29 Ocak 2013 Salı

Kaybola Kaybola TOSCANA-1


Jules Verne okuyarak büyüyenlerin içine gezi cini kaçar… Balonla Beş Hafta’yı, İki Yıl Okul Tatili’ni, 80 Günde Devri Alem’i okuyan her çocuk, bir gün bu kitaplardaki gibi maceralara atılabilmeyi, bütün dünyayı bitmeyen bir heyecanla gezebilmeyi hayal eder. Çocukluk hayallerine sahip çıkanlardır gezginler… Önce düş kurar, sonra düşlerindeki yolculuğa çıkıp, çocukluklarından bir gün kazanırlar.
Serde gezginlik var ya, böyle bir hayalle başladı Toscana macerası. Kale’deki atölyede çini çalışırken, gruptaki arkadaşlardan birinin sohbet arasında “İtalya’da mayolika tekniği ile yapılan çiniler”den bahsetmesi üzerine, konuyu yerinde görüp, öğrenme isteğine kapıldık birden. Küçük bir araştırma sonrasında Deruta’da mayolika tekniğini öğreten okulların olduğunu öğrenince, çini tutkumuz bize macera dolu bir Toscana gezisi yaptırıverdi.

5 çini, 3 fotoğraf sevdalısı kadın, oldukça kısa bir sürede Toscana’da bir köyde ev tutmayı, mayolika tekniğini öğrenebileceğimiz bir okul ayarlamayı, arta kalan günler için harika gezi programı yapmayı başardık. Uçak biletleri alındıktan ve gezinin ikinci günü trenle geçeceğimiz Arezzo’dan iki araba kiraladıktan sonra sabırsızlıkla bekledik gideceğimiz günü.
O gün geldiğinde, İtalya’ya Roma’dan ayak bastık. Aşkın şehri Roma’ya dair anlatılacak şeyler bir başka yazının konusu olsun. Bu yazı aşka değil, maceraya dair…

Roma’dan 8:20’de kalkan Milano treni ile gittik Arezzo’ya. Yolculuk 2,5 saat sürdü. Grup, istasyon da ikiye ayrıldı. Yarımız bavulların başında, istasyon yakınındaki parkta bekledi, diğer yarımız da Ankara’dan kiraladığımız araçları almaya gitti. Arezzo, gezeceğimiz yerlerin orta noktası. Kalacağımız ev buraya 30 dakika mesafede, Lippiano’da. 30 dakika, çoğumuz için işe geliş-gidiş mesafesi… Ama arabaları aldıktan sonra Arezzo’dan eve giderken kat ettiğimiz yol, hiç de yarım saat olmuyor. Gezinin ilk günü, sonuna kadar yaşayacağımız maceranın müjdesini veriyor.
Toscana ve Umbria sınırındaki Lippiano’yu kolay buluyoruz. Ama evi ararken bir sürü patikadan geçiyor, kuş uçmaz kervan geçmez yollara dalıyoruz. Hatta yolun bittiği bile oluyor… Doğa güzel…
Ne var ki gezmeyi planladığımız yerler göz önünde bulundurulduğunda, bu kadar sapa bir yerdeki ev herkesin kafasında soru işareti yaratıyor. Binbir güçlükle, kaç tariften sonra daldığımız son toprak yolda “Casa Tersalle”yi ve ev sahiplerimiz Jane ile Rob’ı görüyoruz. Ancak hepimizin evi ararken canı fena halde sıkılıyor. Bulunduğumuz yerin güzelliğini görecek halde değiliz. Bavulları bile indirmeden Arezzo’ya dönüp, orada bir otel arama planları yapıyoruz.

Evi neden bu kadar zor bulduğumuzu, ev sahiplerimiz anlayamıyorlar. Gönderdikleri haritada bir sayfanın eksik olduğunu fark ediyoruz konuşunca… Gezi boyunca o kadar çok kayboluyoruz ki, şimdi düşününce o sayfa olsaydı da bulabilir miydik evi, pek emin olamıyorum.  O an için Arezzo’ya 30 dakika mesafede olduğumuza inanamıyoruz.
O kadar çok dolandık ki, test etmek istiyoruz mesafeyi. Bu arada evin içine de göz ucuyla bakıyoruz. Ev fena değil aslında. 8 kişinin rahatlıkla yaşayabileceği büyüklükte. Tipik bir köy evi. Mutfak, yemek odası, yatak odaları… Toscana’da olduğumuzu hissettirecek şekilde düzenlenmiş.

Eve çok ısınmadan, Rob’un yol tarifini dikkate alarak Arezzo’ya geri dönüyoruz. Doğru yoldan gidince gerçekten yarım saatte ulaşıyoruz şehre. Asılan yüzlerimiz tekrar gülmeye başlıyor. Gezi planımızda değişiklik yapmadan, evde kalmaya karar veriyoruz. Bir şeyler ters giderse yakında kalınabilecek güzel bir şehir var nasıl olsa… Üstelik Toscana’nın Floransa’dan sonra en güzel şehirlerinden biri… Rahatlayınca Arezzo’yu tanımaya çalışıyoruz.
Çoğumuzun izlediği 1999 yılı en iyi yabancı film oscarına sahip Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filminin, güzel günlere ait bölümlerinin çekildiği şehir Arezzo. Eski ve yeninin iç içe olduğu tipik bir İtalyan şehri. Floransa’nın görkemi yok. Ama kendi içinde burası da oldukça sevimli geliyor bize. Karnımızı doyurduktan sonra, kalabalığa doğru yönelince kendimizi “İtalya” caddesinde buluyoruz.  Bizim İstiklal Caddesinin hafif yokuş hali…
Tarihi doku üzerinde toplanmış mağazalar, özellikle gençlerin ilgi odağı… Sabah evi ararken geçtiğimiz tozlu yollardan sonra, burası hepimizi sakinleştiriyor. Yokuşun sonuna kadar gezine gezine çıkıyoruz. Şehrin kalbi Grande Meydanı cıvıl cıvıl… Artık kimsede gerginlik yok. Ama evden çıkmadan önce Rob’un marketlerin belli bir saatten sonra kapandığını söylediği geliyor aklımıza. Ev yoluna koyulmadan akşam yemeği ve kahvaltı için alışveriş yapmamız ve hava kararmadan yolu iyice öğrenmek için eve dönmemiz gerekiyor. Sonraki günlerde Arezzo’ya gelmek için daha çok zamanımız olacak nasıl olsa.

Arezzo çıkışında açık bir market buluyoruz. Kahvaltılık, sebze, makarna, zeytinyağı ve şarap alıyoruz. Eve dönerken, yolu iyice hafızalarımıza kazıyoruz. Her ayrıntı sonraki günlerde yapacağımız yolculukların rahat olması adına önemli. Ama iki araba yolculuk yapmak çok kolay değil. Allahtan arkadaşlardan biri, Ankara’dan walkie-talkie getirmeyi akıl etmiş.
Gezi boyunca “Hulki” ve “Tilki” olarak adlandırdığımız bu aletler, araçlar arası iletişimimizi -araya çok mesafe koymazsak- oldukça kolaylaştırıyor. Birbirimizi sapacağımız yollar, duracağımız noktalar ve “kayboluşlarımız” konusunda sürekli bilgilendirebiliyoruz…

Evi, Rob’un tariflerini dikkate alarak rahatlıkla buluyoruz. Sabahki nafile turlarımız aklımıza geliyor. Tarife uyunca, adresin kolaylığı içimize su serpiyor. Eve iniş yolundaki dik toprak yol biraz ürkütücü. Ama orayı sadece eve dönerken, Rob’un tarif ettiği diğer toprak yolu da evden giderken  kullanırsak, ev yoluyla ilgili bir sorunumuz olmayacak gibi. İlk akşamımızın menüsü makarna, salata ve şarap oluyor. Ay ışığında Toscana’ya karşı içilen şaraplar keyfimizi iyice yerine getiriyor.
Ertesi gün erkenden kalkıp, keyifli bir kahvaltı sonrası Siena’ya gidiyoruz. Ev sahiplerimiz bize “kaybolmayalım diye” kocaman Toscana haritası veriyor. Yol ve tabelalar öndeki arabada takip ediliyor. Harita, kim önden gidecekse onda duruyor. Ama İtalya’nın da bir Akdeniz ülkesi olduğunu, haritadaki yollarla, gerçekteki yollar arasında biraz (!) fark olabileceğini, bazı yolların çalışma nedeniyle kapanabileceğini, her zaman bir B planı ile yola çıkmak gerektiğini tecrübe ile öğreniyoruz. Hedefe varmak için kasaba adları kadar yol numaralarını da izlememiz gerekiyor…  Bazı trafik tabelalarını hepimiz ilk defa burada gördüğümüz için ne anlama geldiğini anlayamıyoruz. O yüzden hatalı yerlerde, yanlış dönüşler yapabiliyor, sakin Toscana şoförlerini şaşırtabiliyoruz.
İnanılmaz bir doğanın içinden bir yandan yolu takip ederek, diğer yandan öbür arabayı kaybetmemeye çalışarak ulaşıyoruz Siena’ya. Burası gerçek bir masal şehri bence. Boşuna Unesco Dünya Kültür Mirası listesine almamış burayı…

Ülkemin topraklarıyla karşılaştırınca biraz Assos biraz Alaçatı karışımı butik bir yerleşim.
Siesta saati olması nedeniyle şehirde bir sakinlik hakim. Ama Palio meydanı olarak bilinen Piazza del Campo’nun gölge alanları turist kaynıyor. “Palio” 13. yy’dan beri Piazza del Campo’da düzenlenen geleneksel eğersiz bir at yarışı. Yılın iki gününde -2 Temmuz ve 16 Ağustos- yapılan ve sadece 90 saniye süren yarışlar için, hazırlıkların bütün bir yıl boyunca sürmesi de, olaya verilen önemin göstergesi bence.
Yarış günü bu sakin şehir, tam bir panayır alanına dönüyor.  15. yy. kostümleri giymiş bayrak taşıyıcıların, yaklaşık bir saat süren görkemli bir tören alayı oluyor. Şehrin 17 mahallesinden herbirini temsilen bir at yarısıyor. Kazanan mahalle, yıl boyu söz sahibi oluyor. Siena’ya daha önceki yıllardaki gelişim yarışların yapıldığı 2 Temmuz’a denk geldiğinden, yarışı olmasa da hazırlıklarını görmüştüm. İnsanlar gerçekten çok eğleniyorlardı…

Palio’nun yapıldığı alan içbükey ve oldukça büyük bir meydan. Bu meydana bakan bir lokantada öğle yemeği yiyerek, sıcağı ve yorgunluğu unutmayı başarıyoruz. Tarih, bu küçük kasabanın içinde gömülmüş kalmış. Ancak geçmiş ve bugün çok güzel koordine edilmiş. Yemek sonrası Duamo’ya doğru şehri gezmeye devam ediyoruz. Kolay olmasa da ilerleyen saati dikkate alarak, Duomo’yu gezdikten sonra, Siena’dan ayrılıyoruz.

Şehirlere gitmek değil de, şehirlerden dönmek zor oluyor bizim için. Siena sonrası kolaylıkla gidiyoruz San Gimignano’ya… Burası da Dünya kültür mirasında yer alan bir ortaçağ kasabası.
Kasaba girişinden aşağıya doğru uzanan Toscana Vadisi seyre değer. Dünyanın en kaliteli üzüm bağları burada. Üzüm toplama ve şarap yapımı kursları da veriliyormuş, ama bizim bu gezimizde buna zamanımız yok.

Kasaba tamamen turistik bir yer haline gelmiş. Her binanın altı hediyelik eşya, restoran ve dondurmacı dükkanı sanki… İç taraftaki sokaklarda biraz daha sıradan ev halleri görülüyor. Pencereden asılmış çamaşırlar, panjurların ardından bakan yaşlı kadınlar…Bu küçük kasabanın bile kaç tane harika meydanı var. Popolo Meydanı, Duomo Meydanı, Sarnıç Meydanı… Bir zamanlar Dante’nin de bu sokaklarda, meydanlarda gezindiğini bilmek hoşuma gidiyor.

Duomo meydanında katedralin önünde dans gösterileri var. Biraz dinlenmek, biraz eğlenmek için biz de gösterileri izleyen kalabalığın arasına karışıyoruz. 

Akşam olmak üzere. Eve dönüş için yola çıktığımızda, hepimizin yüzünde kocaman bir gülümseme var. Gün güzel geçti. Toscana’nın sıcağı Eylül ayı olmasına rağmen, tenimizi ısıttı. Günün değerlendirmesini yaparken, öndeki arabadan “Hulki” “Tilki”ye sesleniyor telaşla. “Yanlış yoldayız galiba”… Bu, sonraki günlerde en çok kurduğumuz cümle oluyor. Hemen şamatayı bırakıp, yola konsantre oluyoruz. Ekip çalışması ile, karanlığa rağmen yolun doğrusunu tespit edip, kazasız belasız eve varmayı başarıyoruz :) 
Gezimiz bu kadarla sınırlı değil elbet! Devamı bir sonraki yazıya...

YAZI & FOTOĞRAFLAR: SONAT ŞEN–Ankara(2013)

8 yorum:

  1. Çok güzel anlatmışsın yine. Sağ ol...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz sağolun. Bu anıları paylaşma konusunda beni teşvik eden sizsiniz...

      Sil
  2. Sizleri çoookkk kıskandım kızlar :) Ne hoş bir gezi yapmışsınız. Kaybolmak güzelmiş öğrenmiş oldum. İtalya'ya gitmek gerek.
    LEYLA.

    YanıtlaSil
  3. Ev, fotoğraflar, gezi güzel ! Siz de !

    YanıtlaSil
  4. Bir sonraki yazını merakla bekliyorum. Anlatımın çok iyi. Bu arada evi ve ev sahiplerini de merak ettim. Bir sonraki yazında fotoğraflarını eklersin belki. Sevgiler,

    YanıtlaSil
  5. Sonat'cim, sinifimizin edebiyat kralicesi...Kalemine saglik. Dopdolu yasanan anlari yine bir solukta okutan tadda yazmissin....

    YanıtlaSil
  6. Funda'cim cok teşekkürler. İnan yazmak kadar, dostlarımdan gelen bu güzel dönüşler de beni mutlu ediyor... Sevgiler.

    YanıtlaSil