Ankara’dan İstanbul’a, sonra Atina’ya ve sonunda Mykonos’a kadar uzayan bir uçuşla adaya ulaşıyorum. Mykonos, eğlence hayatı ile öne çıkmış Akdeniz ve Yunanistan’ın en ünlü adalarından birisi. Ancak denizinin maviliğini, Akdeniz’in dünyanın hiçbir yerindeki güneş ile kıyaslanamayan güneşinin insanın içini ısıtan sıcaklığını ve buna ilaveten deniz ürünlerinin Yunan mutfağının verdiği tatlarla zirveye ulaşan lezzetini unutmamak gerekir. Bunları bir araya getirince de Mykonos’da geçirdiğim dört günün tadını hala damağımda hissettiğimi söylemek garip olmasa gerek.
Tempo Tur tarafından gönderildiğim Myconian Oteller zinciri ise, adanın gerçekten prestiji olmaya hak kazanmış son derece kaliteli oteller. Bu oteller adanın üç ayrı yerinde konuşlandırılmış her yönü ile övgüyü hak eden oteller.
Eğer ben şehir merkezine yakın olurum ve akşamları ya da istediğim her zaman merkeze gidip gelirim derseniz buna uygun otelleri de var. Yok ben daha sakin ve arada sırada merkeze giderim derseniz buna göre de var. Daha da fazlası ben güneş ve deniz için geldim, ancak belki limana da giderim derseniz böylesi de var. Tercih size kalmış. Ancak her otelin kendisine ait sahilde plajı mevcut.
Merkeze uzak otelin müşterilerini merkeze götürüp getirecek, gece geç saatlere kadar çalışan ücretsiz minibüsleri büyük bir kolaylık. Farklı zevklere farklı hizmetler vermek için organize olmuş bu otellerin birleştikleri tek nokta, sundukları hizmetlerdeki üstün kalite. Böylece deniz, güneş, Yunan mutfağı ve otellerdeki üst düzey kalitenin berberliği, Mykonos’daki geçireceğiniz günlerin keyifli ve eğlenceli olacağının güzel habercisi. Bunlara kaliteli Yunan şarapları ve uzosunu da eklerseniz, insanın başı şimdiden dönmeye başlıyor.
Ada, gece hayatı ile de şöhret yapmış. Dar sokaklar arasında bulunan gece kulüpleri, Yunan müziği dahil bu şekilde eğlenmeyi ve gece hayatını sevenler için adanın renkli yüzü.
Adanın tüm evleri çatısız ve beyaz badana ile boyanmış. Deniz ve gökyüzünün mavisi ile binaların beyazlığının beraberliğinin harmonisi adaya farklı ve hoş bir görüntü veriyor. Binaların kapı ve pencerelerinin mavi boyası ise, bu güzelliği tamamlayan detaylar.
Adanın merkezi olan Khora kasabası, gezilip görülecek son derece güzel bir bölge. Labirenti aratmayan dar, temiz ve aydınlık sokakları ile insana sıkılmadan dolaşabilecek bir ortam sunuyor. Beyaz badanalı, mavi pencere ve kapılı evlerin iki taraflı sıralandığı sokaklarda genellikle hediyelik eşya satan dükkanların renkli görüntüsü; evlerin balkonlarından sarkan sardunyalar ve her renkten begonviller ile tuval üzerine yapılmış yağlı boya resim gibi. Kendinizi yağlı boya resim galerisinde dolaşır gibi hissediyorsunuz.
Bu dar sokaklarda bulunan restoran, kafe, taverna, bar ve sanat galerileri turistler için birer cazibe merkezi. Ayrıca ünlü markaların ürünlerini vitrinlerde görmek her zaman mümkün. El işi keten perde ve örtüler de yöresel ürünler olarak turistlere sunulmakta. Kaliteli ve pahalı marka ürünlerin vitrinlerde bulunması buraya paralı turist geldiğinin güzel bir kanıtı olsa gerek.
Buradaki en önemli yer, hiç kuşkusuz “Küçük Venedik” diye isimlendirilen bölge. Kıyıda bulunan renkli ve balkonlu binaları ile farklı karakterde bir görüntü veriyor. Burada dinlenmek için kafeler, yemek için de restoranlar mevcut.
Güzel bir manzara eşliğinde alınan bir yemek ve içilen bir kahvenin tadı farklı oluyor. Burada bulunan beş adet yel değirmeni, adanın simgesi haline gelmiş. Eskiden on altı adet olan değirmenlerden bugüne kadar sadece beş adedi, ayakta kalabilmiş.
Geniş kumsalları dolaşmak istediğinizde en uygun araç dört tekerlekli motosikletler. Kiraları da makul. Otobüsler de olduğunu söylediler, ama çok dur, kalk olduğundan zaman kaybı oluyormuş. Tekne ile de plajlara gitmek mümkün. Ancak yine de en uygunu motosiklet.
Yeni limanda gördüğüm muazzam büyüklükteki turist gemileri, bu küçük adaya gelen turist sayısı hakkında gerçekçi bir tahmin yapma imkanı verebiliyor.
Yunan yemek ve mezelerinin bizimkilere olan benzerliği nedeni ile kendinizi kendi mutfağınızda hissetme lüksünüz var. Ancak ben ahtapot ızgaranın tadına doyamadım. Bununla beraber benim için en enteresanı da, yediğim deniz kestanesi idi. Ayıklanmış olarak önüme getirilen kestane, hayatımda ilk defa yediğim yiyecek olması açısından büyük bir sürpriz oldu.
Mykonos’u görünce turizmciliğin ne anlama geldiğini, bunun en iyi şekilde nasıl yapılabileceğini ve nasıl para kazanılabileceğini, nasıl organize olunması gerektiğini, ama en önemlisi Yunanlıların bu işi ufacık bir adada dahi çok iyi yaptıklarını ve bizim daha çok ama çok yol almamız gerektiğini görebildim.
Her zaman şunu söylerim ki, turizmde yatırımdan daha önemlisi halkın turizmi ve turisti benimsemesidir. Bu olmaz ise hiçbir şey gerçekçi olmaz. Mykonos’da bunun pozitif tarafını görmemek mümkün değil.
Deniz, kum, güneş, lezzetli Yunan mutfağı, kaliteli kalacak yeri ve eğlenceyi bir arada istiyor iseniz Mykonos, son derece uygun bir yer.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: OLAY SALCAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder