktığında yemek yeme şansın da var. Ya yarı kapalı lokantalardan, ya da sokaklarda bu hizmeti verenlerden faydalanabilirsin.
Yollar dar ve kalabalık, omuz omuza yürünüyor. Bunlara ilaveten seyyar satıcılar ve eşekli, atlı arabalar karmaşayı arttırıyor. Hiç de şikayetçi değilim benim görmeyi ve Pakistan’da yaşamayı arzu ettiğim bu idi. Bu yoğunluğu Pakistan’a özgü olarak türbelerde de yaşadım. Bence Anarkali çarşısı, Pakistan’da görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Çok eskilere dayanan bir tarihe ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış olması nedeni ile Pakistan’daki müzelerin bu medeniyetlere ait çok sayıda tarihi esere sahip olmaları gerektiği ilk akla gelen olabilir. Ancak ne yazık ki gördüğüm üç müze de sergiledikleri eserler bakımından son derece zayıftılar. Bunun da sebebi, İngilizlerin büyük çapta tarihi eseri ülkelerine götürmeleri ve buna ilaveten de İngilizlerden geriye kalanları da Hintlilerin Hindistan’a taşımalarıdır. Geriye ne kaldıysa müzelerde. Bu, tam bir soygun.
Lahor müzesi İngilizler tarafından 1894 yılında Babür mimari tarzında kırmızı tuğladan yapılmış güzel bir bina. Müzenin içerisinde sergilenen eserlerden Fasting Buddha, Mitacle of Saravati, Buddha’nın başı, İslam süsleme sanatları ve minyatürler dikkati çeken eserlerdir. Müzede İslam, Budist, Sikhm ve Hindu dönemlerine ait 60.000 eserin sergilendiği belirtilmektedir. Benim gezmekten ve sergilenen eserleri görmekten keyif aldığım bir müze oldu Lahor müzesi.
Yapımı Şah Cihan tarafından 1637 yılında başlatılan ve 1641 yılında tamamlanan Şalimar Bahçeleri şehrin nefes aldığı bir yer. Lahor’un gürültülü ve kirli havasından biraz olsun kurtulmak ve rahatlamak için devlet erkanı ve halk için inşa edilen bu bahçeler ince bir işçilikle tüm detaylar düşünülerek çok masrafla yapılmış. 16 hektar bir alanı kapsayan bahçelerde havuzlar ve köşkler de inşa edilmiş. Bu köşklerin mimari yapıları da görülmeye değer nitelikte. Sihler döneminde, bahçenin mermerlerinin çoğu yağmalanmış ve Amritsar yakınlarındaki altın tapınak ve Ram Bagh Sarayı’nın süslemesinde kullanılmıştır. Zaman zaman yapılan restorasyonlarla bu günkü durumuna getirilmiştir.Bahçeler 1981'de UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne alınmıştır.
1959 yılından bu yana Pakistan ile Hindistan arasındaki Wagah Sınır Kapısı'nda bayrak töreni yapılmaktadır. İnsan merak ediyor, bu törende ne yapılıyor diye. Otobüsten inip törenin yapılacağı yere yürümeye başladığımda ilerden gelen büyük bir uğultu duyuyorum ne olduğunu sorduğumda bu gürültünün töreni seyretmeye gelen Pakistanlı ve Hintlilerin tezahüratı olduğunu öğreniyorum.
Bu gürültü ile bir yer bulup oturduktan sonra etrafı incelemeye başlıyorum. Demir parmaklıklar şeklinde sınırı belirleyen her iki tarafta da kapı var ve şu anda kapalılar. Kapıların bir tarafında Hintli seyircilerin oturacağı tribün, diğe tarafta da Pakistanlıların oturacağı tribün var.
Törene katılacak olan Pakistanlı askerler tamamen siyah, Hintli askerler ise açık haki renkte üniforma giymişler. Bu üniformalar bildiğimiz askeri üniformalar değil, bu maksatla özel olarak hazırlandıkları belli oluyor. Çünkü çok süslü ve gösterişliler. Askerlerin de özel olarak seçildikleri anlaşılıyor. Atletik yapıda, 1.90 ile 2.00 metre üzeri boyda seçilmişler.
Her iki tarafta da amigolar var; bunlar tribünde oturan onlarca seyirciyi hep bir ağızdan megafonlarla coşturuyorlar bu arada marşlar da çalınıyor.
Sınır kapısının gösteri sırasında açılmasıyla iki ülke askerleri birbirlerine karşılıklı olarak daha önce çalışılmış koreografi ile tezahüratlar arasında akrobotik olarak kol ve bacaklarını kaldırak yürüyor ve güç gösterisinde bulunuyorlar. Sonra her iki tarafın da bayrakları indirilerek törene son veriliyor. Hepsi bu kadar.
Hoşça kalınız.

olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi:


















18 Mart 2025 Salı

Pakistan Lahor

Pakistan’daki gezimize devam ediyoruz. Bu gün Pencap eyaletinin başkenti olan Lahor’dayız. Lahor, Pakistan’ın Karaçi’den sonra en kalabalık ikinci şehridir. Özellikle Türk Babür dönemdeki mimari eserleriyle ünlü olan bu şehir, Pakistan’ı tanımak açısından önemlidir. Bu bakımdan da turistlerin ilgisini çekerek ülkenin önemli bir turistik cazibe merkezi haline gelmiştir. Şehir, aynı zamanda ülkenin sanayi ve ekonomi merkezi durumundadır. Sırf bu nedenlerden Lahor, Pakistan için son derece önemlidir.
Kalabalık nüfustan dolayı ortaya çıkan insan yoğunluğuna karışan şaşırtıcı çokluktaki rikşalar, bu şehrin vazgeçilmezleri. Renkli görüntüleri ve trafikteki hareketliliklerine eklenen korna sesleri ile bu şehire hakim olan bir görüntü veriyorlar. Şehrin her saatinde oradan oraya koşuşturan, söz dinlemeyen yaramaz çocuklar gibiler. Trafik ışıklarının az olduğu ya da çalışmadığı bazı yerlerdeki riska hareketliliği, görülmeye değer. Rikşalar, üç tekerlekli bir motorsiklet. En önde rikşayı süren kişi oturuyor. Hemen arkasında üç kişinin oturabileceği yer var; en arkada da üç kişilik yer, ama buradaki yolcular gidiş istikametine ters oturmak zorundalar.
Lahor da Gazneli'lere ait olan eserler yok olmuş, ancak Türk Babür dönemi eserleri, ayakta kalmıştır. Seyahatim sırasında gördüklerimden Lahor’un, Pakistan’daki en çok önemli tarihi esere sahip şehir olduğu kanaatine vardım. Bu eserlerin büyük bir kısmı ve en görkemlileri, Türk Babürler zamanında yapılmış eserlerdir.
Lahor, zengin kültürel geçmişi ile birçok anıtsal esere ev sahipliği yapan bir şehir. Bunların en başında da Badshani camisi ile Vezir Han camisi geliyor. Ben de, bu nedenle Lahor ile ilgili bu ilk yazımda önce bu iki muhteşem yapıdan söz etmenin uygun olabileceğini düşündüm.
İlk mimari eserimiz, Badshani camisidir. Lahor kalesinin karşısına inşa edilmiştir ve kale ile arasında bir bahçe bulunmaktadır.
Caminin avlusuna görkemli bir kapıdan girdiğimde ilk gördüğüm, çok ama çok büyük bir avlu ve gösterişli cami idi. Şaşırtıcı derecede görkemli bir şekilde inşa edilmiş bu cami, kesinlikle Pakistan’ın sahip olduğu değerlerin başında gelir.
Üç adet gösterişli kubbesinin görüntüsünden etkilenmemek elde değil. Giriş kapısının ve ana binanın iki tarafında bulunan ve göğü delip geçercesine yükselen minarelerinin bu görkemli görüntüye katkıları, tartışma yaratmayacak kadar uyumlu. Bu yüksek minarelere ilaveten ana binanın dört köşesine boyları daha kısa ve nisbeten küçük dört adet ilave minare de yapmışlar. Binanın ana giriş kapısının üzerindeki iki küçücük, sembolik olarak yapılmış minarecikleri de ilave edersek bana göre camide toplam olarak on minare var. Ne kadar çok değil mi?
Bu şaşkınlık geçince caminin Delhi’deki Cuma camisine benzerliğinin farkına vardım. Benzerlik var ama aynısı değil. Gözüm alışınca ikisi arasındaki farklılıklar dikkatimi çekebiliyor. İkisi de büyük ve ikisi de baş yapıt olacak kadar görkemli. İkisi de, dünyanın en büyük camilerinden ve her türlü takdiri hak ediyorlar.
Badshani camisinin avlusu, 100 bin kişinin aynı anda namaz kılmasına imkan verecek büyüklükte. Bu kadar genişlikte avlusu olan ve bu kadar büyük, görkemli inşa edilen caminin içerisinin de çok geniş olacağını düşünmekten kendimi alamadım.
Bu düşünce ile caminin içine girdiğimde şaşkınlığım arttı. O da ne? İçerisi, son derece küçük. Binanın bir tarafından diğer tarafına uzanmış sanki bir koridor. Yani bizdeki camiler gibi geniş iç mekan yok. Bunun da nedeni de, Pakistan’daki iklim koşullarının dış mekanda namaz kılınmasına uygun olduğu.
Caminin gece aydınlatması ise görülmeye değer. Güneş batarken ki kızıllık ile aydınlatılmış kızıl kiremit duvarların uyumundan kaynaklanan manzaraya beyaz mermerden inşa edilmiş üç adet kubbenin parlayan inci tanesi gibi görüntülerinin beraberliği muhteşem. Ortaya çıkan manzarayı al evdeki duvarına as. Yüksek bir yerden seyrettiğimiz bu doyumsuz görüntüye hayran kalmamak mümkün değil.
Cami, 1993 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmeye hak kazanmıştır.
Gerek yazdığı eserlerle gerekse ülkenin bağımsızlık mücadelesindeki önemli rolüyle Pakistan’ın milli şairi ünvanını alan Muhammed İkbal’in (1877-1938) cami kapısının hemen sol tarafında bulunan kabri, bu camiyi diğerlerinden ayıran bir özelliktir. Türbenin giriş kapısının iki tarafında askerler, saygı nöbeti tutmaktadır.
Vezir Han camisi, kentin merkezindeki “Eski Lahor” olarak isimlendirilen bölgesinde tüm ana yollar ve çarşıların birbirine bağlandığı hayli startejik bir konuma inşa edilmiştir.
Cami, asırlar öncesindeki doğallığını bu güne kadar koruyabilmiş ender tarihi eserlerden birisidir. Eski kentin surları içinde kalan cami, etrafını saran tarihî evler, dükkânlar ve dar sokaklarla birlikte yüzyıllar öncesini çağrıştırıyor.
Vezir Han camisinin avlusuna yine gösterişli bir kapıdan geçerek giriyorum. Karşılaştığım çok büyük avludan dolayı hiç şaşırmıyorum. Artık biliyorum ki Pakistan’da cami avluları, geniş ve iç mekanlar dar.
Avlunun kenarlarında bulunan dört adet sekizgen minareler, zaten mükemmel bir görüntüye sahip olan camiye daha da görkem katıyorlar.
Caminin iç mekan süslemelerinde bulunan hat sanatları, geometrik şekiller ve çiçek süslemeleri ustaca harmanlanarak ortama sihirli bir hava vermişler. Tabii ki bu süslemeler tek tek düşünüldüğünde başlı başına birer şahaserler; ama bunları harmanlayarak göze hoş gelen bir görünüm haline getirmek baş döndürücü.
Türk Babür İmparatorluğu, Şah Cihan’ın hüküm sürdüğü dönemde inşa ettikleri eserlerle başta Taç Mahal olmak üzere zirve noktasına ulaşmıştır. Vezir Han camisi de, bu görkemli dönemde parlayan Türk sanatının yıldızlardan birisidir.
Vezir Han Camii, Türk Babür döneminden kalma en güzel mozaik fayans örneklerini bünyesinde barındırmakta olup bunlar caminin yapısına benzersiz bir boyut kazandırmaktadır
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunan cami, eyvan mimarisi, avlusundaki havuzu, yapımında kullanılan küçük kiremitlerin oluşturduğu kırmızı görüntüsü, sekizgen minareleri, yan yana sıralanan kubbeleri ve büyük kapısıyla klasik Türk Babürlü mimarisinin bütün özelliklerini taşıyor.
Camiyi, Hindistan ve Pakistan’daki diğer Türk Babürlü camilerinden ayıran en belirgin özellik, minare, iç kubbe, kapı ve pencereleri süsleyen ve dünyada eşine rastlanmayan çini ve seramikleridir. Duvarları süsleyen çinilerdeki canlı renklerin uyumu, ince işçilik ve kaligrafileri camiyi ziyaret edenlerin ilgisini çekiyor.
Bugünkü görkemli görüntüsü ile yalnızca bu günün değil gelecek zamanların da insan oğlunun yarattığı en büyük eserlerden birisi olacağına inanıyorum.
Lahor’da gördüm eserlerle ilgili olarak yazılacak çok şey var. Gördüğüm diğer eserlerle ilgili bilgileri bundan sonraki yazımda anlatmaya devam edeceğim.

Hoşça kalınız.

olay.salcan@gmail.com

https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi:

















6 Mart 2025 Perşembe

PAKİSTAN



Her yeni bir ülkeyi gezdikten sonra dünyaya olan hayranlığım bir kat daha artıyor. Farklı yerler, insanlar, kültürler görmenin ve farklı lezzetler tatmanın insana vereceği keyfi tahmin edemezsiniz. Bu farklılıklar renkli, heyecanlı ve ışıltılı bir yaşamın değişmez aktörleri. Her şeyden önce her gittiğiniz yerde farklı bir hava soluyorsunuz. Her yerde değişen bu havaya devamlı değişken manzaraları ilave ettiğinizde kendinizde oluşan gelişmeleri de kuvvetli bir şekilde hissediyorsunuz.
Bu seferki gezim, Pakistan’a idi. Türkiye’den uçakla Pakistan’ın kuzeyinde bulunan İslamabad’a uçtuk. İslamabad, Pakistan’ın başkenti ve Pakista’nın kuzeyinde konuşlandırılmış, halihazırda gelişmekte olan yeni bir şehir.
Bir gece konakladıktan sonra İslamabad’dan ayrıldık. İslamabad’da görülmesi gereken hiç bir yeri göremedik. Bunun da nedeni, İslamabad’da BRICS Grubu ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) toplantı düzenlemiş olmaları. Şehirdeki tüm gezilip görülecek yerleri ziyarete kapatmışlar ve hatta istikamete giden yollara da barikatlar kurmuşlar. Kimsenin buralara girmesine izin vermiyorlar. Bu gibi yerleri uzaktan görmeyi bile imkansız hale getirmişler. Bir kaç yerde bu barikatları aşma gayretlerimiz de fayda vermeyince İslamabad’dan erken ayrılmak zorunda kaldık. Tabii ki bu talihsizlik biz de hayal kırıklığı yarattı, ama gezimizin geri kalan bölümünde görülecek yerlerin zenginliğini düşündüğümüzde içimiz biraz rahatladı. Bazen hesapta olmayan durumlarla karşı karşıya kalmak bir gezginin başına gelebilecek doğal bir olay. Burada bir toplantı buna neden oldu, bazen doğal olaylar da arzu edilmeyen durumlara neden olabiliyor. Bu gibi durumlarda bulunduğumuz yere yakın, ancak programda olmayan görülebilecek diğer yerleri planlıyoruz.
Pakistan bağımsızlığını ilan edip ayrı bir devlet olmadan önce bölge, başlıca Pers Ahameniş İmparatorluğu, İskender İmparatorluğu, Seleukos İmparatorluğu, Hint Maurya İmparatorluğu, Kuşan İmparatorluğu, Gupta İmparatorluğu, Arap Emevîler, Türk-Moğol Gazneliler, Gurlular, Delhi Sultanlığı, Moğol İmparatorluğu, Babürlüler, Afgan Dürranîler ve Surîler, kısmen Sih İmparatorluğu ve son olarak Britanya Hindistanı olmak üzere çok sayıda imparatorluk ve hanedanca yönetilmiştir.
Pakistan, Britanya Hindistanı'nın bölünmesini ve Müslüman nüfuslu bölgelerin bağımsızlığını talep eden Pakistan Hareketi'nin çabalarıyla 1947'de Hint Müslümanları için bir yurt olmak üzere bağımsızlığını kazanmıştır.
Başlangıçta bir dominyon olan Pakistan, 1956 yılında kabul edilen anayasasıyla Pakistan İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştür.
Tunç Çağı İndus Vadisi Uygarlığı’na ev sahipliği yapan Pakistan’da dünyanın ikinci en yüksek zirvesi olan Himalayalar'daki K-2 Godwin Austen Zirvesi bulunmaktadır.
Yaklaşık 250 milyon nüfusu ve sahip olduğu nükleer gücü ile dünyanın sayılı devletlerinden birisidir.
Yarından itibaren aracımızla yollara çıkacağız ve gezimiz de böylece başlamış olacak. Bundan sonraki gezimizin tamamını kara yolundan yapacağız. Son durağımız da, Karaçi olacak. Böylece Pakistan’ı kuzeyden güneye geçeceğiz. Oldukça uzun bir yol olacak. Bu yolculuğumuzda, kırsal alanları, İndus Nehri boyunca uzanan vadi, çöl ve yerleşim yerlerini, tarihi yer ve değerleri göreceğiz.
Yollar her zaman asfalt değil. Özellikle ana yoldan ayrıldıktan sonra stabilize yollarda yolculuk uzun ve sarsıntılı olabiliyor. Ancak aracımız son derece kaliteli ve rahat. Bizi zorlayan bir durum yok.
Sabah kahvaltıdan sonra aracımıza binerek ilk adı Generallerin Yolu olan ve daha sonra İngilizler tarafından Grand Trunk Road olarak değiştirilen yolu kullanarak Lahor’a doğru hareket edeceğiz.
İslamabad ile Lahor arası kara yolu ile 312 km. olup yaklaşık beş saat sürüyor. Biz doğrudan Lahor’a gitmeyeceğiz. Zaman zaman tarihi ve doğal değerleri ziyaret etmek için ana yoldan ayrılacağız. Bu da Lahor’a olacak seyahatimizin süresinin uzayacağı anlamına gelmektedir.
Kahvaltıdan sonra otelimizi terk ederek Lahor’a gitmek üzere aracımızdaki yerlerimizi aldık. Bu günkü göreceğimiz ilk yer, Rohtas Kalesi. Kaleye yaklaştıkca uzaktan da olsa rahatlıkla görülebilen yüksek surları ve özellikle burçları dikkat çekici.
Jhelum şehrinin 16 km. kuzeybatısında bulunan bu kalenin yapımı, sanki son günlerde tamamlanmış gibi. Surlar ilk günkü gibi sağlam duruyor. Kaleyi gezimiz sırasında da ciddi bir şekilde yıkıntıya uğramış ve harabe haline gelmiş bir bölüm göremedim. Bunun da nedenin, kalenin her döneminde düşman saldırılarına başarı ile karşı koyarak zapt edilemediği olduğunu öğreniyoruz.
Kale, Babür imparatoru Hümayun’un 1541 yılında yenilmesini takip eden dönem içerisinde Afgan Kralı Şer Şah Suri tarafından inşa edilmiş, erken İslami dönem askeri mimarisini yansıtan eşsiz bir örnektir.
Kalede göz alıcı görünümlü 12 adet farklı kapı bulunmaktadır. En dikkati çeken kapı ise, tüm görkemi ile ayakta duran ihtişamlı Sohail Kapısıdır.
Yaklaşık 4 km. uzunlukta olan, muhteşem burçlarla şekil verilen ve kapılarla görünüşüne görkem katılan kale surlarının kalınlığı yer yer 18 metreyi bulmaktadır.
Kale, 1997 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir.
Bu gün ziyaret edeceğimiz ikinci yer, Hindular tarafından Pencap bölgesindeki ikinci en kutsal yer kabul edilen Katas Raj Hindu Tapınak Kompleksi’dir. Bu tapınak aynı zamanda üç büyük din Hinduizm, Budizm ve Sihizm'in kutsal kabul ettiği Amrit Kund Göleti'ne de ev sahipliği yapmaktadır.
Tarihi kayıtlara göre, 3. ya da 7. yüzyılda kurulduğu düşünülen tapınaklar, bugün Hinduların en önemli tanrıları Şiva'nın gözyaşıyla oluştuğu kabul edilen göletin çevresinde bulunuyor. Gölün ise 2 bin 300 yıllık olduğu tahmin ediliyor.
Dünyanın her yerinden gelen Hindular, komplekste bulunan Şiva'yı temsil eden silindir şeklindeki kayanın başında dua ettikten sonra tütsüler yakarak, taşı sütle yıkıyorlar.
Katas Raj'daki 7 adet Hindu tapınağı ile bir Budist tapınağı harabesi, 1960'ta Göç Edenlerin Mallarını Koruma Kurulu’na (ETPB) devredilerek devlet korumasına alınmıştır.
Başka dinlere ait birçok önemli yapıyı ve bölgeyi restore çalışmalarına devam eden Pakistan, bu gibi yerleri ve yolları daha iyi duruma getirme çalışmalarını sürdürmekte olup bunları inanç turizmine kazandırmayı amaçlamaktadır. Ancak görebildiğim kadarı ile bu amaca ulaşmak için daha çok zaman, para ve çalışmaya ihtiyacı var.
Bu kompleks hakkında anlatılan birçok efsane var ve bunların çoğu da Mahabaharata’ya kadar eskilere gitmektedir.
Bunlardan en önemlisi ve kabul göreni; Hindu tanrısı Shiva’nın eşinin ölümünün arkasından döktüğü göz yaşları şelale olur ve şelalenin döküldüğü yerde de bir gölet oluşur. Zaman zaman Pakistan’da yaşayan Hindular tarafından bu kompleks ziyaret edilmektedir. Hatta Pakistan ile Hindistan’ın aralarındaki ilişkilerinin iyi olduğu dönemlerde Hindistan’dan da ziyaretçiler bu kutsal alana gelmektedirler.
Katas Raj Hindu Tapınak Kompleksi’ni gezdikten sonra Lahora doğru devam ediyoruz. Ancak aracın istikametini Khewra Tuz Madeni’ne doğru çeviriyoruz. Burası bugün içerisinde göreceğimiz üçüncü ve son yer. Bu madene ulaşmak için ilk önce Khewra’ya ulaşmamız gerekiyor. Ana yoldan ayrılıp daha çok stabilize olan yola sapıyoruz. Uzun bir yolculuktan sonra tuz madenlerine ulaşıyoruz.
Yol boyunca gördüğümüz çeşitli desenlerle rengarenk bezenmiş göz alıcı kamyonları takip etmek büyük bir keyif. Pakistana özgü bu süslemeler, göz alıcı; desenler birbirisine benziyor ama aynısı değil. Çok özenilerek yapılmışlar ve sanıyorum kamyon sahipleri araçlarından daha çok bu süslemelerle fark atmaya çalışıyorlardır.
Sonunda tuz madenine ulaşıyoruz. Madenin içine doğru inşa edilmiş ve inşası 1930 yılına kadar geri giden tren yolu üzerinde hareket eden; yalnızca madeni ziyaret için gelen turistleri taşımak için kullanılan bir tren var. Kısa mesafeli olan ve tünellerden geçen tren keyfi beklenmedik bir fırsat.
Bu tuz madeni, dünyada birçok ülkede benzerleri olan bir maden. Bu madenden Pakistan'ın yıllık tuz üretiminin yarısı karşılanıyor. Pembe ve kırmızı rengiyle bilinen ve yüzde 99 oranında saf tuzdan oluşan Himalaya tuzunun çıkarıldığı bu maden, ülkede yerli ve yabancı turistlerin de en çok ziyaret ettiği noktalardan biri haline gelmiş.
Yılda 300 bini aşkın turistin ziyaret ettiği madende, galerilerin içinde tuz taşından Pakistan'ın ünlü yapılarının ışıklandırılmış minyatürleri de yer alıyor. Bu tuz taşlarının arasına yerleştirdikleri ampuller ile meydana getirdikleri rengarenk ortamla son derece güzel bir hava yaratmışlar.
Saf olarak çıkarılan tuz, gerçekte Himalaya tuzu adı ile satılıyor. En çok popular olanı, pembe tuz ancak diğer renklerde olanları da var. Madenden bu tuzlar toplam kalınlığı yaklaşık 150 metre olan yedi kalın tuz damarından çıkarılıyor.
Tavanı ve duvarları doğal pembenin tonlarında olan tünellerde ayrıca yine tuz taşından üretilmiş tuğlalarla inşa edilmiş tedavi merkezleri de yer alıyor.
Maden içinde kurulan bu küçük kliniklere her yıl binlerce kişi astım, bronşit, kulak iltihabı, nefes darlığı ve alerji tedavisi için geliyor. Tamamen ilaçsız uygulanan tedavi süreçleri hem Madencilik hem de Sağlık Bakanlığı kontrolünde yapılmaktadır.
Pakistandaki gezimizin bu günün de birbirinden kilometrelerce uzakta olan üç turistik yeri gezdik. Akşam havanın kararmasından sonra Lahor’daki otelimize ulaştık. Uzun bir yolculuktu. İyi bir akşam yemeğini ve rahat bir uykuyu hak ettik.
Yarın sabah kahvaltısından sonra başka yerler görmek üzere araçlarımıza binip yeni maceralara doğru yol alacağız.

Hoşça kalınız.
olay.salcan@gmail.com
https://olaysalcan.blogspot.com/

Fotoğraf Galerisi: