13 Şubat 2019 Çarşamba

Saklı Cennet İbradı, Ormana

Bu gezimizde, yerli gezginler tarafından pek bilinmeyen, ama yabancıların oldukça iyi tanıdığı bir yöreyi; saklı bir cennet olan İbradı ve çevresini  gezmeye çalışacağız.

Nasıl Gidilir?
Bu farklı yöreye ulaşmak için Ankara’dan Polatlı’ya doğru gittikten sonra güneye doğru saparsanız önce Yunak’ı geçersiniz, ardından da Akşehir’e ulaşırsınız. Akşehir, eğer vaktiniz varsa birkaç saat harcayabileceğiniz bir yer. Nasrettin Hoca türbesi, Gülmece Parkı, Nasrettin Hoca Etnografya ve Arkeoloji Müzesi, Garp Cephesi Karargahı Müzesi, XIX. yüzyılın sonlarından kalma kilise, Evliya Çelebi’nin “grafiti”sinin bulunduğu İmaret Cami, Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi ve Ferruh Şah mescidi, nefis çinili mihrabıyla Ulu Cami ile tarihi arasta görülmesi gereken yerler arasında bulunmakta. 


Akşehir’i gezdikten sonra Beyşehir’e doğru giderken yol üzerinde bulunan muhteşem Hitit eseri Eflatunpınar’ı da görebilirsiniz.
Bir sonraki durak ise Beyşehir. Burada şüphesiz ki Türkiye’nin en güzel ahşap camilerinden biri olan Eşrefoğlu Cami ile 1900’lerin başında Almanların hazırladığı proje ile inşa edilen regülatör ya da halkın tanımlamasıyla eski köprüyü gezmemek olmaz. Akşehir, Eflatunpınar ve Beyşehir’in her biri ayrı bir yazı konusu sonra ver elini İbradı.
İbradı
İbradı, Antalya’ya bağlı küçük bir ilçe. Merkezin nüfusu 3.000 civarında. Burası bir yayla. Zaten adının da “soğukluk/soğutma” anlamına gelen “ibrâd” sözcüğünden geldiği ileri sürülmekte. Çevrede tarım yapacak arazi az olduğu için okur-yazarlık oranı çok yüksek. Yöreden çok sayıda tanınmış kişinin çıkmış olmasından dolayı olsa gerek, bir ara adı “Aydınkent” olarak değiştirilmiş, ama sonradan yeniden eskiye dönülmüş.

İlçede birkaç konak ile mezarlık korunması gereken  kültür varlığı olarak ilan edilmiş. Ama, kanımca görülmesi gereken en önemli yer, bir anıt ağaçın bulunduğu mekan. İlçenin biraz dışında, ama çok uzakta değil, kimine göre 500, kimine göre de 900 yıllık bir kestane ağacı bulunmakta. Muhtemelen Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı. Sadece bununla kalsa iyi; ağacın hüzünlü bir öyküsü de var. Anlatmaya/aktarmaya çalışalım: Belgelerle sabit, 1861’de Mustafa Efendi’nin konağında bir yangın çıkmış. Yapılan araştırmalar sonucu yangını siyahi cariye Zeynep’in çıkardığı anlaşılmış ve de hüküm verilmiş: İdam. Tabii, karar verine getirilmiş ve Zeynep Hanım kestane ağacına asılmış. Ağaç, o günden beri halk arasında “Arapastık” ağacı olarak adlandırılmakta!








Ormana
Artık İbradı’dan ayrılıp biraz daha güneye doğru yola koyulabilirsiniz. Birkaç kilometre sonra karşınıza küçük bir belde çıkacaktır. Burası özellikle evleri ile tanınan Ormana. Beldenin adı 20-25 yıl önce Ardıçpınar’mış. Sonra yakınlarda bulunan Erimna Antik Kentinden esinlenilerek Ormana’ya çevrilmiş.

Ormana’daki evler mimari literatüründe “düğmeli evler” olarak adlandırılıyor. Evlerin en büyük özelliği harç kullanılmaksızın inşa edilmeleri. Evler, aralarına, yörede “katran ağacı” olarak adlandırılan sedir çamından “hatıl”lar konmuş taş duvarlara sahip. Bu duvarların eni 70-90 santimetre arasında değişmekte. 50-60 santimetre aralıkla konan hatıllar, bunları tam olarak dik kesecek vaziyette “piştivan” denilen “mertek”lerle kilitlenmekte. Evin dışından çıkıntı olarak görünen bu kilitleyicilere “düğme” de deniliyor. Duvarların iç ve dış yüzeyi iri kesme taşlarla örülürken araları moloz taş ile doldurulmakta. Katlar ise “düver” ya da “düğer” denilen çok kalın ağaçlarla ayrılmakta. Yapının içi ve isteğe bağlı olarak dışı “sakar” denilen samanla karışım bir tür kireçli sıva ile kaplanmakta. 




Genellikle iki kat olan binaların alt katı ahır ve depo olarak kullanılıyormuş, üst kat ise yaşam alanını oluşturmakta. 


Evlerin içinde çeşitli ahşap işlerini görmek mümkün. Evlerin cumbalarına “şahnişin”, kilerlerine “ayazlık”, yüklüğün üstünde ahşap işleme bir parmaklıkla ayrılan bölüme “musandıra” denilmekte. Pencerelerdeki şebekeler de tamamıyla ahşaptan imal edilmekte. Isıtma için odalara yöreye özgü bir tür topraktan yapılan şömineler yapılmakta. Ahşap dolaplar, raflar, yüklükler, çeşitli nişler evlerin vazgeçilmez unsurları arasında yer almakta.
Evlerin dış kapıları da sahibinin mali durumuna göre farklılıklar göstermekte. Aralarında son derece zengin oymalara sahip bazı kapıları görmek mümkün.

Hemen belirtelim, Ormana’da gayet güzel bir lokanta bulunmakta. Fiyatlar da son derece uygun. Buradan isterseniz defne sabunu, özel imalat zeytinyağı, bazı aromatik bitkiler ile nar şarabı alabilirsiniz. Beldede bulunan küçük bir konuk evi ise, eğer çok müşkülpesent değilseniz, konaklama için oldukça uygun. 
Son bir not olarak belirtelim: 1975’te Ormana evlerini keşfeden İstanbul Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Sanat Tarihi ve Restorasyon Kürsüsü öğretim görevlisi Yüksek Mimar Arkeolog Prof. Lemi Şevket Merey olmuş. Onun gayretleri ile yöre mimarların ve turizmcilerin dikkatini çekmiş.
Ürünlü
Hemen yakınlardaki bir diğer yerleşim yeri antik dönemlerdeki adı “Unulla” olan Ürünlü köyü. Bu köyde de aynı yöntemlerle yapılmış birkaç ev görmek mümkün. Bu arada belirtelim, Ormana ile Ürünlü arasında Erimna Antik Kentinin kalıntıları bulunmakta. Ama, bu kalıntıları görmek için araziye dalmanız gerekmekte!
Altınbeşik Mağarası
Ürünlü köyü yakınlarında Türkiye’nin en önemli mağaralarından biri yer almakta. 1966’da Oymapınar barajı yapılırken gerçekleştirilen araştırmalarda keşfedilen Altınbeşik mağarasının bulunduğu alan 1994’te milli park olarak ilan edilmiş. Düdensuyu Mağarası olarak da bilinmekte. Altınbeşik, Türkiye’de mağara biliminin en önemli ismi olan Timuçin Aygen tarafından keşfedilmiş.


Altınbeşik, üç kattan oluşmakta. Günümüzde sadece giriş bölümü kayıkla gezilebilmekte. Diğer katlara ulaşmak için ise mağaracılık ve dağcılık açısından uzman olmak ve gerekli ekipmana sahip bulunmak gerekli. Beyşehir gölü ile bağlantısı olduğu saptanan Altınbeşik mağarası gerçekten Türkiye’nin görülmesi gereken yerlerinden biri.

Tınaztepe Mağarası
Artık dönüşe başlayabilirsiniz. Eğer Seydişehir-Konya yolunu seçerseniz, hemen yol kenarında bulunan Tınaztepe mağaralarını da gezebilirsiniz. Mağara, 1968’de Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından bulunmuş. Mağara içindeki havanın astım hastalarına iyi geldiği ileri sürülmekte.


Gezmesi oldukça kolay olan Tınaztepe mağarası 1.580 metre uzunluğa sahip. Bu değerle Türkiye’nin en uzun mağarası ünvanına sahip. Eğer, Mayıs ayından itibaren giderseniz, mağarada dinlendirilmiş tulum peyniri alabilirsiniz. Mağara çevresinde özel sektör tarafından işletilen gayet güzel bir tesis bulunmakta. Burada yeme-içme başta olmak üzere çeşitli ihtiyaçları gidermek mümkün. 

Bir başka rotada birlikte olmak dileğiyle.

Yazı ve fotoğraflar: M. Bülent Varlık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder