20 Nisan 2016 Çarşamba

ALAÇATI’DA RÜZGAR OLMAK

Alaçatı’da rüzgar olmak zor olmalı. Neden mi? Alaçatı rüzgarının tarihten taşıdığı anılar o kadar fazla  ve ağır ki. Sadece üzerindeki bin çeşit ota hayat vermez bu rüzgar, mutlu ve hüzünlü pek çok hikayeyi de günümüze taşır. 
19. yüzyıl başlarında Alaçatı’da şarap üreten nüfus yerini tütün üreten ailelere bırakır. Kilise sembollerine konu olan üzüm salkımlarını üreten bu aileler artık Alaçatı’da yoktur. Buralarda bir ara nüfusun yüzde doksanını oluşturan bu ailelerin çocukları ve torunları kim bilir nerededir şimdi.
Bu soruların hepsine olmasa da bir kısmına cevap aramak üzere Alaçatı yollarına düştük. 7-10 Nisan 2016 tarihlerinde düzenlenen  Alaçatı Ot Festivali’ne Tempo ile katılma fikri aylar öncesinden heyecanlandırmıştı bizi. Öyle ki bu gezinin kontenjanı yine aylar önceden dolmuştu.  
Bu gezide, yüz yıl kadar önce buralarda yaşayan insanların –en azından- mutfak kültürleriyle hala buralarda olduğunu fark ettik. Buraya özgü rüzgarların beslediği otların hiçbir göç dalgasından etkilenmeyerek yine  bu topraklarda yetişmeye devam ettiğine tanık olduk. Dağlamadan şevketi bostana, radikadan deli kerevize, ebegümecinden eşek helvasına, tilkişandan yabani rezeneye onlarca belki de yüzlerce çeşit otun Alaçatı rüzgarıyla boy verdiğini yerinde gördük. 




Bu otların belki de sarıp sarmalanarak korunmasının ne kadar önemli olduğunu Alaçatı’da gözlemledik. Yürürken bastığımız otların önemini anlayıp adımlarımızı atarken daha titiz davranmayı öğrendik. 
Festival , sadece yetiştirilen otların ve bu otlarla pişirilen yemeklerin sunumundan ibaret değildi. Değişik mekanlarda düzenlenen seminerlerle bu otlara bilimsel bir çerçeve de çizildi. Alaçatı özelinde “Ege otlarının önemi”, “yetiştiği alanlar”, “insan sağlığındaki önemi” ve “olası tehlikeler” gibi konular, izleyicilere aktarıldı. 


Dikkatimizi çeken diğer bir konu da, açık alanda müzik yayını olmaması ya da kısık sesli olmasıydı. Bunun Alaçatı için genel bir kural olduğunu sonradan öğrendik. Umarım bu kural tüm diğer tüm şehirlerimize de örnek olur diye düşündük. 



Gezi boyunca esen rüzgar, eksikliğini hiç hissettirmedi. İşin ilginç yanı, zaman zaman kuvvetlenen ancak insanı rahatsız etmeyen Alaçatı rüzgarı, bu yöredeki endemik çeşitliği sağlarken denizde dalga yaratmıyordu. Asırlar önce Piri Reis’in, Kitab’ı Bahriye’de Alaçatı için “Rüzgarı eksiksiz, denizi yufkadır” diye yazması da bu nedenle olmalı. (alıntı)  
Bu rüzgarın katkısıyla gelişen sörf turizminin ekonomide şarapçılığın yerini alabileceğini yüz yıl önce herhalde kimse tahmin edemezdi.  Yine de şarapçılık yapan köylüler bu bölgeden hiç gitmeseydi ve Alaçatı rüzgarı sadece otları dalgalandırmaya devam etseydi diye düşünüyor insan.  
Bu festival, burada sunulan yemeklerin ötesinde göç denen olgunun trajik sonuçlarını da görmemizi sağladı. Rumların inşa ettiği taş evler bir zamanlar içinde yaşayanların hüznünü yansıtır gibi duruyordu yerli yerinde. O dönem yankılanan Rumca şarkılar şimdi sadece bir ya da iki  lokantanın fon müziği olmuş, çalıyordu. 


19. Yüzyılda kilise olarak inşa edilen Pazaryeri Kilisesi şimdi cami olarak kullanılıyor. İçerisinde dev bir perde cami ve kiliseyi birbirinden ayırıyor. Camiye giren birisi, bu dev perdenin ötesine geçmediği sürece burada bir kilise olduğunu göremiyor. Kimilerine göre bir hoşgörü sembolü olan bu kilise/cami oluşumunun geçtiğimiz yıllarda bir Hıristiyan ayinine ev sahipliği yaptığını öğrendik.   



Bütün bu güzellikleri görmenin yanı sıra, festivalin oluşturduğu kalabalığın yarattığı sorunlar da yok değildi. Bir fincan Türk kahvesi içebilmek için yarım saat beklemek, yemek için normalin iki üç katı ödeme yapmak, trafik sıkışıklığı ve gürültü kaçınılmaz festival gerçekleri olarak karşımıza çıktı. 
Yine de bu olumsuzlukları en aza indirebilmek için festivalin en az yoğun gün ve saatlerinde Alaçatı’da zaman harcayarak, diğer zamanları çevre gezilerine ayırmak, en mantıklı yol olarak görünüyordu.  Böylece programın ikinci gününde Seferihisar Sığacık Mahallesi’ndeki Teos antik kentini gezerek hem festival kalabalığından kaçmış olduk hem de yanı başımızdaki bu tarihi kenti gezme fırsatı bulduk. 



Bu gezide, ilgi alanları farklı olsa da pek çok renkli kişiyle tanışma fırsatı bulduk. Fotoğraflarını TEMPO’nun internet sitesinden gördüğümüz katılımcılarla şahsen tanışma imkanı sağladık. Alaçatı’da yaşayan ama değişik alanlarda faaliyet gösteren insanlarla tanışmamız mümkün oldu. Hayatımızda yer edecek üç dolu günü Alaçatı rüzgarı eşliğinde yaşadık. 
Bu gezide rüzgarın sadece bir doğa olayı olmaktan öte, geçmişten bugüne pek çok anıyı taşıdığına tanıklık etmemizi sağladığın için,
Teşekkürler TEMPO… 
Bir göçmen ailenin çocuğu olarak ben de Alaçatı’da  yaşananları hüzünle ve saygıyla anarak geri döndüm. 

Yazı ve Fotoğraflar:  Taner SAYAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder