Bu gezide, pek öyle
“ayak altında” olmadığı için Türkiye’nin oldukça az bilinen üç antik yöresinden
söz etmek istiyorum.
Kilistra
Bunların ilki, Konya'ya
50 kilometre kadar uzaklıkta olan Kilistra. Antik harebelerin olduğu alan,
günümüzde Gökyurt köyü olarak anılıyor.
Kilistra,
Listra’dan gelip Mistiya’ya, Beyşehir’e doğru devam eden tarihi kral yolu “Vig
Seboste” üzerinde bulunmakta. Yöredeki ilk yerleşimin 2200 yıl kadar önce
başladığı tahmin edilmekte. Yöre, erken Hıristiyanlık döneminde oldukça
gelişmiş. Aziz Paulus, Listra’dan Yalvaç’a giderken buraya da uğramış ve vaaz
vermiş. Bugün bile bir mevki “Paulönü” olarak adlandırılmakta. Kilistra’da,
Bizans döneminde yoğun bir şekilde kayalara oyulmuş evler, ibadethaneler ve
diğer yapı birimleri oluşturulmuş. Öyle ki, hani bir an için kendinizi
Kapadokya’da sanırsanız sakın şaşırmayın!
Kenti gezmeye
Köy Konağı önünden başlayabilirsiniz. Ama önce bu ilginç Konak hakkında birkaç
satır yazalım. Bina, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Halkevi” olarak inşa
edilmiş. Cumhuriyet’in 10. kuruluş yıldönümü de bu halkevinin önünde kutlanmış.
Hatta, kutlama alanını belirten taş bir “yazıt” hala duruyor. Bu arada
belirtelim, aslında iki katlı olan binaya daha sonra bir kat daha çıkılmış ve
köy odası olarak kullanılmaya başlanmış. Köyde otel ya da pansiyon olmadığı
için gelen ziyaretçiler bu odadan yararlanabilmekte.
Arkeolojik alan
hemen konağın yakınlarından başlamakta. İlk yapı büyük bir su sarnıcı. Biraz
daha ileride de çifte şaraphaneler var. Bu arada nekropol alanında anıtsal kaya
mezarlarını, kiliseleri ve kayalara oyulmuş yerleşim yerlerini görmek de
mümkün. Yöredeki en önemli dini yapı, yaklaşık olarak 1200 yıl önce yekpare bir
kaya kütlesinin oyulması ile meydana getirilen haç planlı şapel, bir diğer
adıyla Sandıkkaya. Gerçekten görülmesi gereken ilginç bir eser. Etrafında, yine
kayalara oyulmuş başka mekanlar da bulunmakta.

Bu arada hemen belirtelim, Kilistra gezisi
sırasında, köy meydanındaki çocuklardan rehberlik hizmeti alabilirsiniz!
Neredeyse her yapı hakkında iyi-kötü bir şeyler anlatıyorlar.
Eflatun Pınar Anıtı
İkinci durağımız
Beyşehir’e 22 kilometre uzaklıkta bulunan Eflatun Pınar Anıtı.
Çeşme
niteliğinde olan anıt takriben 3200-3300 yıl önce Hitit kralı Muvattaliş
tarafından yaptırılmış. Çeşme 7 metre eninde ve 4 metre yüksekliğinde. 14 blok
taştan oluşan anıtın en üst kısmında bir güneş kursu bulunmakta; uzmanların
verdiği bilgiye göre bu güneş kursu ilahi adalet anlamına geliyormuş. Ortada
bulunan iki sütunun üzerinde de tanrı ve tanrıca motifleri yer almakta. Tanrı
motifinin Dağ Tanrısı ya da Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olduğu tahmin
edilmekte. Diğer kabartmanın ise Güneş Tanrıcası Arinna’ya ya da Tanrıca Sibel
[Kibele]’e ait olabileceği düşünülmekte.
Bu arada hemen
ekleyelim; çeşmenin önünde büyük bir havuz da bulunmakta. Anıtın karşısında,
büyük bir blok halinde 3 ya da 4 aslandan oluşan bir heykel grubu mevcut. Belki
de, gerek bu blok, gerekse bir kenarda “istif edilmiş vaziyette” duran çok
sayıdaki küçük ebadlı “Hitit aslanı” heykeli, binlerce yıl önce muhtemelen
belirli bir düzen çerçevesinde havuz kenarında duruyordu. Kim bilir?
Anıt hakkında
ilk bilimsel çalışmayı 1842 yılında W. J. Hamilton yapmış. Hamilton, Researches in Asia Minor adlı kitabında
Eflatun Pınar’ın bir tasvirine de yer vermiş. Bölgeyi 1895 yılında gezen F.
Sarre, Küçükasya Seyahati’nde Eflatun
Pınar anıtını detaylı olarak irdelemiş, bir de fotoğrafını yayınlamış.
İlginçtir, Sarre, bölgenin adının Konya’daki sarayda Yunan felsefesi ile
uğraşan İranlı hocalar tarafından konulduğunu da ileri sürmekte.
Bu muhteşem
anıt, hiç şüphesiz ki, Orta Anadolu’da kurulup gelişen Hititlerin gücünün
nerelere kadar uzandığını göstermesi açısından büyük bir önem taşımakta.
Eflatun Pınar’ın
yakın çevresinde öyle büyük sayılabilecek yerleşim yerleri yok. Ama, turist
grupları geldiği zaman, nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde, onlarca köylü
kadını bohçalarını açıp el işlerini pazarlamaya başlamakta. Küçük bir parça
bile alsanız çok makbule geçeceği bir gerçek!
Fasıllar
Tarihte
Mistiya olarak anılan bölgede, hiç şüphesiz ki, bu eserlerin en önemlisi
Hititlerden kalma, kelimenin tam anlamı ile dev bir heykel. Bölge halkının
“Kurt Beşiği” olarak adlandırdığı yerde bulunan Hitit anıtında üstte Fırtına
Tanrısı, onun altında da Dağ Tanrısı figürleri ile bir çift aslan yer almakta.
8,5 metre boyundaki heykelin 50-70 ton ağırlığında olduğu tahmin ediliyor. Bazı
arkeologlar, bu dev anıtın, Eflatun Pınar’da bulunan çeşmede kullanılmak üzere
yapıldığını, ama nedendir bilinmez oraya götürülemediğini ileri sürmekte.
Aslına bakarsanız, gerçekten de heykelin Eflatun Pınar’a taşınması ile muhteşem
bir görüntüye kavuşulabilir. Heykel bugün açık havada, toprağa uzanmış olarak
duruyor ve avcıların hedefi haline gelmemesi için ayağa kaldırılmıyormuş!
İvriz’de bulunan Hitit kabartmasının on yıl kadar önce “kurşunlandığı” dikkate
alınırsa, her halde yerinde bir karar!!! Yeri gelmişken, bu dev heykelin bir
replikasının Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesinde olduğunu
kaydedelim.
Fasıllar’daki
bir diğer önemli eser Atlıkaya Kabartması. Genç yaşta ölen bir kişinin anısına
yapılmış olan kabartma oldukça sağlam vaziyette. Çevrede, çok sayıda kaya
mezarı ve yazıt bulunduğunu da eklemek gerekiyor. Bu haliyle Fasıllar’ı bir
açık hava müzesi olarak kabul etmek yanlış olmaz.
Fasıllarda
da çocuklar, taşların arasından “keçi” gibi sekerek size yolu göstermekte,
çevredeki eserler hakkında bilgi vermekte.
Son Söz Yerine
Kilistra,
Eflatun Pınar ve Fasıllar, daha iç turizme açılmamış bölgeler. Bu yöreleri
ziyaret eden yabancıların sayısı, yerlilerden oldukça fazla. Daha önce
belirttiğim gibi Kilistra’da küçük bir misafirhane mevcut, diğer iki ören yeri
için ise en yakın oteller Beyşehir’de. Her üç yörede de yemek imkanları oldukça
kısıtlı. Bu nedenle Konya’dan ve Beyşehir’den tedarikli çıkılmasında, artık
Allah ne verdiyse nevalenin tedarik edilmesinde yarar var. Her üç yöre de
gerçekten bakir. En kısa zamanda, bir bahane bulup ziyaret etmenizi öneririm.
Yazı ve Fotoğraflar :M. Bülent Varlık