Champs Elysees, dünyanın en meşhur bulvarı... Hani rahmetli Lady Di'yi ölümsüzleştiren... Gördük mü? Havasını soluduk mu? Zafer Abidesi’nden Dikilitaş’a bir yerlerinde inip yürüye yürüye meşhur butiklerinin, cafe chantanlarının, ünlü restoranlarının, Lido ’ nun önünde piyasaya çıkmış halkının arasına karıştık mı? Tamam, o zaman yeni destinasyonumuz Güney Fransa... ‘’Ne var ki orada?’’ diye soranları duyar gibiyim. Anlatalım efendim... Güzel keyifli bir yaşam tarzı... Ve onun izdüşümü yeme, içme, gezme, içine sindirme kısacası kam alma bu dünyadan...
Paris'ten sonraki durağımız Fransa'nın ulusal kahramanı Jeanne d'Arc'ın şehri Orleans. Zavallı genç kız vatan aşkına, 100 yıl savaşlarında, daha gençliğinin baharında, maalesef sadece 19 yaşında, o zamanların en kötü ölüm cezasına çarptırılarak şehit edilir : diri diri yakılarak...Sonrasında Fransa onu önce azize sonra da milli kahraman ilan eder ama...Aslına bakarsanız Orleans ismi bize bir yerlerden tanıdık...Biraz zorlayalım. Şöyle aşağı yukarı 10 sene öncesine gidelim... Başka bir hanım, başka bir şehri çok fena vurmuştu... Katrina... New Orleans... Tarihte 14.Louis'nin adına atfedilen Louisiana eyaletinin en önemli şehriydi ama... Amalara devam edeceğiz… Ama artık turumuzda... İmaj olarak demokrasinin beşiği, eşitlik/özgürlük/kardeşlik arayışının 1789 Fransız devrimiyle Paris'ten başlayıp, taa özgürlük teyze heykeliyle yeni dünya lideri ABD'ye yayıldığı ülke... Lady Liberty heykelinin dünyanın en büyük hediyesi olduğunu bilir miydiniz? O zamanın dünya lideri Fransa'dan, yeni yetme ABD'ye... Üstelik de mühendisi bizim meşhur kuleyi de yapan Eiffel... Parfümün anavatanı, Chanel/ Louis Vuitton/ Christian Dior/ Charles Jourdan gibi markaları yaratmış, iyi yemenin içmenin top yaptığı ülke... Biz de zaten daha çok bu son güzellikleri için gidiyoruz Fransa'ya... Klasik kalıpların dışındaki Fransa’yı tanımaya... Köyünü / köylüsünü / bağını / bahçesini görmeye, yemeğini tadıp, şarabını deguste edip, Fransiz usulu joie de vivre / yaşam gustosunu tatmaya gidiyoruz... C'est la vie... En de tura bir ki üç... Küçüklüğümüzde oynamışızdır mutlaka... Hani ebe olup gözlerimizi yumarak... Hatırladınız herhalde değil mi? Un deux trois aslinda Fransız çocuklarının 1-2-3 diyerek oynadıkları oyunun bize uyarlanmışı. Günlük hayatımızda kullandığımız yüzlerce belki binlerce kelime Fransızcadan geçme. Birkaç örnek mi istersiniz? Peki o zaman, buyurun: elektrik, elektronik, mekanik, teknisyen, asansör, üniversite, fakülte, legal, illegal, otobüs, minibüs, metro, trajik, komedi, dram, telepati, fizik, matematik, branş, jeton, füme, balon, televizyon, radyo, astronomi, otomobil, tren, karavan, kamp, opera, dans, bale, balerin, pantomim... O kadar çok ki... Nedeni de su olabilir mi acaba? Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlıca/Fransızca yerine Öztürkçe kelimeler aramış TDK, ama mesela hostes yerine gökkonuksal avrat üretilince... :)
Aslında anavatanı Anadolu’muz olan şarabı niye gidip Fransa’da arıyoruz ki? Dionizos/Bakus kültünün doğduğu topraklarımızdan taa Bordeaux'ya... Dünyanın en güzel şaraplarının çıktığı Saint Emilion'a... Burada yazması hem çok uzun sürer, hem de orada yeni vatanında misafir olanlara kendini ifşa edecek zaten Tanrıların kanı...
Artık şatolarda üretilip dünyaya sunuluyor kristal kadehlerde... Gene de kısaca bahsetmeden olmaz: şarap degustasyonu bir sanat / teknik / bilim olarak algılanır Güney Fransa’da. Yapanlara burun denir ve burunları büyük olmasa da milyonlarca Euro’ya sigortalanacak kadar değerlidir. Bazılarına burnu büyük de diyebiliriz gerçi... Ülkenin hatta dünyanın en çok kazananlarından olunca. Peki, ne yapar bu burunlar? Sadece kadehleri güneşe tutup, burunlarını kadehlere sokup, biraz tadıp, tükürüp, ağızlarını suyla çalkalayıp mı b kadar parayı alırlar? Tabii ki hayır... Fransa’nın en önemli satış kalemi sayılabilecek olan şarap onların izniyle bu halini bulmuştur... Nasıl mı? Devamı turumuzda...
Parfüm... Belki anavatanı biz değiliz ama... Bizim Isparta'mızda üretilen gülyağı parfümün olmazsa olmazı... Çoğunu da zaten parfüm üretimi için Fransa’ya yolluyoruz. Oralardan bize/dünyaya geri dönüşünün hikâyesi gene gezeceğimiz yerlerde saklı...
Ve son olarak: bir zamanlar ülke aristokrasisinin rezidansları olan birbirinden güzel şatolar artık çoğunlukla birer müzeye dönüşmüş durumda. Gerçi hala daha hali vakti yerinde olup şatosunda oturmaya devam edenler de yok değil ama düşünsenize bir kere lütfen... ''Catherine uzaktan kumandayı bulamıyorum gördün mü?'' . '' Evet, en son 3.kattaki 5 numaralı misafir odasında görmüştüm'' ... ''İnerken getirebilir misin, yoksa Sebastian ' ımı çağırayım? ''
Şarabın, parfümün Fransa'ya kazandırdığı Renault’tan, Peugeot'dan daha çok desek inanır mıydınız? İnanılmaz ama gerçek... Bunun arkasındaki ekonomik, sosyal, kültürel, turistik ve romantik gerçeği keşfetmeye hazır mısınız?
Olaylara Fransız kalmayalım diyorsanız eğer... En, de, tura... bir iki üç... :)
Yazan: Tur Rehberi Orhan Dertsavar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder